Ayşegül Yıldız / Nisanur Dergisi:

Öğretmen fenalaşınca dersleri tatil olmuştu. Evi yakın olanlar evlerine gidince üç beş öğrenci kalmışlardı. Müdür yardımcısının hafif aralıklı kapısından içeri baktı, net görebiliyordu. Genelde iş yoğunluğu strese dönüşünce kimse yanına yaklaşmak istemezdi. Keyifle çayını içtiğini görünce cesaretlenip içeri girmek için izin istedi.

“Buyur Hasan, ne istemiştin?”


Hasan okulun telefonundan aradıktan kısa bir süre sonra babasının kendini alması için gönderdiği çalışanı gelmişti. Aslında babasının ofisi çok yakındı. Ama arada işlek bir cadde olunca babası onun tek başına gelmesine izin vermemişti. İki saat okulda servisi beklemekten kurtulduğu için mutluydu. Muhtemelen babası ile eve dönmeden öğle yemeğine çıkacak ve Bulvar Döner’den gözlemeli döner yiyecekti. Babası onu her dışarı çıkardığında favori yemeği buydu.

Ofise girdiğinde babası onu bekliyordu. Ve şimdi şantiyede bir sorun çıkmış ve acilen oraya gitmesi gerekiyordu.

“Oğlum merak etme sen sıkılmadan dönerim. Sen de bu arada bilgisayarı kurcalama, otur ben gelene kadar ödevlerini yap. Gelince de zaten öğle arası beraber yemeğe gideriz. Çoktandır dönerciye gitmemiştik. Haa unutmadan, yemekten sonra beraber senin şu forma işini de hallederiz.”

Hasan çok sevinmişti. Ne zamandır tuttuğu takımın formasını almak istiyordu. Demek kısmet bu güneymiş. Sevincinden dönerciyi unutmuştu bile. Saate baktı on bir idi. Daha en az bir buçuk saat vardı. Çaresiz ödev yapacaktı. Babası muhakkak kontrol ederdi. Hazır kararını vermişken yanlış yapmamalıydı. Yan tarafta çalışan Emre Abi’den öğrendiği stratejik oyunun tüyolarını öğrenmeyi ne kadar çok isterdi. Ama ödev yapması gerekiyordu. Defter ve kitaplarını sehpaya dizip bir an önce başlasa fena olmayacaktı. Lakin çok isteksizdi. Babasından izin istese, ödev yapma işini eve bıraksa ne iyi olurdu. Ama bunun için geçti, yapmasa forma işi yatardı. Defter açık, elinde kalem dalgın dalgın kitaba bakarken büronun çay işlerine bakan Zeliha Abla’sı elinde meyve suyu ve kekle karşısına dikilmişti. Meyve suyu bardağını bir peçete açarak sehpanın köşesine koyarken bir yandan da kitabına bakıyordu.

“Aaa! Kemancının hikâyesi değil mi? Ben ne çok severdim. Biliyor musun bunun çokça uzun olan hikâye kitabını okumuştum okuldayken. Çok güzeldi. Meyve suyuna dikkat et tamam mı? Dökmeyesin! Kek istersen daha da var tamam mı canım?”

“Abla hikâyeyi bildiğine göre bana özetini anlatabilir misin? Ne olur ama?”

“Tabi, ne demek! Ama önce bir göz atayım, belki unuttuğum yerler vardır.”

Zeliha Abla’sının kitabı okumaya başlaması ile bitirmesi bir olmuştu. Zaten üç sayfa kadardı. Hem özetini yazacak hem de hikâyenin sonundaki soruların cevabını yazacaktı.

“Hadi başlayalım, ben anlatayım sen yaz.”

“Abla ya, ben kek yiyorum. Sen yazıversen olmaz mı?”

Hasan ödev işinden çok kolay kurtulmuştu. Bir elinde kek diğer elinde meyve suyu odada dolanıyor Zeliha Abla’sı da ödevini yazıyordu. Usulca açık kapıdan dışarı çıkıp yan odada çalışan teknisyenlerin yanına gitti. Doğruca Emre abinin başına dikildi. Gelmişken bir iki tüyo almadan ayrılmaya niyeti yoktu. Emre abisi çizimlerini bitirmeden açamayacağını söyleyince çaresiz babasının odasına geri döndü. Boş bardağı sehpaya koyduğunda bir saatte bitireceği ödevin on dakikada bittiğini görünce keyfine diyecek kalmamıştı.

“Ablacığım benim, çok teşekkür ederim.”

“Rica ederim....

 

ÖYKÜNÜN TÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!