DİYARBAKIR – Risale-i Nur talebelerinden Çantacı Necmi olarak tanınan Necmi İLGEN Hoca, Dicle Üniversitesinin düzenlemiş olduğu bir konferans programı kapsamında Diyarbakır’a geldi. Necmettin İlgen’i namı diğer Çantacı Necmi’yi İlke Haber Ajansı’na anlatan Necmi İlgen, hakkında merak ettiğimiz sorularımızı da yanıtladı.
İLKHA: Hocam kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Kimdir Çantacı Necmi ve Çantacı ismi nereden geliyor?
Necmi İlgen: Çantacı Necmi Hoca garibanın biridir. Benim çantacı dükkânım vardı onun için çantacı tabiri oradan gelmedir. Tabi biz elli sene önce bu nurları tanıdık. O zamanlar malumunuz nurcular basılırdı hep, yakalanırdı. Kısacası yasaklık korkusu vardı. Herkesi içeri atıyorlardı. Diyelim ki Diyarbakır’dan bir kardeşimiz İzmir’e gelecek. Cemaati bulmak istiyor. Nasıl bulacak? Diyorlar ki; Basmahane ’de Çantacı Necmi var. Onu bulursan o sana tarif eder. Kastamonu’dan biri geliyor çantacı Necmi’yi soruyor, Van’dan biri geliyor çantacı Necmi’yi soruyor, bu şekilde çantacı Necmi’nin adı çıktı dokuza artık inmez sekize. Adım Necmettin de kısa adı Necmi diye böyle duyulduk işte.
İLKHA: Risale-i Nur’un hayatınızda ki önemi anlatır mısınız?
Necmi İlgen: Bizler Risale-i Nur ile hayat bulduk. Çünkü Risale-İ Nur Kur’an’ın hakikatleridir. Bediüzzaman Said’i Nursi, “Sesim yetişse bütün dünyaya bağıracağım sözler güzeldirler, hakikattirler ama benim değiller diye’’ diyordu. Onun için Üstad diyor ki; Ben bir çekirdektim çürüdüm. Ondan bir Risale-İ Nur çıktı. Onun için biz risale-i nurları okuduğumuz zaman hayat bulduk diyoruz. Daha öncesinde yaşıyorduk ama diğer yaşayanlar gibi yaşıyorduk. Ne için yaşadığımızı bilmiyorduk. Risale-i Nurların sayesinde ben neyim, nereden geldim, nereye gideceğim sorularını ve cevaplarını gördük. Onun için hayatımı değil, her şeyimi Kuran’a ve Risale-i Nur’a borçluyum.
İLKHA: Hocam Risale-İ Nur, dinsizlik akımının ciddi anlamda toplumu kasıp kavurduğu bir dönemde Allah-u Teâlâ’nın bu topluma bahşettiği güzel bir hediyedir. Bu hediyenin özellikle yetiştirmiş olduğu insanlar ve camialar bugün de ortaya koyduğu güzel fikirler ve yapmış olduğu çalışmalar toplumda ciddi anlamda itibar görüyor. Ancak bunlara rağmen bugün gelinen noktada gençlik tarafından risale-i nurun bilinmeyişi ya da gereği gibi anlaşılmaması gibi bir sıkıntı var bu konuda ne tavsiye ediyorsunuz?
Necmi İlgen: Risale-i Nur’un bilinmeyişi biraz da bizim tembelliğimizden kaynaklanıyor. Geçmişte çok büyük menfi ideolojiler, menfi cereyanlar ve menfi söylemlerle halkı ürkütmüşler. Bizde o dönemin şartlarında yasak olduğu için böyle bugün ki gibi konferanslar, Üniversitelerde sohbetler yapamıyorduk ki duyuralım. Onun için hiçbir fikir akımı birdenbire kabul edilmiyor. Risale-i Nur imansızlığa ve dinsizliğe karşı çok büyük bir set teşkil etmiştir. Risale-i Nur ilim diliyle konuşuyor, her şeyi ispat ediyor.
Üstat Bediüzzaman diyor ki:
“Kastamonu’da lise talebelerinden birkaç kişi yanıma gelip bize halıkımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar dediler. Onlara dedim ki her fen mütemadiyen Allah’tan bahsedip halıkı tanıttırıyor. Muallimleri değil onları dinleyiniz. Yani sen fenciyi değil de fennin kendisini, fizikçiyi değil fiziği dinle. Onların hepsi lisanı halleriyle Allah’ı ispat ediyorlar. Çünkü onlarda bir düzgünlük, bir nizam ve bir intizam var. Nasıl ki şiir şairi gösterir. Kitap kâtibi gösterir. Fiil faili gösterir. Bu kâinatta zerresinden yıldızına kadar Cenabı Hakkın vahdaniyetini gösterir.
Geçenlerde bana bir tanesi gelip, “Necmi hoca! Allah bir diyorsunuz. Ben nerden bileyim Allah’ın bir olduğunu” dedi. Bende ona dedim ki; Bravo çok güzel bir soru sordun. Şöyle bir bak bakalım kendine, kâinata ve insanlığa bak. O zaman Allah’ın birliğini nasıl göreceksin. Oda bana “göremiyorum” dedi. Bende; Bak ben sana göstereyim. Benim burnum burada. Senin, babanın, ananın, Amerika Cumhurbaşkanı’nın, Fransa Cumhurbaşkanı’nın, keçinin, devenin ve koyunun da burada. Burun diyor ki beni buraya kim koyduysa bütün burunları o koydu. Kulaklar ne diyor bizi buraya kim taktıysa bütün kulakları da o taktı. Köfte yediğinde nerenle yiyorsun. Ağzınla yiyorsun değil mi? Peki, tilki neresiyle yiyor? Oda ağzıyla. İnek otu neresiyle yiyor? Ağzıyla. Var mı bacağıyla yiyen? Yok. Yediren tek olduğu için girişlerde aynı yerden çıkışlarda.
Tabi bu örneklerle karşılaşınca adam donup kaldı ve bana “hocam ve şu elini öpeyim hiç bu kadar detaylı düşünmemiştim” dedi.
İLKHA: Bakıp ’ta göremeyen bir gençlik var bu gün. Malumunuz gençliğimiz bu mana da büyük tehlikenin kenarında. Gençliğe ne tavsiyeleriniz olacak?
Necmi İlgen: Ben sürekli dolaşıyorum. Niçin? Acaba bir kardeşimize bir fikir verebilir miyiz? Bir kardeşimize nurdan aldığımız bakış tarzını tarif edebilir miyiz? Diye. Gaye ve maksadımız odur. Bediüzzaman diyor ki; Bizim vazifemiz imanımızı kurtarmak, başka ehli imanın imanına yardımcı olmaktır. Adam ehli iman ama bira içiyor. Cumaları namaz kılıyor ve oruç tutuyor. Yanlışlar yapıyor ama imanı var onun. İşte biz ona bu hakikatleri anlatarak, ona güzel sözler söyleyerek bu tarafa çekmeye çalışıyoruz. Başka hiçbir gayemiz, hedefimiz, maksadımız yoktur. Sen beni dünyanın sultanı yapsan bile yarın yine öleceğim. Ama bu hizmet Allah rızası için olursa ölsek te öbür tarafta faydası var. Ancak başka gayeyi hedef alarak gittiğin zaman onun karşılığında Allah sana bir şey vermez senin maksadın başkaydı der.
İLKHA: Allah’ın iman nuru üzere yaratmış olduğu insan, içinde bulunduğumuz devrin fitnelerine karşı üzerinde yaratılmış olduğu fıtratına muhalif davranmaktan geri durmuyor. Bilhassa, gençlik bu konuda çok tehlikelerle karşı karşıya. Bu hususta gençliğe ne tavsiye edersiniz?
Necmi İlgen: Cenab-ı Hak, tövbe kapısı açıktır. Tövbe ederseniz ben sizin seyyiatınızı (günahlarınızı) hasenata (hayra) döndürürüm diyor. Ben bir gün Almanya’ya gitmiştim. Bir kahvede konuşuyoruz. Baktım böyle, genç birisi bana bakıyor. Sonra sigarasını yaktı. Konuşmamdan rahatsız olduğu belliydi. Biraz sonra baktım.
Bana dönerek “kardeş sen bunları niye, ne maksatla anlatıyorsun?” diye sordu.
Dedim; kardeşim senin soruna bir soruyla cevap vereceğim; Sen görsen ki, şimdi burada bir şahıs elinde bir kâğıt ve üzerinde yazılı numaralara bakıyor. Sokağa giriyor ve ev numaralarına bakıyor. Bu adama bir şey söyler misin?
Oda bana “söylerim” dedi.
Ne söylersin dedim?
Ne arıyorsun? Adres mi arıyorsun? Yardımcı olayım der misin? dedim.
“Tabi derim” dedi.
Bende; Peki sen bunu ne maksatla yaparsın dedim?
O’da “insanız” dedi.
Bende; eee bizde insanız kardeş dedim.
Adam dünyaya gelmiş nereye gideceğini bilmiyor. Nerden geldiğini bilmiyor. Vazifesinin ne olduğunu bilmiyor. Bizde, bu kitapları okuyarak daha önce istifade ettik. Onunla paylaşmak istiyoruz.
Ben öyle deyince teşekkür ederim dedi. Aslında bir nebze de olsa hakikati anladı.
İşte bizim meselemiz bu. İmanımızı kurtarmak ve ehli imana imanla hizmet etmek. Çünkü biz ahirete inanıyoruz. Ama Ahret’e inanmayan bir sistem tabi ki bunu anlayamaz. “Bunun altında başka bir şey vardır” der.
Bir gün biri bana “eğer bir çorbanız olmazsa bu işi yapmazsınız” dedi.
Bende doğru söylüyorsun dedim.
Sonra ona ölüm diye bir şey var hiç duydun mu dedim?
Oda “duydum” dedi.
Nasıl duydun dedim?
Babam öldü gecenler de dedi.
Dedim başınız sağolsun işte o ölüm birgün bana da gelecek sana da. Ve kabre gireceğim, herkes beni orda bırakıp gidecek. Eğer benim yaptığım bu hizmet Rabbimin rızasına uygunsa orada bana bir çorba verirler. İşte bu çorba orada çıkıyor karşımıza. Evet, aklı olan orası için kendisine bir çorba hazırlar.
(Fikret Özkan - İLKHA)