“ancak iman edenler…” (Asr Süresi 1)

İman yada Türkçesiyle inanmak… nedir inanmak? İnanmakla inanmamak arasında ne gibi bir fark vardır? “Bir şeye samimiyetle inanan insan, yalnız menfaatlerinin kılavuzluğu ile ilerleyen 99 kişiye bedeldir” denilmiştir.

Çünkü inanç hayatın anlamıdır. İnanan insan anlamlı insandır. İnanmayan insan ise anlamsız insandır. Boştur gereksizdir. İşe yaramaz. Varlığa yokluğuyla aynı orandır. Belki varlığı yokluğundan daha zararlıdır.

“İnançsız ve maneviyatsız insan kötü vasıflı bir yaratıktır. Halbuki inanç ve maneviyat her türlü vasıfların üstündedir ve insanı üstün seviyeye onlar yükseltir.”(Archeceacon)

“Maneviyat çok önemlidir. Doksan bin mağlup adam, doksan bin galip karşısında geri çekilir. Çünkü manevi inançlarını yetirmişlerdir.” (Mareşal FOŞ)

Demek ki inanç güç ve kuvvettir. İnanç moraldir ve motivasyondur.

Ama önemli olan bir şeye inanmak değildir, önemli olan Hakk’a Hakkın istediği şekilde inanmaktır. Her yaşam tarzı inancın pratiğidir ama sahih yaşam sadece imanın Allah’a inanmanın pratiğidir. Biri sadece dünya saadetine taulluk eder, diğeriyse dünya ve ukbanın sürür ve mutluluğunu kapsar.

Bu yüzden ziyanda olmayanlar herhangi bir şeye inananlar değil ancak hak ve hakikate inananlardır. İşte bu da imandır.

Öyleyse imanın karakter, keyfiyet ve hayattaki değeri nedir?

“İman, geçici küçük ve sınırlı olan insan denen bu varlığın ezeli ve ebedi sınırsız temele bağlanmasıdır. Bu kaynağa bağlandığından dolayı yine aynı kaynaktan gelen evrenle ve bu evrene hükmeden temel yasalarla, bu evrende gizli olan güç ve enerji kaynakları ile sağlam bir bağ kurmasıdır. Böylece kendi kişisel, küçük sınırları dışına çıkarak koca evrenin genişliği içine dalması; basit, değersiz gücünün sınırlarını taşarak evrenin bilinmeyen büyük enerji kaynaklarına açılmasıdır. Kısacık ömrünün sınırlarını aşarak Allah’tan başka kimsenin bilmediği uzaklıklara doğru kanatlanmasıdır.

Bu bağlılık, insan denen varlığa güç, bir süreklilik ve özgürlük vermesinin yanında, evet tüm bunların yanında, ona kainattan, orada bulunan güzelliklerden ve ruhları kendi ruhuyla karşılıklı sevgi bağları kuran yaratıklardan en güzel şekilde yararlanmasını sağlar. Bu durumda hayat her yerde ve her zaman insanlık için kurulmuş bulunan ilahi bir bayram töreninde dolaymaya dönüşür.

Bu ise büyük bir mutluluk, eşsiz bir sevinçtir. Bu durumda insan, bir dostuna açıldığı şekilde hayata ve kainata açılır. Onlarla dostluk kurar. Bu gerçekten eşi ve dengi bulunmaya bir kazançtır. Onun yitirilmesi ise gerçekten korkunç bir hüsrandır. Ayrıca iman ilkeleri, yüce ve şerefli insanlığında ilkeleridir.

Tek ilaha kulluk insanı diğer varlıklara kulluğun basitliğinden kurtarır. Yüceltir onu. Gönlünde tüm kullarla beraber eşit bir seviyede olma bilincini verir ona. Bu nedenle o, kimsenin önünde eğilmez. Her şeye egemen olan tek Allah’tan başka kimseye boyun eğmez, insanın gerçek, özgürlük süreci, insanın vicdanından ve evrendeki olguların gerçekliğine ilişkin düşüncesinden kaynaklanan bir özgürlük sürecidir. Ortaklıkta tek kuvvetten başka ve tek ilahtan başka bir şey yoktur. İşte özgürlük hareketi kindiğilinden bu düşünceden doğar. Çünkü bu mantıklı olan tek çıkış yoludur.

Rabbanilik insanın düşüncelerini, değerlerini, ölçülerini, kritirlerini, yasalarını, kanunlarını ve kendisini Allah’a; evrene ve insane bağlayan, her şeyini kendisinden alacağı kaynağı belirleyen otoritedir. Bu anlayış hayattaki heva, hevesi reddeder, söküp atar.

Onun yerine şeriatı ve adaleti yerleştirir. Müminin bilincinde kendi sisteminin değerini yükseltir. Onun bütün cahili düşüncelerden, değerlerden ve kriterlerden kurtulması, yeryüzündeki mevcut bağlardan kaynaklanan değerleri aşıp geçmesi izin kendisine destek olur. Onu bu değerlerin üstüne çıkarır. İsterse tek bir fert dahi olsa…

Zira o fert cahiliyeye, doğrudan Allah’tan gelen düşüncelerle, değerlere ve kriterlere karşı koymaktadır. Dolayısıyla bunlar daha yüce, daha güçlü değerlerdir. Uyulmaya ve saygı duyulmaya daha elverişlidir.

Yaratıcı ile yaratan arasındaki ilişkin netlike kazanması, ilahlık makamı ile kulluk makamanın bütün yalın gerçekliği ile açıklık kazanması bu fani varlığı sürekli olan gerçeğe bağlar. Hem de hiçbir karmaşıklığa yol açmadan ve yolda hiçbir vasıta kullanmadan. İnsanın kalbine bir aydınlık, ruhuna bir huzur, içine bir güven ve dostluk yerleştirir. Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamayı, temelsiz ve uydurma şeylerle, değerlerle kullara üstünlük pozuna girmeyi yok ettiği gibi korkuları, kötülükleri, bunalımları ve kararsızlığı da söküp atar. Allah’ın dilediği yolda sağlıklı bir yer ve istikamet sahibi olmakta bu imanın gereğidir. Bu durumda iyilik, gelip geçici bir arzu, köklü temeli bulunmayan bir duygu ve kopuk bir hadise durumuna düşmez.

İyilik bu durumda bir takım etkenlerden kaynaklanır. Bir hedefe doğru yönelir. Allah için birbirine bağlanan bireyler iyilik üzerinde yarışırlar. Böylece Müslüman topluluk, apaçık ve tek hedefi olan ve ayırıcı tek sancağı bulunan bir cemaat halinde ortaya çıkar.

Ayrıca peşpeşe gelen ve bu sağlam bağla birbirine bağlanan nesillerde birbirleri ile dayanışma içine girerler.

Yüce Allah’ın insanı onurlu bir şekilde yarattığına inanmakla insanın kendisine saygısı artar. Bu saygı; onun vicdanında Allah’ın yücelttiği mertebeden aşağılara düşmekte, hayat etme duygusunu oluşturur…

Mümin insan yüce Allah’ın kendisini gözetmesinin ağırlığını vicdanının bütün derinliğinde hisseder. Ona karşı ürperir ve tir tir titrer. Bu da onun duygularını temizleyip arıtır.

İman hayatın en büyük temeledir. İyiliğin her türlü, her dalı buradan budak salar. Meyvelerin hepsi buna bağlıdır. Bu iman olmadan iyilğin her dalı ağacından koparılmış olur. Solmaya ve kurumaya mahkum olur. Yoksa bunların hepsi şeytani meyveleridir. Onların bir süreklilği ve devamlılığı olamaz.

İman hayatın tüm yüce iplerinin kendisine bağlandığı eksendir. Yoksa bu bağların tamamı çözülmüş, hiçbir şeye bağlanmamış olur. Arzu ve isteklere ve ihtiraslarla birlikte çürüyüp boşa gider.

İman darmadağın haldeki hareketleri amelleri birleştirir. Birbirleri ile uyumlu, birbiri ile yardımlaşan bir düzen içine sokar. Hepsini tek bir yola, tek bir hareket içine sevk eder. Bunların hepsinin belli bir itici gücü ve hepsinin belirlenmiş bir hedefi vardır.

Bu nedenle Kur’an bu temele dayanmayan, bu eksene bağlanmayan ve bu sistemden kaynaklanmayan bütün işleri ve iyikleri hiçe sayar, onlara hiç değer vermez. Bu konuya İslam’ın bakış açısı apaçık ortatadır.

“Rabbini inkar edenlerin iyi davranışları fırtınalı bir günde şiddetli rüzgarda savrulan küle benzer, yaptıkları iyi işler karşılığında ellerine hiçbir şey geçmez. İşte koyu sapıklık budur.”(İbrahim 18)

“Kafirlerin amelleri ise engine çöllerdeki serap gibidir. Susuz kimse onu su zanneder, fakat oraya varınca hiçbir şey bulamaz…(nur 39)

…müminin dünyası öylesine geniş, öylesine kapsamlı, öylesine derin, öylesine yüce, öylesine güzel, öylesine mutlu bir dünyadır ki, onun yanında inanmayanların dünyaları, küçük, sönük, düşük değersiz karanlık ve mutsuzluk dünyasına dönüşür.

Bu ise büyük bir hüsrandır. Hem de ne hüsran…

*Seyyid KUTUB –Fizilalil KUR’AN

–Asr süresi tefsirinden

Hsan Gündüz Kocaeli / T Tipi Kapalı Cezaevi