Hasan El- Benna (1906-1949)
1906’da Mısır’ın Mahmudiye kentinde doğan Hasan El-Benna, dini ve ilmi yönden köklü bir aileye mensuptur. Babası hadis âlimi idi. Küçüklüğünden itibaren İslami bir ailede büyüyen Benna, ilim, zühd ve takva atmosferinde çok güzel bir şekilde yetişmiştir. Daha küçük yaşlarında üstün bir zekâya sahip olduğu gözleniyordu. 15 yaşlarında hafız olmuştu. El Benna okul hayatı boyunca da hep en başarılı bir öğrenciydi. Çocuk yaşlarından beri sürekli İslam’ın derdiyle dertlenen El Benna, üniversiteyi bitirdikten sonra artık teşkilat kuruyordu. Teşkilatını beş arkadaşıyla kuran şehit, Müslümanların ve cemaatlerin arasına tefrika girmesin diye cemaatine isim vermemişti. Sadece biz ‘İhvanül Müslimin’(Müslüman kardeşler)iz diyordu. Şehit, bugün dünyanın her tarafına yayılan, nerdeyse birçok cemaatin anası sayılan Müslüman Kardeşler’i kurmuştu. Şehit, o dönemleri anlatırken şöyle diyordu: “Allah bilir nice geceleri ümmetin dertlerine çareler aramak için geçirdik. Ve ümmetin hallerini tahlil etmek, dertlerini ortadan kaldırmak için ne kadar düşündük. Bu hallerin tesirinden bazen ağlama durumuna gelirdik.”
Bütün ömrünü İslâm’a davet ve onu tanıtma yolunda harcadı. Köy köy, şehir şehir dolaştı. Gittiği her yere bir şube açıyordu. Öyle ki bir kaç sene içinde İhvan Hareketi, Mısır’ın gözünü ve kulağını doldurmuştu. Her tarafta ona katılmalar oluyor ve Mısırlılar onun kanatları altına giriyordu. İhvan, artık günden güne büyümüştü. Bunu gören Kral Faruk, İhvan’ın yayılmasından korkarak onu kontrol etmek için her türlü çareye başvuruyordu. 1947’de Benna, bazı mücahitlerini Filistin’e gönderdi. O mücahitler, bugünkü Hamas’ın temeli attılar. Bu arada Kral Faruk’un etekleri tutuşmuştu. İhvan’ın bütün fertlerini hapse atıyordu. Bu amaçla Benna’yı dışarıda yalnızlaştırıyordu. Hasan el-Benna’yı öldürmeleri için beş kişilik bir ajan grubu kurdu. 1949’un Şubatında onu Kahire meydanında kurşuna tuttular. Kaldırıldığı hastanede de ona müdahale edilmesi engellendiği için Hasan El Benna ruhunu Rabbi’ne teslim etti. Cenazesini bir baba ve dört kadın defnetti. Hatta Kral Faruk aylarca mezarı başında nöbet tutturdu. İşte Hasan el-Benna en aziz liderlerimizden birisi, yirminci yüzyılda İslâm âleminde en çok etki bırakan rehberlerdendi. Zaten hicri 13. yüzyıl İslam âlemine Said Nursi ve El Benna gibi iki büyük değeri bahşetmişti. Hasan El Benna’nın bu büyüklüğü sadece âlim oluşundan veya iyi bir hatipliğinden ya da siyaset adamı oluşundan değil, İslâm davasını bina eden yeni bir nesil yetiştirmesinden ve özelde Mısır’ın, genelde de İslâm âleminin tarihini canlandırmasındandır. İşte bu gün onun cemaati bütün İslam âleminin geleceğini değiştirmektedir. Allah bu fatih rehberimizin şehadetini kabul etsin.
Abbas MUSAVİ (1952-1992)
Şehit Abbas Musevi, 1952 yılında Lübnan’ın Bekaa Vadisinin bir beldesinde dünyaya gelmiştir. Irak’ın Necef kentinde 8 yıl medreselerde eğitim görmüş, İmam Humeyni(ra)’nin fikir ve görüşlerinden derinden etkilenmiştir. 1978 yılında Irak’tan Lübnan’a geri dönmüştür. 1982 yılında Şeyh Subhi el-Tufeyli ile birlikte Hizbullah’ın kuruluşuna öncülük etmiştir. 1983-1985 yılları arasında Hizbullah’ın Özel Güvenlik Birimi’nin liderliğini yapmıştır. Özel Güvenlik Birimi Başkanı olduğu yıllarda, birçok gizli operasyonu başarıyla sonuçlandırmıştır. 1985-1988 yılları arasında ise Hizbullah’ın askeri kuvvetler komutanlığını yapmıştır. Şehit, Mayıs 1991’de Hizbullah’ın genel sekreterliğine seçilmiştir. Abbas Musevi, hanımı ve bir çocuğuyla birlikte 16 Şubat 1992 günü Siyonist rejime ait Apache helikopterleri tarafından şehid edilmiştir. İşte şehit Abbas Musevi’nin bazı sözleri: “Bu kahramanlar ve temiz kanları, büyük hedefler için korunmalı. Bu ümmet, silahlarını doğru tarafa yöneltmediği sürece doğru yönde hareket edemeyecektir. Emperyalist dünyaya bir bakın! Nasıl da bir uçtan diğer uca, tüm olanakları ve donanımları ile Müslümanlara baskıyı artırmak için ayakta ve hazırlar!”
“İslami direnişin evlatlarının hürmetini koruyun, bu özgürlüğü koruyun. İslami direnişin gençlerini kucaklayın. Mücadelelerini ve çabalarını doğru tarafı tutmakla muhafaza edin, işte o zaman İslami direniş hareketinin tüm İslam ümmetini nasıl savunacağını anlayacaksınız.” “Şehidin bariz özelliği şudur: O, fedakârlıkta öyle bir dereceye ulaşıyor ki sonunda bağışlanma pınarına varıyor. Malını, canını ve hayatını sunuyor; tüm vaktini istisnasız Allah yolunda harcayarak özveri ve fedakârlığın doruklarına tırmanıyor ve böylece en değerli varlığı olan ruhunu ve bedenini Allah yolunda feda ediyor! Fedakârlık göstermedeki üstünlük ve büyüklüğü ile her şeyin ve herkesin üstünde yer alıyor; nefsine, bencilliklerine ve etrafındakilere karşı galip geliyor; çocuk, eş, aile ve yakınlarını, evini düşünmüyor, etrafındaki maddi değerlerin hiçbirine aldırış etmiyor, Allah’la irtibat dışında hiçbir şeyi görmüyor. Allah’a kavuşma dışında hiçbir buluşmayı kabul etmiyor. Bunlar şehitlerin beraberlerinde taşıdıkları manalar ve sahip oldukları özelliklerdir.”
ŞEHİT METİN YÜKSEL (1958-1979)
“Şehadet inkılâbın habercisidir” diyordu Metin Yüksel… Şehadete olan özlemini her seferinde dile getirmekten geri durmayıp, şehadet aşkını gönüllere nakşediyordu.
Bir Şubat soğuğunda yeryüzünün en kutsal mekânı sayılan cami avlusunda kavuşmuştu sevdasına… Davanın fedakârlık gerektiğinin bilincine henüz ortaokul ikincisi sınıfta varan Metin, babasının bütün ısrarlarına rağmen okulu bırakıp İslami ilimlerde kendini geliştirmeye koyuldu. 1976 yılına gelindiğinde şehit, MTTB içinde aktif çalışıyordur. Ama MTTB’nin çalışmaları onu tatmin etmiyordur. O yıllarda yeni kurulmaya başlanan Akıncılar Teşkilatı’nın şube açma iznini alır ve bazı arkadaşlarıyla birlikte Fatih Akıncılar Teşkilatı’nı kurarlar. Akıncılar Teşkilatı olarak çok aktif bir çalışma içine girerler.
İstanbul’un Fatih semtini mahalle mahalle, sokak sokak dolaşan Metin Yüksel, ‘emri bil maruf nehyi anil münker’ için yerinde durmuyordu. Gençliğinin baharını İslam’ın gelecek baharı için feda eden Metin Yüksel, gecelerini gündüzlerine katarak hizmet ediyordu. Bazen bir ders halkasında gençlere nasihat ederken görürdünüz onu, bazen mahallede ihtiyaç sahibi ailelere yardım ederken. Bazen gecenin geç saatlerinde sokaklarda afiş asarken görürdünüz onu, bazen de zulüm altında inleyen Müslümanları desteklemek için düzenlenen mitinglerin ön saflarında…
İslam davasına hizmete henüz genç yaşında başlamıştı. Mahalledeki çocuklarla ilgilenmek için evinin bir odasını mescide çevirmişti. Odasında tahtadan yapılmış bir vaaz kürsüsü, müezzin mahfeli ve bir de minber yaptırmıştı. Mahallenin gençlerini toplar, onlara dinin emir ve yasaklarını anlatırdı.
Metin literatüründen “imkânım yok, zamanım yok” gibi atalet kokan kelimeleri çıkarmıştı. Bütün imkânsızlıklara rağmen İslam’a hizmetten bir adım bile geri atmamıştı. Mahallenin sahabe yüzlü gencini yediden yetmişe herkes seviyor. Metin, yaptığı çalışmalarla herkesi kendisine hayran bırakıyordu.
Metin, daha sonra çalışmalarını artırarak Fatih Akıncılar derneğini kuruyor ve derneğin yöneticiliğini yapıyordu. Evinde gerçekleştirdiği davet çalışmalarını dernekte devam ettiren Metin, çalışmaları ile İslam düşmanlarının dikkatini çekiyordu. Dünyanın değişik coğrafyalarında yaşayan Müslümanların maruz kaldıkları zulümleri ve baskıları yakından takip eden Metin, ümmetçi bir anlayışla bütün Müslümanları her platformda savunuyor ve elinden gelen her türlü imkânı seferber ediyordu.
Gerek Türkiye’de gerekse de dünyanın değişik coğrafyalarında zulüm gören Müslümanların sesi olmak için bir dergi çıkarmayı planlayan Metin Yüksel, maddi imkânsızlıklardan dolayı bu dergiyi çıkaramıyor. Hatta kapak konusu “şehadet” olan bir dergi kapağı bile hazırlamıştı. Şehadete olan özlemini sürekli dile getiren Metin, şehadete ancak şehitler gibi yaşanarak varılacağının bilincinde olup şehadet mertebesine kavuşmak için gecesini gündüzünü İslam davasına hizmet ederek geçiriyordu.
Metin Yüksel ve arkadaşları o kadar sistemli çalışıyordu ki, Fatih’te artık batıl ideolojiye mensup kimse kalmamıştı. Bir şekilde ya hidayet bulmuşlardı ya da Fatih’i terk etmek zorunda kalmışlardı. Bu çalışmalardan rahatsız olan gruplar gece yarıları Akıncılar Derneğini sürekli silahlarla tarıyorlardı. Bir defasında Daruşşafaka Lisesi önünde sekiz kişilik komünist bir grubun saldırısına maruz kalan Metin, üç kurşun yarası almıştı. Hastanede tedavi altına alınan Metin, geçirdiği başarılı ameliyat neticesinde hayati tehlikeyi atlatıyordu. Daha sonraları kendisine saldıranlardan birkaç kişi hidayete ererek doğru yolu bulmuştu.
Baskıların dozu her geçen gün artıyor, Akıncılar gittikleri yerlerde silahlı saldırılara maruz kalıyorlardı. Bir grup faşist, Akıncıların sürekli uğradığı çay ocağını yaylım ateşine tutuyor, bu saldırı sonucunda içerisinde Metin Yüksel’in ağabeyi Müfit Yüksel’in de bulunduğu bir grup akıncı yaralanıyordu. Metin Yüksel, her geçen gün şehadete yaklaştığının farkına varıyor, kendilerine saldıranların üzerine üzerine gidiyordu. “Şehadet bir çağrıdır, tüm nesillere ve çağlara” diyerek çağlar ötesine seslenen bir münadi gibi İslam düşmanlarının kalplerine korku salıyordu.
23 Şubat 1979 tarihinde arkadaşlarının bütün ısrarlarına rağmen silahını yanına almadan Fatih Camisine cuma namazına gitmişti. Şubat ayının soğuğuna rağmen kalbindeki şehadet arzusu bütün vücudunu ısıtmıştı. Cuma namazını kılan Metin, tesbihatını ve duasını yaptıktan sonra Cami avlusundayken arkasından “Metin” diye seslenen bir kişiye dönüyor. Metin’e seslenen kişi silahını çıkarıp Cami avlusunda Metin’e ateş açıyor. Silah sesini duyan Metin, “Allahu Ekber” nidasıyla adeta göğü inletiyordu.
Metin’in dirisinin yanına yaklaşmaya cesaret edemeyen faşistler, Metin’i yerde görünce cesaretlenip üzerine doğru gidiyorlar. Yerde yatan Metin’in başına şarjördeki bütün mermileri boşaltan faşistler, olaya farklı bir süs vermek için tekbirlerle cami avlusundan kaçmaya başlıyorlar.
Metin arzuladığı şehadet mertebesine henüz 21 yaşında kavuşurken arkasından genç nesillere azmin, gayretin, İslam davası için çalışmanın ve bütün bu çalışmaları şehadetle taçlandırmanın en büyük örnekliğini gösteriyordu. Şehadetin çağlar üstü bir arzu olduğunu tüm genç nesillere aktarıyordu.
Evet, Şubat bizden birçok azizi almıştı. Amerikalı mustazafların nidası, rehberi Malcolm’u, İngilizlere karşı talebeleriyle izzetlice bir direnişe giren, Kudüs’ü çiğnetmemek uğruna canını veren kahraman şehit İzzettin El Kassam ve talebelerini… Türkiyeli İslam düşmanlarının alçak ve sinsi planlarına karşı İslam’ın şiarlarını ayakta tutmak için izzet ve şehadeti tercih eden İskilipli Atıf ve Esad Erbilli’yi, Kafkas Kartalı Şamil’i ve daha nicelerini…
Allah’ım! Bizleri o aziz şehitlerin, rehberlerin yolundan ayırma! Bizi onların şefaatinden mahrum etme! Bizi de katına şehitler olarak al! Âmin
Bilal Fidancı/Söz&Kalem Dergisi/Şubat 2014