ABDULKADİR TURAN / ANALİZ
İslam dünyası, “menfi istikrar” ile “özsüz değişim”in pençesinde. Suudi, Kuveyt, Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirliklerinde onlarca yıldır siyasi hayat yerinde sayıyor. Zaman zaman kraliyet ailesi içinde yaşanan taht değişimi neredeyse duyulmuyor. Değişim, anlamsız olduğundan ses getirmiyor.
Mısır, Irak, Yemen gibi ülkelerde ise değişim yaşanıyor; ama bu değişim, öze taşınmıyor. Değişim, o ülkelerdeki rejimlerin halka bakan yüzüne yansımıyor; o ülkelerde kabuk değişiyor, öz yerinde kalıyor.
Mısır’da Sisi’nin Hüsnü Mübarek’ten; Yemen’de yeni yönetimin Ali Abdullah Salih’ten farkı yok. Irak’ta ise bizzat, mezhepçilik taassubuna asla müptela olmayan, hatta onu yıllarca Saddam rejimine karşı muhafaza eden İslamî kesimlerin tanıklığıyla Nuri Maliki’nin Saddam’dan farkı hissedilmiyor.
Tablo şaşırtıcı: Hüsnü Mübarek; hayatı modern, karısı açık, çağdaş kadın konferanslarının önde gelenlerinden, kendisi ve çocukları eğlencelerin müptelası bir ulusal solcu... General Abdulfettah El Sisi; gençliğinden beri namazında niyazında bilinen, hanımı, kızları örtülü ve hatta bir kızı peçeli bir Selefi... Ama siyasi görünümleri aynı...
Saddam Hüseyin; hayatı modern, karısı açık, kızları çağdaş bir yaşam içinde, kendisi ve çocukları modern eğlencelerin müptelası bir ulusal solcu... Nuri El Maliki; dedesi Muhammed Hasan, İngiltere sömürgesi Irak’ta Kral Faysal’ın eğitim bakanı olsa da kendisi geçmişte İslamî davayı benimsemiş, İslamî endişeye sahip ve İslamî bir mücadele yürüten Dava Partisi’nin önde gelen bir lideri... Ancak Sünni’sinden Şii’sine pek çok Iraklı Müslümana göre onun yönetiminin halka bakan yüzünde ve milliyetçiliğinde Saddam’dan bir farkı yok...
Bu tablo anlaşılabilirse Türkiye dâhil İslam dünyasının değişime açık bırakılan ülkelerinde yeni dönemde nasıl bir iktidarın hedeflendiği anlaşılabilir.
ULUSAL SAĞ, SÖMÜRGE YANLISI MİLLİYETÇİLİĞİ BENİMSİYOR
Batı’daki milliyetçilikle İslam dünyasındaki milliyetçilik bir değildir. Batı’daki milliyetçilik,
1. İlk dönemde, Papa’nın siyasi etkinliğinden ayrılmayı; dolayısıyla siyasi birlik anlamında Katolik ümmetinden kopmayı,
2. Sonraki dönemde her ulusun bağımsız bir devlete sahip olmasını, bu kapsamda Doğu Avrupa toplumlarının önce
Osmanlı Devleti, sonra Sovyet Rusya egemenliğinden uzaklaşmasını ifade ediyor.
Gandhi’nin Hindistan’ında ve Güney Amerika’da da milliyetçilik, sömürgeciliğe karşı gelişen halk tepkisinin örgütlenmesini anlatır.
İslam dünyasında ise tam tersine milliyetçilik “Batı’nın şerrinden korunma” adına Batı’ya bağımlılığı, Batı’nın emrine girmeyi, Batı hesabına iradesini tatil etmeyi ifade eder. İslam dünyasının Batı’ya en bağımlı kesimleri, İslam dünyasının en milliyetçi kesimleridir.
Bu teze “Öyle mi gerçekten?” dedirten, İslam dünyasında geleneksel sağ ile ulusal sağın karıştırılmasıdır. Daha doğrusu, Batı kaynaklı milliyetçiliğin ürünü olan ulusal sağın, geleneksel sağ kisvesine bürünmesi ve kendisini o kisve altında kabul ettirmesidir.
Geleneksel sağ, İslam dünyasında Soğuk Savaş döneminde,
1. Dinî emirlere uyma konusunda günlük yaşamı nasıl olursa olsun, dini inanca karşı savaşı onaylamayan,
2. Devletin “Komünist Rusya”nın yanında yer almasına karşı çıkan,
3. Devletçi ekonomiye karşı genellikle serbest ekonomiden yana olan,
4. Liderlerinin önemli bir kesimi geleneksel bir konuma sahip olan geniş bir halk kitlesinin siyasi tutumunu anlatıyor.
Bilinenin aksine geleneksel sağ, başındaki isimler dış güçlerle hangi ilişkiler içine girerse girsin dış güçlerin ülke siyasetine müdahalesinden hiç hoşlanmadı. Bağımsızlığı daima önemsedi, dışla bağlantısı kesinleşen isimleri “Ne yapalım idare edeceğiz” deme noktasında değilse reddetti, onların liderliğinden kurtulmaya çalıştı. Bunun için geleneksel sağın liderliğine gelmek isteyenler, dışarının adamı olmadığını ispat derdine düştü, muhalifleri de onların dışarının adamı olduğunu ispatlayabildikçe halkın gözünden düşürebildi. En yakın örnek Süleyman Demirel’dir. Demirel, Mason olmadığını ispat için nice ter döktü. Muhalifleri ise “Morrison Süleyman” diyerek onun dışarıyla bağına işaret etti, bu işarete inanan her geleneksel sağ mensubu, Demirel’den yüz çevirdi ve “mümkün sınırlar içinde” dışarıdan bağımsız kalmaya çalıştığına inandığı partilere yöneldi.
Ulusal sağ ise ulusal solun sağ versiyonudur. Her ikisi de “Ortadoğu” için yapılan bir üretimdir. “Ortadoğu orduları” denen, dışarının emirlerini kendi ülke ve halklarının çıkarlarına tercih eden ve aynen “Ortadoğu” teriminin kendisi gibi üretilmiş ordu tipinin siyasetteki karşılığıdır.
Ulusal sol,
1. İdeoloji olarak solcudur; ama aynı zamanda sol ideolojiyle çelişerek milliyetçidir. Milliyetçiliği, kendisini topluma kabul ettirmek için topluma karşı işlediği suçları meşrulaştırmak için kullanır.
2. Halkı cahil görür, halkın seçimine güvenmez; tercihlerini halka dayatır; ardından, dayattığı düşünceyi “halkın düşüncesi” diye öne sürer. Bu operasyonun ilk noktasında baskıcı; son noktasında ise bir sihirbaz kadar aldatıcıdır. Yalan ve iftirayı meşru görür, bunun üzerinden bir propaganda geliştirir, kitleleri kendisine inandırır.
Batı, hem baskı yapma hem de yalan söyleme sahasında ulusal sola büyük kredi açmıştır. Bunun nedeni, ulusal solun, daima Batı’nın düşüncesini, buluşunu, uygulamasını kendi halkının düşünce, buluş ve pratiğinden üstün görmesi ve ulusal sol yönetimlerin Batı’nın çıkarlarına uymayı, Batı’ya teslim olmayı, Batı’ya hizmet etmeyi özümsemiş olmalarıdır. Ulusal sol yönetimler bu özümsemede o derece ileri gitmişler ki bu teslimiyetini sorgulayanlara işkence ettiler, onları yargısız infaz ettiler. Mısır’ın Mübarek’i de böyleydi; Irak’ın Saddam’ı da...
Ulusal sağ da, ulusal sol gibi,
1. Milliyetçilik iddiasındadır.
2. Rejimini halka dayatmada baskının ve iftiranın meşruiyetine inanır.
3. Kendisini sorgulatmaz.
Ama ulusal sağın, ulusal solla birebir örtüşen yönü, Batı’ya teslim olmayı, Batı’ya hizmet etmeyi benimsemesi ve bunun sorgulanmasını vatana ihanet olarak değerlendirip önünü kesmek için hukuksuzluğu meşru görmesidir. Bu sağın, eleştiriye açık geleneksel sağla ilgisi yoktur; geleneksel sağ yerli iken ulusal sağ, Batı kaynaklı güdümlü milliyetçiliği benimsemiş, asker karakterli üretilmiş bir yapıdır.
Ulusal sağ yönetimler, uluslararası sistemin isteği doğrultusunda iki yapıyı iç düşman görüyor: Ümmet fikriyatını savunanlar ve küreselleşme karşıtı milliyetçiler. Ümmet fikriyatını savunanlar Batı’nın küreselliğine karşı alternatif bir küreselleşme oluşturdukları için çok tehlikeli bulunurken küreselleşme karşıtı milliyetçiler “yerelciler” diye küçümsenmekte, yine de dışlanıp hizaya getirilmeye çalışılmaktadır.
İSLAM DÜNYASI ULUSAL SAĞA BIRAKILIYOR
Ulusal sağın İslam dünyasındaki en eski temsilcisi Suudi, Ürdün ve Fas rejimleridir. Yeni temsilcileri ise mevcut Mısır, Yemen, Irak yönetimleridir.
Ulusal sağın, ulusal soldan ayrılan nitelikleri de vardır:
1. Ulusal sol, Batı’nın yaşam tarzını yüceltip bunu kendi halkına dayatırken ulusal sağ, Batılı yaşam tarzını tasvip etmeme iddiasındadır.
2. Ulusal sol, sol düşünce yapısıyla elit bir azınlığın ideolojisiyken ulusal sağ, kimi dini yapıları kendisine taban edinerek nispeten daha geniş bir kitleye dayanmaktadır.
Ulusal sağ da ulusal sol gibi olağanüstü bir yönetim tarzıdır. Batı, olağan yöntemlerle İslam dünyasını elde tutamayacağına inanıyor. Bunun için halkın tercihine baskı veya kandırmayla el koyacak yapılarla işbirliği yoluna gidiyor.
Ulusal sağ arayışı, Batı’nın İslam dünyasındaki hâkimiyetini sürdürme arayışının bir neticesidir. Batı, dün ulusal sola açtığı krediyi bugün ulusal sağa açarken kendi yaşam tarzını dayatma gerçeğinde taviz veriyor görünüyor. Buna karşılık ekonomik, askeri ve siyasi çıkarlarını koruduğuna inanıyor. Ulusal sol yönetimleri ayakta tutma inadından vazgeçerken İslam dünyasındaki ekonomik, askeri ve siyasi çıkarlarını ulusal sağa emanet ediyor.
Yanlış anlaşılmasın; Batı, İslam dünyasında Batılı değerlerin teminatı ve İslam dünyasını parçalı tutacak bir unsur olarak ulusal soldan büsbütün vazgeçmiş değil. Bangladeş ve Kürt gerçeğinde olduğu gibi kimi toplumlarda hâlâ onu baskıyla toplumu laikleştirici bir araç olarak kullanıyor. Ama yönetim olarak ulusal solu İslam dünyasının geniş bir bölümünde iktidarda tutmanın realist bir yaklaşım olmadığına inanıyor. Bununla birlikte Sovyetlerin yıkılmasıyla geleneksel sağın da ondan iyice uzaklaştığını görüyor. Bu iki gücün yerine artık,
1. Ulusal solun yedekte tutulduğu ya da kısmen iktidara ortak edinildiği
2. Ulusal sağın ise kitleleri elde tutacağı ve iktidarın ön saflarında yer alacağı bir yapı öne sürüyor.
Ulusal sağ da ulusal sol gibi ülkenin dış politika üretmesini gerçekçi bulmuyor, politika üretiminde içeri ile sınırlı kalmayı, dışarıda ise uluslararası sistemle uyumlu çalışmayı gerçekçi buluyor. Bu görüş birçok kesimce ciddiye alınıyor, kabul görüyor, bu da onun için bir başarı ihtimali oluşturuyor.
Ulusal sağ, ulusal solda olduğu gibi kendisini devlet bürokrasisine, iş çevrelerine ve kimi milliyetçi partilere “bağımlı milliyetçilik” teziyle kabul ettirmeye çalışıyor. Uluslararası sistemin dünyayı bir köy gibi yönetme çabası karşısında devletin varlığını ve bütünlüğünü koruma adına teslim olmayı öneriyor. Uluslararası sistem çok güçlü, onun karşısında durursak yok oluruz, devletimizi korumak ve ulusumuzu yaşatmak için onunla işbirliği yapmak zorundayız. Milli çıkarlarımız bunu gerektiriyor, buna karşı çıkmak gerçekçi değildir, tehlikelidir. Buna karşı “ümmet”, “milli onur”, “milli irade” gibi tezlerle öne çıkmak maceraperestliktir. Bu tezleri öne süren siyasiler kendileriyle birlikte bizi de tehlikeye atıyorlar, onları iş başından uzaklaştıralım; uluslararası sistem bizim hayat tarzımıza müdahale etmeyecek, biz de buna karşılık israil’e karşı mücadele veren yapıların yanında yer almayacağız, komşularımızla uluslararası sisteme alternatif diye anlaşılabilecek ilişki ve ittifak arayışları içinde olmayacağız. Biz, uluslararası sisteme karşı çıkmayacağız, o sistemin içinde kalarak ilerlemenin yolunu arayacağız, diyor.
Irak bunu yaşıyor, Saddam döneminin laik Şii kanadı korunuyor; onlar iktidarın bir parçası veya yedeği durumunda, bununla birlikte Maliki’nin liderliğinde Şii Dava partisi sisteme kitle sağlıyor.
Mısır’ın yaşadığı da bunun ta kendisidir. Eski Nasır ve Mübarek kalıntısı ulusal sol korunuyor, çağdaşçı çevreler sistemin içinde yer alıyor veya yedekte tutuluyor. Liberal çevrelere bir rol veriliyor; ancak bunlar Mısır’ı idare etmede yetersiz kaldıklarından Suudi bağlantısı üzerinden Selefiler bir kitle olarak rejimin içine çekiliyor ve devletin en üst makamı cumhurbaşkanlığı da Sisi’nin şahsında onlara veriliyor.
Türkiye’de yapılmak istenen de budur. Ulusal sağda bir lider görünmediği için liderlik ulusal sola veriliyor. Daha önce lideri esrarengiz bir şekilde katledilmiş bir küçük milliyetçi parti de bu denkleme ikna edilmeye çalışılıyor.
İslam dünyasının değişime açık ülkeleri, değişime kapatılan ülkelerine benzetiliyor. Müslümanların değişimle rahat bir nefes almasına izin verilmiyor.