SİRACETTİN ASLAN / DOĞRUHABER / ARAŞTIRMA
Johann Gottfried Herder (1744–1803), Goethe ve Rousseau’nun çağdaşı olan Alman düşünürüdür. Herder, edebiyat, şiir, dil-kültür ilişkisi, milli mefkûreler ve tarih felsefesi alanında önemli çalışmalarda bulunmuştur. Bununla birlikte Herder’in eğitim ve milli kimliğin inşası konusunda yapmış olduğu yazınsal çalışmaları, Alman eğitim nizamının esaslarının oluşturmanın yanı sıra günümüzde de varlığını dinamik bir şekilde koruyan Herder adında enstitüler aracılığıyla Almanlar tarafından okunmaktadır.
Ülkemizde kültür ve dil ilişkisinin birlikteliğine ilişkin entelektüel düzeyde beklenti ve okumaların Avrupa merkezli gerçekleştiğini esas alındığında, Avrupa’da önemli bir figür olan Herder’in anadil bağlamında ulusal kimliğin ve kültürün inşası ve korunması hakkındaki fikirleri üzerine yazmak hâsıl olmuştur. Herder’in kültür-dil-devlet üçlemesine ilişkin çalışmaları, sistematik bir görünüm vermezse de kendi dönemi ve günümüz uygulamaları açısından önemli bir seküler değer taşır. Bu bakımdan araştırmamız, Herder’in kültür-dil-devlet ilişkisi hakkındaki görüşlerini ihtiva eder.
Kültürel olgular, insanlık düşünce tarihinin ortaya çıkışıyla yakından ilişkili olmakla birlikte kültür kavramının terim olarak ilk kullanan Herder’dir. Bu kullanımda Herder, kültür kavramını, toplumların doğal durumdan kendileri için daha yararlı durumlara erişme ve iyi-doğru bilinen gerçekleri gerçekleştirme yolunda ortaya çıkan etkinlikler ile sözü edilen etkinlikler bağlamında meydana gelen hâsılatın evrensel adı olarak ele alır. (Özlem, 2000, 145–146)
Kültüre ilişkin bu muhtevanın varlık ve anlam bulması ise ancak dil aracılığıyla mümkün olabilir. Bu anlamda dil, kültürel mirasın korunması ve yarına taşınması konusunda önemli bir araçtır. Çünkü dil, bir milleti millet yapan ve insanı insan kılan en önemli unsur olmakla birlikte sadece cansız bir araç değil, ruhun yaratıcı bir ifadesi olarak milletin düşünce deposu ve hayatın var oluş alanını ihtiva eder. (Acar, 2008, 289–290)
Bu bakımdan dil, milletlerin koruyucusu ve kültürün beslendiği toprak niteliğindedir. Bu toprak, bir milleti, kendisi yapan önemli bir nitelik olarak sarmalamıştır. Bu anlamda milletin bir ferdi, kendi ana dili dairesinde düşünebildiği sürece kendisi olabilir. Aksi durumda, bireyi birey yapan şey meçhul olacaktır. Bu bakımdan bir millet için dil, aynı zamanda devlet hakkı kadar kutsal bir değere sahiptir. Bu nedenle bir devlet çatısı altında yaşayan farklı milletlerin devletten isteyeceği en temel hak, kendi ana dilini konuşma hakkıdır. Çünkü bir milletin bütün kültürü, tarihi, dini ve ruhu kendi ana dillerinde saklıdır. Burada bir milletin dilini elinden almak, aynı zamanda onu var eden bütün mirasını elinden almak anlamına gelir. (Acar, 2008, 296)
Herder’in ifadesiyle “Bir milletin milli karakterini, ruhunun ve dilinin özgünlüğünü elinden almak ona verilecek en büyük zarardır.” (Acar, 2008, 288)
Bu veçhiyle dil, bir milletin kültürel tarihi ve mirası gibi tarihteki tüm düşünsel hafızalarının saklı olduğu bir hazine hükmündedir.
Bu demektir ki, geçmişte ve bugünde insanların göstermiş oldukları başarıların arkasında dil olgusu yer alır. Aynı zamanda geçmişten bugüne, bugünden yarına insanların meydana getirilecek birikimin kültürel arka planını, geçmişten tevarüs edilen düşünsel ve kültürel değerlerin toplamı oluşturur.
Bu çerçevede geçmişten tevarüs edilen kültürel ve düşünsel mirasın anlaşılması, ancak onların bıraktığı dil ile mümkündür. Bu bağlamda geçmiş dilin kullanılması, aynı zamanda kültürel mirasın korunması ve yarınki kuşaklara aktarılması demektir. Bu aktarım, beraberinde bir başarı ve yetkinlik getirir. (Acar, 2008, 285)
Bu bağlamda Herder, her millet ve ülkenin geçmişten gelen kültürel zenginliğini ortaya çıkarması ve geliştirmesi gerektiğini ve bunun da ancak dil mümkün olacağını şiddetle savunur. Aksi takdirde geçmişlerinden kopuk bir milletin yarını, geçmişinin mukabili olacaktır. Nitekim kendi anadillerinden uzaklaşan milletler, yabancı bir dil vasıtasıyla özgün eserler meydana getiremezler. Getirilmeye yeltenirse bile, içerik ile biçim arasında bir uyuşmazlık problemi ortaya çıkar. (Acar, 2008, 285–6)
Bu nedenle her devrin milleti, varolmak adına kültür yüklü eski edebi metinlere bağlı olarak üstü örtülmüş kültürüne geri dönüp canlandırma zorunluluğu vardır. Böylece Herder, her milletin, kendi dil ve edebiyatı içinden milli karakter ve kültürünün bir karşılığını bulabilme imkânına sahip olabileceğini vurgular. (Acar, 2008, 286)
Herder’e göre dil bağlamında milli kültür ve karakterin korunabilmesinin esas yolu, eğitim müesseselerinin inşa edicisi olan devlet erkidir. Herder’in sözü ettiği bağlamdaki devlet, çok halk devlet olmayıp tek etnik gruptan türemiş halkları bünyesinde barındıran aygıttır. Nitekim Herder, çok halklı devletlerin ruhsuz makinelerden ibaret olduğunu söyleyerek bu tarz devletlerin çözülmeye, yıkılmaya mahkûm olduklarını ileri sürer. Ona göre çok uluslu devletler, farklı ulusları makinenin bünyesinde bir araya getirerek milli karakteri olmayan cansız bir mekanik mekanizmadır. (Acar, 2008, 297)
Bu mekanik durumdan arınabilmek için halk devleti, tek bir etnik grubun yaşadığı bir toprak parçasını idare etmeli ve bu etnik grubun kendine özgü yasalarını ve kültürlerini inşa etmelidir. Bu demektir ki, bu devlet anlayışında tek halk, tek vatan ve tek dil ilkeleri mevcut olması gerektiğidir.(Acar, 2008, 299)
Bu çerçevede bir milletin fertleri, gerçek anlamda birbirleriyle anlaşabilmeleri ve ortak bir vatan tasavvurunun geliştirilebilmesi için ortak bir dil ile eğitilmeleri gerekir.
Herder, kültür-dil-devlet üçlemesini, seküler bir bakışı açısından hareketle iç içe girift bir şekilde ele alır. Herder’in ileri sürdüğü kültür kavramında ve bu kavramı şekillendiren dil olgusunda, sekülerlik merkezi rol oynamaktadır. Bu bakımdan kültür ve dil, tanrısal ya da metafiziksel öğelerin değil, tamamen insan merkezli türedi birikimlerin ürünüdür. (Acar, 2008, 293–4)
Bu bağlamda Herder, dil, Tanrı’nın insanlara bir armağanıdır şeklindeki semavi kaynaklı tezlere karşı çıkarak dilin kökenin olmadığını, insanın dünyaya gelmesiyle birlikte bilinci açılır açılmaz insanda hâsıl olan bir yeti olarak görür. Bu bakımdan insan doğuştan konuşma ve düşünme yeteneğine sahip ve bu her iki yetenekte birbirinden bağımsız olduğu düşünülmesi düşünülemez. Burada dil, düşünen bir beynin ürünü olarak idrâk edilir. (Acar, 2008, 295)
Dillerin farklılığı konusuna gelince, Herder, milletlerin gelenekleri ve yaşadıkları iklimden kaynaklı olarak meydana geldiğini savunur. Burada Herder, dillerin farklılığını bitkiye benzeterek onların ortaya çıktığı toprağa ve havaya göre şekil aldığını söyler.
Bu anlamda dillerin farklılığı, kullanılan sembollerin farklılığından kaynaklanmadığı ortaya çıkar. (Acar, 2008, 293)
Bu bakımdan milletlerin kendine özgü kültürel geleneğin oluşması ve dillerin farklılığı, aynı şekilde birbirini etkileyen iki aktüel unsurdur. Yani kültür-dil ilişkisi, aynanın karşısındaki nesne ya da bir nesnenin iki veçhesi gibidir. Bu teşbihte dil, kültürün kendini gerçekleştireceği bir sahadır. Bu sahanın etkin bir şekilde korunabilmesinin yolu da, devletin tekelindedir.
Bu araştırma makalede yalın bir şekilde ele almaya hayret ettiğimiz Herder’in kültür, dil ve devlette ilişkin fikirleriyle; ülkemizde, cumhuriyetle birlikte albenisi artan ve günümüzde de canlılığını koruyan Eurocentrik beslemeli ve dil-kültür-devlet ilişkili çağdaşlaşma, muasırlaşma ile medenileşme konusunda ileri sürülen tezlerin, ne kadar da bir benzerlik olduğu sonucunu çıkarmayı okuyucularımıza bırakıyoruz.
Kaynakça: Doğan Özlem, Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi (İstanbul: İnkılâp Yayınları, 2000); Sevim Acar, Halk Milliyetçiliğinin Öncüsü Herder (İstanbul: Bilge Kültür Sanat, 2008).