ABDULKADİR TURAN / DOĞRUHABER / ANALİZ
Toplumun kendisine benzer liderler talep etmesi hem bir gereklilik hem bir haktır. Toplumun bu talebine zıt bir liderlik dayatıldığında bir çatışmanın ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bir zamanlar Türkiye için “Sabah namazına kalkmayan Türk halkını anlayamaz, Türkiye’yi yönetemez” denirdi. Bu düşünceyi ifade edenlerin bir bölümü dindar değildi, onlar sadece liderliğe talip olanların toplumsal değerlerle barışık olmasının önemini vurguluyorlardı.
Öcalan’ın Kürt halkı için liderlik iddiasına buradan bakıldığında anlaşılmaz bir durum söz konusudur. “Sabah namazına kalkmak” bir yana Kürt halkı neye inanıyorsa ona karşı olan birinin liderliği... Allah’a inanan bir Kürt halkının Allah’a inanan bir liderlik talebi hakkı vardır. Allah’a inanan bir Kürt halkına Allah’a inanmayan bir lider... Allah’ın Peygamberini önder kabul etmiş Kürt halkına Allah’ın Peygamberine düşman bir lider... Allah’ın kitabını çocuklarına okutmak için bağını bahçesini işlemekten vazgeçebilen bir Kürt halkına Allah’ın kitabı aleyhine konuşan bir lider... Dünya hayatını ahiretin tarlası bilen bir Kürt halkına Ahiret günüyle alay eden bir lider dayatmanın normal olmadığını sol kesim de biliyor. Öcalan’ın liderliğinde ısrar, Kürt halkının lehine bir tutum değildir. Kürtlerin rahat etmesi için Kürt solunun bu inattan vazgeçmesi ve Öcalan’ın liderliğini tartışmaya açması gerekir.
Öcalan da onun destekçileri de bunun tartışılması durumunda kaybedeceklerini bildikleri için çözümü Batı’nın desteğinde arıyorlar ve bu desteği almak için hiçbir ölçü tanımıyorlar. Daha önceki ulusalcı liderlerden hiçbiri İslam’a açıkça saldırmakta bu kadar hırslı değildi.
İSLAM’I ANCAK KENDİSİ TASFİYE EDEBİLİRMİŞ!
Öcalan, “Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru” başlığı altında yayımlanan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne gönderdiği savunmasında içinde bulunduğu inanç bunalımını duyurmakla kalmıyor. Diğer ulusal solcu liderler gibi İslamiyet hakkında ne yapacağına dair Batı’ya bir eylem planı da sunuyor. Türkiye’de idam cezasının bulunduğu o günlerde adeta, beni ölümden kurtarırsanız ben sizin için yüzyıllardır başaramadığınız bir işi başaracağım ve sizin çıkarlarınız için İslamiyet’i tasfiye edeceğim, diyor. Daha önce din hakkında verdiği çürük bilgileri de bu vaat için kullanıyor.
Ona göre; daha önce Batı’ya İslam’ı yok etme vaadinde bulunup da beceriksiz çıkanlar, din hakkında ta Sümerlere varan derin bilgiye(!) sahip değildiler. Kendince o, bu konuda dersine iyi çalışmış. Batı’ya düşen daha öncekilere verilen rolün bir kez olsun kendisine verilmesi, ona bir şans tanınmasıdır.
İslamiyet’in tarihi rolünü tamamladığını, İslamiyet’i ortadan kaldırma teorisini akıllıca bir tasfiye planıyla kolaylıkla uygulayabileceğini iddia ediyor:
“İslamiyet, Ortadoğu’daki üçüncü büyük çıkış olarak rolünü oynadıktan sonra tarihte unutulmaya yüz tutacak, diğer bir deyişle lanete ve ihanete uğrayarak terk edilecektir. Bu hazin ama anlaşılır bir sonuçtur. Bu bakımdan Hz. Muhammed’in son peygamber olma kehaneti anlamlıdır.” (s.252)
ÖCALAN İSLAMİYET’İ NASIL TASFİYE EDECEKMİŞ?
Öcalan’ın vaatlerinde yeni bir şey yok. Öcalan, Batı’nın karşısına 20. yüzyılda İslam dünyasında pek çok ülkede denenen önerilerle çıkıyor. Bu öneriler, Müslümanların Birinci Dünya Savaşı’nın ardındaki yenilmişlik dönemine denk gelmesine rağmen hiç etkili olmadı. Müslümanların camileri müzeye dönüştürüldü. Müslümanların toplu ibadetleri yasaklandı. İbadetin diliyle oynandı. İslami giysiler yasaklandı. Ancak Müslüman halk, dininden vazgeçmedi.
Öcalan, iddia ettiğinin aksine dersine iyi çalışmamış ki, “Arabistan’da halen kıble denilen namazda yön anlayışı, Romalıların Kibele adlı tanrıçasından izler taşımaktadır.” (s.54) diyebiliyor. Arapçada “yönelmek” kelimesi ile ilgili olan “Kıble” ile Romalıların “Kıbele” tanrıçası arasında ilgi kurmak için dinden de dünyadan da habersiz olmak gerekir.
NAMAZ TİYATRODUR KURBAN VAHŞET
Öcalan, bu habersizlikle,
“Dinde reform yapılmalı.
Ayetler ve hadisler materyalist anlayışa göre yeniden yorumlanmalı.
Cennet ve cehennem gibi ütopik(hayal ürünü) kavramlar dinden çıkarılmalı.
Namaz, ilkel toplumların bir tiyatrosudur. Namazın yerine daha soylu bir tiyatro geliştirilmeli.
Camiler, tiyatronun da oynandığı kültür-sanat salonlarına dönüştürülmeli.
Tam bir vahşet hâlini alan kurban yasaklanmalı.
Kurbanın yerine bir yardımlaşma fonu kurulmalıdır.
Bütün bu çalışmalarla toplumsal yaşamda dinin yerini bilim almalı.” (s.408,409)
ÖCALAN KÜRT HALKINA NE ÖNERİYOR?
Öcalan sözde savunmasının büyük bir bölümünü Kürtleri hatta bütün “Ortadoğu” halklarını İslamiyet’ten nasıl uzaklaştıracağı konusu üzerinde durmuş. Ancak İslamiyet’in yerine ne önerdiğini sadece satır aralarında belirtmekle yetinmiş. Satır aralarında dile getirdikleri bu görüşler, oldukça çelişkilidir. Kürtlere bir yandan Zerdüştlüğü sevdirmeye çalışmakta, bir yandan keşke tüm Ortadoğu (!) Müslüman olacağına Hıristiyan olsaydı demekte, bir yandan da tüm Kürtleri materyalistleştirecek Marksist önerilerden söz etmektedir. Bu konudaki oldukça dağınık görüş ve önerileri de şu şekilde sıralanabilir:
İSLAMİYET’İN ARAP DİNİ OLDUĞUNUN KÜRTLERE KABUL ETTİRİLMESİ
İslam, Rabbimizin bütün insanlık için belirlediği son dindir. Tarihin hiçbir aşamasında hiçbir Müslüman topluluk, bunun aksini iddia etmemiş. Hangi milletten olursa olsun bütün Müslümanlar birbirlerini kardeş kabul etmişlerdir. Kavmiyetçilik hastalığına yakalanan insanlar, bile bunun aksini iddia etmemişler. Ancak İngilizlerin çabasıyla başta Türkiye olmak üzere İslam dünyasında kimi İslam düşmanları bu tür iddiaları dile getirmişler. Bu iddiaların halk arasında kabul görmediği anlaşılınca yavaş yavaş gündemden kalktığı görülmüştür. Ancak Öcalan, bu iddiaları yeni bir şeymiş gibi gündeme getirmekte ve bir adım daha ileri giderek haşa “Allah”ın da Araplara ve Yahudilere ait olduğunu ileri sürmektedir:
“Allah, milliyetçi yani ağır basan bir tanrıdır. Sami(Yahudi) ve Arap toplumsal gücünün en üst ideolojik yansımasıdır.” (s.360)
“Hz. Muhammed, Arabın Aceme üstünlüğü ibadet derecesindedir, demişse de kavmi niteliği fazla aşamadığını belirtmek gerçekçi olmaktadır.” (s.225)
Şunu belirtmekte yarar var: Öcalan, pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da çelişkiye düşmekte, bir yerde İslamiyet’in Arap dini olduğunu iddia ederken başka bir yerde İslamiyet’in bütün insanlığa yönelik olduğunu iddia etmektedir. Daha doğrusu kendince kurnazlık yapmakta, örneğin İslam’ın dünya için bir tehlike olduğuna dikkat çekerken İslam’ın bütün insanlığa yönelik olduğunu belirtiyor. Kürtlerden söz ettiğinde ise Kürt halkını İslamiyet’ten soğutmak için İslam’ın yalnız Araplara yönelik bir din olduğunu, Allah’ın birliğine iman fikrinin bile Arap kabilelerini birleştirmeye yönelik olduğunu iddia ediyor.
Bir dönem Türklere İslamiyet’in Araplara ve İranlılara çok şey kazandırdığı ancak kendilerine bir şey kazandırmadığı, hatta kendilerinin ezilmesine yol açtığı düşüncesi aşılanmaya çalışıldı. Öcalan, bu görüşü Kürtler için gündeme getirmekte, kendinceKürtlere yeni bir öneri sunmaktadır:
“İslam dini, Araplar, Farslar ve Türkleri milliyet ve ulus olarak güçlendirip devleştirirken Kürtlerin asimilasyonunda ve ezilmesinde temel rol oynamıştır. Kürtler, feodal İslam dinini kendileri için ideoloji haline getirememişler, bu konuda yapılan denemeler bir sonuç verememiştir.”
ÖCALAN KÜRTLERE ZERDÜŞTLÜĞÜ HATIRLATIYOR
İslam dünyasında 20.yüzyıldaki mürtetleştirme çalışmalarının üçayağı vardır:
1.Halkı İslamiyet öncesi dinlerine götürme çabası:
En yaygın çabadır. Fransız İhtilali’nin yol açtığı milliyetçilik çabası doğrultusunda İslamiyet için özel geliştirilmiş bir çabadır.
Fransız milliyetçisi olmak için Fransızların, İspanyol milliyetçisi olmak için İspanyolların Hıristiyanlığı terk edip eski dinlerine geri dönmesi gerektiği iddia edilmemiş. Ama milliyetçi Türklere ısrarla Şamanizm hatırlatılmış, gerçek bir Türk milliyetçisinin ancak Şamanist olabileceği söylenmiştir. Hatta Araplara bile putperest geleneklerinin bir kültür mirası olduğu kabul ettirilmeye çalışılmış, başta Baasçılar olmak üzere kimi Arap milliyetçileri bu düşünceyi açık açık dile getirmişler, ancak Müslüman halkın desteğini kaybetme korkusuyla sonraki dönemlerde bundan vazgeçme eğilimi göstermişlerdir.
Öcalan da ısrarla Zerdüştlük üzerinde duruyor; “Antik köleciliğe karşı üstün bir inanç ve moral ören Zerdüşt geleneği, Buda, Sokrates ve daha sonra İsa’yı etkileyerek temel bir zemin olmuştur.” (s.163)diyerek Zerdüştlüğün insanlığın gelişmesine büyük katkıda bulunduğunu iddia ediyor. Bununla yetinmiyor, Mani dini gibi dinleri övüyor ve Kürtlerin çağdaşlaştırılmasında onlardan yararlanılması gerektiğini iddia ediyor. Bu noktadaki en dikkat çekici iddiası Hıristiyanlığın aslında Zerdüştlükten doğduğudur.
Öcalan böylece Kürtlerin köklerini Hıristiyanlıkla ilişkilendirmekte ve ortaya garip bir din çıkarmaktadır:
“Zerdüşt’ün yeni ahlakıyla İbrani kültürünün sağlam peygambersel özü birleşerek ortaya İsevilik(Hıristiyanlık) çıkmıştır.” (s.161) ifadesiyle bu iddiasını somutlaştırıyor.
Bir dönem Türklere Şamanizmin İslamiyet’e çok yakın bir din olduğu düşüncesi kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Bu çabayla Türklere “Siz Müslüman olmadan önce de Müslüman gibiydiniz. O halde İslamiyet, sizin yaşamınıza çok şey katmış değildir. Bu durumda siz İslamiyet’i terk de etseniz çok şey kaybetmiş olmazsınız.” denmiştir. Öcalan da sözde savunmasında “Hıristiyanlık,Musevilik ve Zerdüştlük, Hz. Muhammed’in çıkışında resmi ideoloji konumundadırlar.” (s.192) diyerek İslamiyet’le Zerdüştlük arasında ilgi kuruyor, böylece Kürtlere aynı mesajı veriyor.
Öcalan, savunmasında Mani dini üzerinde de duruyor ve insanlığın bu dini kabul etmemekle çok şey kaybettiğini iddia ediyor:
“Mani öldürülmeseydi Ortadoğu Batı’nın ulaştığı medeniyet düzeyine Batı’dan önce ulaşabilir ve bütün dünya bundan yararlanabilirdi” sözü ona aittir.
2. Halkı Hıristiyanlaştırma çabası:
Misyonerlerin elleriyle bir sömürü aracı olarak kullanılan Hıristiyanlık, bütün Ortadoğu’ya yayılmaya çalışılmış, bu konuda çoğu zaman yerel yöneticilerin desteği alınmış, ancak istenen sonuç elde edilememiştir. Öcalan, bu çabayı yeniden gündeme getirmekte ve Kürt halkının Hıristiyanlaştırılması fikrine açık olduğunu ima etmektedir. Muhtemelen AİHM’in Hıristiyan kökenli hakimlerine bir mesaj vermeye çalışıyor. Onlara beni serbest bıraktırın, ben sizin en istediğiniz şey neyse onu yaparım, diyor. İşte bu konudaki düşüncesi:
“İnsan şu soruyu sormadan edemiyor: Avrupa’da olduğu gibi Asya’da da daha aydın bir kilise ile Hıristiyanlık kurumlaşıp egemen olsaydı acaba tarih nasıl gelişirdi? Önce Mani’nin ardından Süryani rahiplerinin önderlik ettikleri aydınlanma ve yeniden uygarlaşma şansını yitirmekle Mezopotamya’nın çok şey yitirdiğine insanın inanası geliyor. Emevi ve Abbasi sultanlarının ellerindeki İslam’ın gücüyle bu topraklara layık bir büyük uygarlık yaratamadıkları görülmektedir.”
3. Halkı materyalistleştirme çabası:
Sosyalizmin yoksullukla mücadele, toprak reformu gibi vaatlerinin üstüne sos yapılan materyalizm ne yazık ki gençler arasında bir dönem etkili olmuş ve pek çok insanın dinden çıkmasına yol açmıştır. Bu çaba Baas Partisinin kurucusu olan Mişel Eflak’ın önerisiyle İslam dünyasında hızlandırılmıştır. Mişel Eflak, Ortadoğu halkının İslamiyet’ten sonra asla Hıristiyanlığa dönmeyeceğini, bunun için Hıristiyanlaştırma çabalarının yerine dinsizleştirme çabasının verilmesi gerektiğini belirtmiş, bu görüşü sömürgeci Batılılarca kabul görmüş. Batılılar, İslam dünyasındaki neredeyse bütün komünist örgütleri desteklemişlerdir.
Öcalan de materyalizmi önermekte ve bunun hem Kürtler hem tüm insanlık için en büyük aydınlanma olduğunu iddia etmektedir.
İSRAİL DOSTLUĞU
Öcalan, sözde savunmasında İsrail’e de bir selam vermeden geçemiyor ve israil devletinin ortaya çıkışının tarihsel bir zorunluluk olduğunu iddia ediyor:
“Alman faşizmiyle birlikte israil devletinin doğuşu zorunluluk olmuştur.” (s.422)
Filistin sorunu konusundaki görüşü bundan daha da kötüdür. O, israil-Arap federasyonunun kurulmasını öneriyor, böylece bütün
Arapların israil hakimiyetine girmesini uygun görüyor, hatta Arapların israil tarafından demokrasi terbiyesinden geçirilmesini tavsiye ediyor(!):
“Bir israil –Filistin demokratik federasyonu, tüm Arapları da aynı çatı altında birleşmeye zorlar. Bazı gerici çevrelerin dışında tüm
Ortadoğu bölgesinin bu federasyondan büyük yarar göreceği açıktır. 21.yüzyıl israil –Arap ilişkilerinin demokratik federasyon altında çözüme gitmesi kaçınılmaz görünmektedir. İsrail’in dünya çapında demokrasi deneyimi, Arapları demokratikleştirmede tarihi bir rol oynayabilir.” (s.423)
Sonuç olarak Öcalan, sözde savunmasında Kürt halkının ezilmişliğini gündeme getirip Kürt halkı için isteklerde bulunacağına
Kürt halkını İslamiyet’ten uzaklaştıracak her tür öneriye açık olduğunu belirtiyor; Batılılara ben Kürtlerin Zerdüşt dinine döndürülmesine de Hıristiyanlaştırılmasına da materyalistleştirilmesine de razıyım. Bunlardan hangisini uygun görürseniz onun için çalışırım, ben emrinize hazırım, yeter ki bana sahip çıkın, diyor.
Bitti…
Not: Sayfa numaraları kitabın Mem Yayınları tarafından yapılan ilk baskısına aittir.