ANTAKYA- İslamiyetlin ilk fethettiği yerlerden biri olan Antakya, köklü tarihiyle günümüz hayatına pekçok değer katıyor. Ortak miras olarak kabul edilebilecek bu değerlerin başında da Antakya’nın 1400 yılına tanıklık etmiş tarihi camisi bulunuyor. Bu camii ‘Anadolu’da inşa edilen ilk Camii’ olan Habibi Neccar Camii’dir
Antakya’ya` gidenlere mutlaka Kurtuluş Caddesi ile Kemalpaşa Caddesi kavşağındaki Habib-i Neccar Camii`ni ziyaret etmeleri tavsiye ediliyor. Çünkü bu caminin hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar için önemli bir anlamı var.
Anadolu’nun ilk camii olan Habib-i Neccar Camii Antakya’da yapılmış ve Müslümanlık Anadolu’ya buradan yayılmaya başlamıştır. Habib-i Neccar Camii Hz. Ömer’in komutanlarından Ebu Ubeyde Bin Cerrah tarafından M.S 636 yılında inşa edilmiştir.
Hıristiyanların uğrak mekanı
Cami, özellikle şehri ziyarete gelen Hıristiyanların uğrak mekânlarından biri olmuş. Hıristiyanlar için önemli, çünkü bir Müslüman ibadethanesinin avlusunda Hz. İsa`nın havarileri Yahya, Yunus ve Şem`un-ı Sefa`ya (bu isimler yabancı kaynaklarda sırasıyla Yuhanna, Pavlos ve Petrus olarak geçiyor) ait olduğu rivayet edilen kabirler var.
Müslümanlar için önemi ise bu mekanın Anadolu`da yapılan ilk cami olması ve Habib-i Neccar`ın hikayesinin Yasin sûresinde anlatılması. Hatta tarihî kaynaklarda İslamiyet`in Anadolu topraklarına buradan yayıldığı anlatılıyor. İsa Peygamber döneminde yaşamış bir Allah dostunun adını taşıması da Habib-i Neccar Camii`ne farklı bir özellik kazandırıyor.
Allah onu Kur’an’da bildirdi
Kaynaklarda belirtildiğine göre Habib-i Neccar, marangozlukla uğraşan kendi halinde sıradan bir Antakyalı (Neccar Arapçada marangoz demek). Hazreti İsa`ının elçileri Yahya ve Yunus şehre gelmeden önce kazancının yarısını fakir fukaraya veren, diğer yarısını çocuk çocuğuna harcayan, Allah`ın has kullarından biri. Yasin sûresinin 20. ayetinde "o sırada şehrin öbür ucundan bir adama koşarak geldi" diye bahsedilen kişinin Habib-i Neccar olduğu ve Yasin`in 13-32 ayetleri arasında anlatılan sonu kanla biten olayın Habib, Yahya, Yunus ve Şem`un-ı Sefa arasında geçtiğine inanılıyor.
Habibi-i Neccar`ın ve camiinin Antakya`da anlatılan hikâyesi ise şöyle:
Habib-i Neccar ve İsa Peygamber`in elçileri
Habib-i Neccar Camii, ismini, caminin avlusunda kabri bulunan bir zattan alıyor. İsa Peygamber döneminde gönderilen elçilere iman eden ve inancından dolayı şehit edilen Habib-i Neccar, cüzam hastası bir oğlu olduğu için şehrin doğusundaki dağda bir mağarada ikamet etmektedir.
Hazreti İsa`nın gönderdiği elçiler, Yahya ile Yunus şehre dağ tarafından girer ve ilk olarak Habib-i Neccar ile karşılaşırlar. Habib-i Neccar, yabancılara kim olduklarını sorar. `İsa Peygamber`in havarileriyiz` cevabını alınca onlardan bir delil ister. Onlar da `Biz hastalara şifa veririz.` derler. Marangoz Habib, havarileri oğlunun yanına götürür. Elçiler, Allah`a dua eder, sırtını sıvazlarlar ve çocuk, Allah`ın izni, elçilerin eliyle şifa bulup ayağa kalkar. Bu olay karşısında Habib-i Neccar, havarilere tereddütsüz iman eder.
Tek bir Yaratan olduğunu anlatmak için şehre inen elçilerin sözüne kimse itibar etmez. Ancak çeşitli hastalıklara şifa verdikleri şehirde de duyulur ve halk etraflarında toplanmaya başlar. Bunu duyan şehrin kralı elçileri sorgusuz sualsiz zindana attırır.
Hz. İsa, havarilerinden uzun süre haber gelmeyince üçüncü elçi Şem`un-ı Sefa`yı Antakya`ya gönderir. Şem`un-ı Sefa, ilk iki elçi gibi kimliğini açığa vermez, saraya kadar girmeyi başarır. Kralın güvenini kazanınca önceki elçilerden bahseder. "Kralım bu yabancılar çeşitli hastalıklara şifa verdiklerini iddia ediyorlar. Bunları bir imtihan edelim." der. Kral da onu kırmaz, zindandaki elçileri huzuruna getirtir. Şem`un-ı Sefa, arkadaşlarına sorar: `Siz kimsiniz, nereden gelip nereye gidiyorsunuz?` Onlar da İsa Peygamber`in elçisi olduklarını söylerler. `Madem sizi bir peygamber gönderdi, elinizde bir delil olması lazım.` der. Onlar da amaların gözlerini açabildiklerini, ölüleri dirilttiklerini söylerler. Yeni ölmüş bir ceset önlerine getirilir. Yahya ve Yunus açıktan, Şem`un-ı Sefa içinden dua eder ve ölü dirilir. "Ey Antakya halkı eğer siz de öldükten sonra benim gördüklerimi görmek istemiyorsanız, çok zor durumdayken beni kurtaran bu üç kişiye tabi olun." diye halkı uyaran kişi, eliyle üç elçiyi işaret edince Şem`un-ı Sefa`nın da kimliği açığa çıkar.
Kral hayretle sorar: `Şem`un sen de mi bunlardansın?` Çok zeki olan üçüncü elçi, soruya soruyla cevap verir: "Kralım bu yabancılar çok olağanüstü bir hal gösterdiler, sen de taptığın putlarına söyle, daha üstün hünerler göstersinler. Yoksa bunlar seni halkın önünde mağlup ediyorlar." Kral köşeye sıkışınca itiraf eder: "Şem`un senden gizlim saklım yok. Bizim taptığımız putların böyle güçleri yok. Yemez, içmez, konuşmazlar." Bunun üzerine Şem`un kralı ikna eder ve kralın iman ettiği rivayet edilir. Ancak inancını halka açıklamaz. Halk da iman etmemekte direnir. Büyü yapıldığını söyleyip elçileri linç etmeye kalkarlar. Bu sırada Habib-i Neccar koşarak şehre gelir ve "Ey kavmim, bu elçilere uyun. Sizden hiçbir ücret istemeyen o kimselere tabi olun, onlar doğru yoldadırlar" der. (Yasin Sûresi`nin 20-22 ayetlerinde geçen bu sözleri Habip Neccar`ın söylediğine inanılıyor.) Ama halk hem havarileri hem de Habib-i Neccar`ı taşlayarak şehit eder.
Antakya halkı helak oluyor
Antakya halkı, marangoz Neccar`ın yaşadığı mağarada başının koparıldığına ve kopan başın tepeden yuvarlanarak türbenin olduğu yere geldiği kaynaklar’da geçiyor. Habib-i Neccar`a öldükten sonra cennetteki makamı gösterilir. Bunun üzerine "Keşke Rabb`imin beni bağışladığını ve güzel biçimde ağırlananlardan eylediğini kavmim bilseydi" der. (Yasin 26-27) Bu olaydan sonra Antakya halkı helak olur. Yasin`in 28-30. ayetlerindeki `Ondan sonra onun kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirmeyiz de. Cezaları korkunç bir sesten ibaretti, sönüp gidiverdiler" ifadesinin bu felaketi anlattığı rivayet ediliyor.
Antakya İslam’la şerefleniyor
Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra Antakya`da yeni bir yerleşim yeri kurulur ve Hz. Ömer`in hilafeti döneminde 636 yılında İslam ordusu şehri fetheder. Mezarların yeri tespit edilir, onların ve fethin anısına cami ve türbeler yapılır.
Camii’nin tarih serüveni
Habib-i Neccar Camii, Türkiye sınırları içerisinde ilk yapılan cami olarak biliniyor. 969`a kadar cami olarak kullanılan bina şehir Hıristiyanlar eline geçince kiliseye çevrilir. Süleyman Şah döneminde 1084 yılında şehri tekrar Müslümanlar ve bina yeniden cami olur. 1096 Haçlı Seferleri`nde yine kilise olur, en son 1268`de Memluk sultanı kiliseyi camiye çevirir ve o tarihten bugüne kadar cami olarak kalır. Ancak Hatay birinci derece deprem bölgesi olduğundan 1853`teki büyük depremde öndeki yapı tamamen yıkılmış. Şu andaki haliyle 1857 yılında inşa edilmiş.
Hz. İsa’nın havarilerinin burada olması, Hıristiyanlarca kutsal kabul edilmesi, Anadolu`da ilk yapılan cami olması nedeniyle Habib-i Neccar Camii, Antakya`da hoşgörünün sembollerinden biri olarak kabul ediliyor. (Fikret Kavgalı/Mehmet Ün-İLKHA)