Elif Yüksek / Nisanur Dergisi
Hey sen! Evet, sen ey nefsim…
Ne dersem diyeyim, ne edersem edeyim bu gerçek değişmeyecek. Sen varsın ve var olmaya devam edeceksin. Ta ki son nefesimi verip tebdili mekân edene kadar… Şu halde evvela seni kabullenmem sonra tanımam gerek. Ve seninle, sana rağmen yaşarken ipleri elinden çabucak alıp kalbime ve ruhuma teslim etmem sonrasında ise onlara galebe çalmaman için seni gözaltına almam gerek! Zira sen Halık-ı Kâinat’a bile ‘sen sensin ben de ben’ deme cüretinde bulunmuşsun… Kendine yaraşır bir de dost/destekçi edinmişsin. Ya da o seni dost edinmiş ki kibir ve isyanda hep en önde olmuş. Bu nedenle ‘mutmain’ olup rabbine dönene ve rızayı yudumlayıp huzura erene dek ensendeyim, bilesin!
Söyle bakalım. Şu an yalnız mısın? Sen, kalbim ve ruhum… Yani ‘ben’! Ya da ‘biz’… Hangisi daha yerinde bir hitap olur şu an kestiremiyorum ama şimdilik ‘sen’ diye hitap etmek istiyorum… Şu bildiğimiz ‘sen’.
Şayet yalnızsan ve zamanın da varsa uygun bir yere otur ve arkanı yasla. Gözlerini kapat. Ama yalnızca gözlerini, ruhun ve kalbin açık ve duyarlı kalsın…
Şöyle derin bir nefes al. Öyle ki şiddetinden adeta ciğerlerin patlasın! Göğüs kafesin sıkışsın. Başından bedenine doğru yayılan o serinliği hisset. Parmak uçlarında beliren zonklamanın tesirini tut ve kaybetmemeye çalış. Ama öyle sadece bedeninle değil ruhunla tut. Hatta en çok ruhuna tuttur onu. Ona hissettir. Ona duyumsat. Sen farkında değilsin –ya da olmamak işine geliyor- ama en çok ruhun muhtaç o serinliğe. Ve en çok o duyumsadığında ‘rahat’layabilirsin…
Sonra usul usul, yavaşça ve hiç acele etmeden bırak. Her ne kadar karbondioksite dönüşüp havayı bir nebze kirletse de o enfes nefesin sende müthiş bir etki bırakacağına olan inancın tam olsun. Ardı sıra aldığın bu nefeslerin hem bedenini hem ruhunu temizleyeceğini ve rahatlatacağını göz ardı etme.
Şimdi düşün! Tüm yönleriyle, eğip bükmeden, ayan beyan, yılışıksız ve kaygısızca…
Karnında ne var?
“Nasıl yani, yediğim içtiğim mi? Yoksa organlarım mı?”
Hayır, Âl-i İmran Suresi 35. ayeti kerime ışığında düşün. Gözün kapalı ama gönlün açık olsun, demiştim. Yediğin içtiğin, gördüğün duyduğun, bildiğin gezdiğin senin olsun! Bana maneviyattan; ne hissettiğinden haber ver…
“Hani İmran`ın karısı: ‘Rabbim, karnımda olanı, `her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak` Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen’ demişti.”
Şimdi tekrar soruyorum.
Ne dersem diyeyim, ne edersem edeyim bu gerçek değişmeyecek. Sen varsın ve var olmaya devam edeceksin. Ta ki son nefesimi verip tebdili mekân edene kadar… Şu halde evvela seni kabullenmem sonra tanımam gerek. Ve seninle, sana rağmen yaşarken ipleri elinden çabucak alıp kalbime ve ruhuma teslim etmem sonrasında ise onlara galebe çalmaman için seni gözaltına almam gerek! Zira sen Halık-ı Kâinat’a bile ‘sen sensin ben de ben’ deme cüretinde bulunmuşsun… Kendine yaraşır bir de dost/destekçi edinmişsin. Ya da o seni dost edinmiş ki kibir ve isyanda hep en önde olmuş. Bu nedenle ‘mutmain’ olup rabbine dönene ve rızayı yudumlayıp huzura erene dek ensendeyim, bilesin!
Söyle bakalım. Şu an yalnız mısın? Sen, kalbim ve ruhum… Yani ‘ben’! Ya da ‘biz’… Hangisi daha yerinde bir hitap olur şu an kestiremiyorum ama şimdilik ‘sen’ diye hitap etmek istiyorum… Şu bildiğimiz ‘sen’.
Şayet yalnızsan ve zamanın da varsa uygun bir yere otur ve arkanı yasla. Gözlerini kapat. Ama yalnızca gözlerini, ruhun ve kalbin açık ve duyarlı kalsın…
Şöyle derin bir nefes al. Öyle ki şiddetinden adeta ciğerlerin patlasın! Göğüs kafesin sıkışsın. Başından bedenine doğru yayılan o serinliği hisset. Parmak uçlarında beliren zonklamanın tesirini tut ve kaybetmemeye çalış. Ama öyle sadece bedeninle değil ruhunla tut. Hatta en çok ruhuna tuttur onu. Ona hissettir. Ona duyumsat. Sen farkında değilsin –ya da olmamak işine geliyor- ama en çok ruhun muhtaç o serinliğe. Ve en çok o duyumsadığında ‘rahat’layabilirsin…
Sonra usul usul, yavaşça ve hiç acele etmeden bırak. Her ne kadar karbondioksite dönüşüp havayı bir nebze kirletse de o enfes nefesin sende müthiş bir etki bırakacağına olan inancın tam olsun. Ardı sıra aldığın bu nefeslerin hem bedenini hem ruhunu temizleyeceğini ve rahatlatacağını göz ardı etme.
Şimdi düşün! Tüm yönleriyle, eğip bükmeden, ayan beyan, yılışıksız ve kaygısızca…
Karnında ne var?
“Nasıl yani, yediğim içtiğim mi? Yoksa organlarım mı?”
Hayır, Âl-i İmran Suresi 35. ayeti kerime ışığında düşün. Gözün kapalı ama gönlün açık olsun, demiştim. Yediğin içtiğin, gördüğün duyduğun, bildiğin gezdiğin senin olsun! Bana maneviyattan; ne hissettiğinden haber ver…
“Hani İmran`ın karısı: ‘Rabbim, karnımda olanı, `her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak` Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen’ demişti.”
Şimdi tekrar soruyorum.
...