İman ehli zindan bahadırlarının yardımcısı, mazlum ve mustazafların hamisi Allah Teâlâ yüce kitabımız Kur`an-ı Kerim`de, Bakara süresinin 216. ayet-i celilesinde şöyle buyuruyor; "...Olur ki bazı şeyler hakkınızda hayırlı olduğu halde hoşunuza gitmeyebilir. Bazı şeyler de hakkınızda şer olduğu halde hoşunuza gidebilir. Bunları Allah bilir, fakat siz bilmezsiniz."
Allah Teâlâ imtihan vesilesiyle yarattığı insanoğlunu bir zorluğa, sıkıntıya, bela veya musibete duçar ettiğinde; muhakkak ki, o işte insanın fehm edemediği bir hayır vardır. İnsan bazen o musibetin kendisini hiçbir şekilde bırakmayacağını düşünür. Ümitsizliğe kapılıp hayattan el ve eteğini çeker. Yerine getirmesi gereken sorumlulukları yerine getirmeyip, insani vasıflara yakışmayan davranışlar sergiler. Çevresiyle sorunlar yaşar. Gittiği yeni ortamların huzurunu bozar. Söylediği sözlerin sonrasını düşünmeyip, dostlarının kalbini kırar. Kendisine teselli vermek isteyen büyüklerin sözlerine kulak asmayıp, kendi bildiğini okur. Allah`a şükretmesi gereken yerde şükretmeyip, isyankârları oynar... Böylece imtihanında gerektiği gibi başarılı olamaz ve sonu da hüsrana uğrayanlardan olur.
Allah`ın, kendisini kulluk vazifesini yerine getirmesi için yarattığından şüphe duymayan İslami hassasiyet sahibi insan da Bakara süresi 216. ayeti sırrınca; karşılaştığı bela ve musibetlerin zorluğuna aldırmadan sabır eder. İmanı zayıf olanların yaptıklarını değil de, imanı kâmil olanların yaptıklarını yapar. Hayata karşı hiçbir zaman umutsuz ve bedbin olmaz, musibetlerin bir gün biteceğine inanır. İslami ve insani görev ve sorumlulukları -nerde olursa olsun- eksiksiz yerine getirmeye çalışır ve bunları yerine getirdiğinde çevresini rahatsız etmemeye pür dikkat eder.
İçinde bulunduğu ortamın/zindanın imkânsızlıklarını kendi lehine çevirmeye çalışır. Allah`ın bir emri olan ilim öğrenme konusunda icazet alıncaya kadar uğraş verir. Yıllarca emek verip öğrendiği ilimleri, farklı insanlara anlatma ve aktarma imkânı vermesi için Allah`a dua eder. Allah`ın kendisine uzak diyarlarda yeni imkânlar vermesinden sonra da yüzlerce kez şükreder. Gittiği yeni yerlerin huzurunu bozmamaya gayret eder ve o yeni ortama alışmak için çaba sarf eder. Yeni ortama alıştıktan hemen sonra Allah`a verdiği sözü hatırlayıp, doğru yolu bulmak isteyenlere rehber olmaya başlar... Böylece zor ve sıkıntılı gözüken durumları Allah`ın yardımı ve izniyle kolaylığa çevirmiş olup, hayata karşı ümitvar olur.
Tıpkı Diyarbakır D tipi kapalı cezaevinden ailelerinden uzak memleketlere (Sivas, Trabzon, Giresun, Gümüşhane, Erzurum, Bayburt) sevk adı altında sürgün edilen İslami davanın nazenin gülleri gibi...
Malumunuz olduğu üzere, sevkler -veya sürgünler- geride bıraktığımız ay içerisinde başlamış daha sonrasında da devam etmişti. Toplamda 56 Hizbullah hükümlüsü Diyarbakır D tipi cezaevinden başka cezaevlerine sevk edilmişti. Vicdan sahibi her insan bu sevklerin aslında bir sürgün olduğunu belirtmiş ve derhal durdurulması gerektiğini beyan etmişti. Konuyla ilgili birçok STK basın açıklaması yapmış, bazıları da hükümet yetkililerine bu sevklerin derhal durdurulması için mektup göndermişti. Hükümlülerin aileleri de seslerini Cumhurbaşkanına, Başbakana ve İçişleri Bakanlığına duyurabilmek için günlerce uğraş vermiş, sevklerin en azından yakın illere çıkarılmasını istemiş, ama isteklerine ve seslerine kulak veren hiçbir yetkili çıkmamıştı.
Ailelerinin, dostlarının, zindan ve dava arkadaşlarının sevgi ve muhabbetlerini geride bırakarak sevk edildikleri cezaevlerine gitmişlerdi, hüseyni mektebin zindan bahadırları... Hiçbiri kendi durumundan şekva etmemiş, yalnızca ailelerinin görüşlerine gelecekleri zaman çekecekleri sıkıntıyı konuşmuşlardı. Çünkü kiminin babası hasta, kiminin annesi çok yaşlı, kiminin evladı sakat ve özürlüydü. Onların daha fazla zorluk ve sıkıntı ile karşılaşacaklarını düşünmüşlerdi. Ama Allah-u Teâlâ hem onlara hem de ailelerine yardımını esirgememiş; onların sıkıntılarını kolaylığa, zorluklarını rahatlığa, üzüntülerini sevince çevirmişti.
Zindanları yusufi medreseye çeviren nur yüzlü dilâverler; sevk adı altında sürgün edildikleri cezaevlerinde yeni insanlar ile tanışmış, gardiyan ve müdürlerin çok yakın ilgi ve alakalarıyla karşılaşmışlardı. Hatta kimi gardiyanlar; "Biz sizleri çok iyi tanıyoruz ve mensubu olduğunuz camiayı da biliyoruz. Amaç ve gayenizin rıza-i ilahi olduğundan şüphemiz yoktur" demişler, kimileri de; "İyi ki buralara geldiniz. İnşallah sizlerden çok şey öğreneceğiz" temennilerinde bulunmuşlardı.
Zindan bahadırlarına gösterilen ilgi, yakınlık, cezaevi ortamının rahatlığı, cezaevi yetkililerinin ve gardiyanların iyi niyetli ve namazlı-niyazlı insanlar olması sonrası yusufiler; şer olarak görülen sevkleri hayra çeviren şanı yüce Allah`a bir kez daha şükretmişler. Hatta bazıları da, kendilerini ziyarete gelen avukatlara ve dernek yöneticilerine şunu demişler; "Eşim ve bir kızım var. Onların bu memlekete gelip yerleşmesini istiyorum. Bu memlekette İslam`dan bihaber olanlar çok fazla... En azından buradaki insanlara İslam`ı anlatıp, yollarını aydınlatırlar. Böylece buradaki insanlarda İslam ile müşerref olur ve bizleri de daha iyi tanımış olurlar."
En zor durumlarda bile inananlara kolaylıklar nasip eden Allah Teâlâ, ailelerinden uzak memleketlere sevk edilen hüseyni mektebin zindan bahadırlarına da yardımını esirgemedi. Gittikleri yerleri onlara sevdirdi. Orda bulunanların kalbine de onların sevgi ve muhabbetini yerleştirdi. Onlara öğrendiklerini anlatma imkânı verdi. Onca bela ve musibete rağmen metanet nasip etti. Onları uzak diyarlarda bile ümmetin sevilenleri ve özlenilenleri eyledi. Karşılaştıkları sıkıntılarda sabır silahı ile korunmayı öğretti. Ve dört duvar arasında olmalarına rağmen, şeytan ile mücadelelerinde; şeytanı mağlup etmeyi kısmet etti.
Allah Sübhanehu ve Teâlâ’nın; hüseyni mektebin zindan bahadırlarına nasip ettiği güzellikleri, (şeytan ile mücadelede şeytana galebe çalmayı) biz Peygamber Sevdalılarına da nasip etmesi dileğiyle.
Allah’a emanet olun.
Hürseda Haber/ Muhammet Şerif