Hasan Yılmaz / Doğruhaber / Rehberlik
Sosyal ve psikolojik yanı olan insanın algısı; bilgisiyle alakalıdır.
Sınavların mahiyetini değerlendiren insanların, değerlendirmelerinde monist ( tek taraflı) değerlendirmeler yaptıklarına şahit oluyoruz. Düşünürlerin açıklamalarına baktığımızda iki yönlü tanımlar yapmışlardır: Kutsal ve kutsal olmayan dünya.
İslamî açıdan yaşadığımız dünyanın bir sinek kadar değerinin olmadığı bildiğimiz halde dünyanın çarkına takılıp kalmışız. Çoğu zaman şu şekilde sitemler etmişiz:
‘Unuttum, dünya bir gölgelikti; oysa yolcu olduğumu unuttum, yolumun buradan geçtiğini sadece yolcu olduğumu unuttum, yapmam gerekenler vardı, burası imtihandı, seyri sefaya dalıp ahiretimi unuttum, Rabbime verdiğim bir sözüm vardı, dünya kelamı konuşmaktan o sözümü unuttum.’
Bu konuda Allah’ın Resulü(s.a.v) de uyarılmıştı:
“Bir gün Cibril bana geldi ve şöyle dedi: ‘Ey MUHAMMED! İstediğin kadar yaşa, bir gün öleceksin. Dilediğin kimseyi sev, muhakkak ondan ayrılacaksın. Dilediğini yap, muhakkak onun karşılığını göreceksin!”
İlim irfan dâhilinde sağlıklı sonuçlara ulaşabiliyoruz. ‘Yaradan Rızkı istediğine, ilmi dileyene verir.’ İlmin elde edilmesinde emeğin çilenin aşkın daha fazla olması gerekir. Allah dilediği kadar ilminden nasiplendiriyor. Bu nasiplendirmeyle Mekkeler fethediliyor. Mısır’a aziz olunuyor. Bu başarıların öncesine baktığımızda her türlü çilenin olduğunu söyleyebiliriz. Peygamberler tarihi buna örnektir:
Hz. Yusuf ‘un hikâyesine baktığımızda kendisine güzellikler verilmesiyle birlikte bu güzellikler çileyle daha da güzelleştirilmişti hatırlayalım. Hz. Yusuf kardeşleri tarafından kuyuya atılmıştı. Sonrasında köle olarak satılmış, iftiraya uğramakla birlikte zindanlarda bekletilmişti. Görülen rüyanın yorumlamasını kimse yapamayınca Hz. Yusuf, Rabbinin çizdiği çerçevede rüyayı yorumlamıştı.
Çektiklerine karşı sabredip Rabbinden umudu kesmemiş bu anlayış neticesinde Allah kendisine ilim lütuf edip bu bilgiyle hazinenin anahtarı kendisine teslim edilmişti. Kuyular ne kadar derin, zindanlar ne kadar soğuk olsa da bizleri ısıtacak Bünyaminlerin olduğunu unutmayalım.
Benzer örneği Kâinatın Efendisi Hz. Peygamberin hayatında da görüyoruz. İftiraya uğruyor. Kendisine eziyetler yapılıyor bu kez eziyetleri yapan kardeşler değil amcadır: Ebu Leheb Amca(!)
Burada kuyu hazır değil, kuyusu kazılması düşünülen bir peygamber var. Kuyuların kazılmasını bir kazanım olarak görenler kendi kuyularını kazdıklarının farkında değildir. Hem de ateşten kuyular…
Bu iki güzel Peygamberin imtihanlarına baktığımızda her ikisi sevdiklerinden mahrum bırakılmış her ikisinde de yolculuk var: Biri Mısır’a, biri Sevr’den Medine’ye… İşte asıl sınav bu uzun yolda çileli hayata sabır etmektir.
Sabır durağan değil, değişken özelliğine sahip olduğu için insanın durumunu değiştirebiliyor. O yüzden denilmiştir:
‘Sabır, insanı insan belki de sultan eder; sabırdan yoksun insan her şeyini kaybeder.’
Sabır ve teslimiyet insanın umudu olmalı.
Kuyularda mı kaldın?
Yusuf bulur, üzülme!
Ateşlere mi atıldın İbrahim misali?
Bir gül bahçesine döner, kaygılanma!
Dalgalar mı boğuyor, Hz. Yunus misali?
Selamet sahiline varırsın, endişe etme!
Güneş yakmaya mı başladı?
Ömer bakar, hayıflanma!
Yaraların mı çoğaldı? Hz. Eyüp sarar, dert etme!
Yeter ki teslim et, kendini Rabbine!..
Selam ve dua ile…