Mehmet Özcan / Doğruhaber / Analiz

Mısır’da Mübarek’in devrildiği 25 Ocak devriminin 3. yıldönümünde de katliam durmadı. Cunta, 50’nin üzerinde insanın canına kıydı, darbeyi protesto eden yüzlerce kişiyi de tutukladı. Halkın darbeci yönetimi istemediği ülkede halen Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve İhvan liderleri zindanlarda esir tutuluyor. Mısır’ın ilk seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, geçtiğimiz salı günü Kahire’nin doğusundaki Polis Akademisi’nde oluşturulan mahkemede yargılandı.
 
Mursi’nin, 25 Ocak 2011 devrimi sırasında “Vadi’n Natrun Hapishanesi’nden kaçmak ve baskın düzenlenmesine yardımcı olarak tutukluların kaçmasını sağlamak”la suçlanıyor. Mursi’nin mahkeme başkanına yönelik olarak, ‘’Bana bir söyle, sen kimsin? Benim nerede tutulduğumu bile bilmiyorsun! Beni nasıl yargılayabilirsin?” dediği ve konulduğu cam kafeste mahkeme heyetine arkasını dönerek Mısır anayasasının 152. maddesi uyarınca yargılanmayı reddettiği bildirildi. Öte yandan darbe yönetiminin ülkede yapmayı planladığı parlamento seçimleri sonrasında olması gereken cumhurbaşkanlığı seçimi öne alındı ve cunta başı General Abdulfettah es Sisi’nin de Cumhurbaşkanı adayı olacağı konuşuluyor.
 
Ülkeyi istediği gibi yöneten Cunta, Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) yöneticilerinden 46 kişinin daha mal varlığına el konulması kararı aldı.

BM VE BATILI ÜLKELER HER ZAMANKİ GİBİ SUSKUN!

Ülke içerisinde halka karşı yapılan katliam ve hukuksuzluklara karşı halk, hemen hemen her gün her fırsatta cunta yönetimine karşı tepkisini ortaya koyarken, uluslararası kamuoyundan beklenen gerekli tepki ise maalesef gelmiyor. İslam ülkelerinde gelişen olaylar karşısında Batılı şer odakların lehine ve Müslümanların aleyhine olan tüm uygulamalar karşısında yaptırımlar, ani müdahaleler gibi kararlar alabilen sözde barış gücü Birleşmiş Milletler(BM), maalesef geçmişte yaptığı gibi Mısır’da da bu ikiyüzlü iğrenç politikasını sürdürmeye devam ediyor. Çünkü BM’nin, Cuntanın vahşet katliamları ve hukuksuz uygulamalarına karşı yaptırım uygulaması demek, Mısır’da hatta bölgede siyonist odaklı Batı’nın hesaplarının tersyüz olması anlamına geliyor. Bu bakımdan BM’den çıt yok. Sözde demokrasinin beşiği konumunda kendilerini gösteren Batılı Avrupa ülkelerinden de ses çıkmıyor. Siyonist israil ise Mısır’da cunta ve Suriye’de iç savaşın devam etmesinden dolayı dört köşe olduğunu ve her fırsatta memnuniyetini dile getiriyor.

SUUDİ VE KÖRFEZ ÜLKELERİNİN İHANETİ KABUL EDİLEMEZ!

Diğer yandan Mısır’da İhvan Hareketi’ne karşı darbeci orduyu destekleyen Suudi rejiminin, Suriye’de zalim Esad rejimine karşı bir kısım muhalif grubu desteklediği herkesin malumudur.(Ki bu muhalifler zaman zaman Esad’a karşı savaşmayı bırakıp Esad’a karşı savaşan muhaliflere karşı savaşıyor.) Dikkat edilirse Suud rejiminin İslam dünyasında, kimi hak çizgiden şaşarak aşırı uç bir kısma kaymış, vasat yolu bir türlü bulamayan tekfirci diye anılan grupları finanse ederek yaptığı tahribatın, aynen Batılı şer güçlerin de yaptığı gibi olduğu veya planladığı tahribat politikasından farklı bir çerçevede olmadığı rahatça görülebilir. Suudi ve Körfez ülkelerinin açıktan finansal desteğini sürdürdüğü Cunta, ömrünü biraz daha uzatsa da Müslüman Mısır halkı, devrimini çalan cunta yönetimini alaşağı edeceği günler yakındır inşaallah.

BATI’NIN DEMOKRASİ’SİNİN MISIR’DA ÇÖKMESİNE BİR KILIF BULUNAMIYOR

Mısır’da meşru yönetimi deviren darbeci yönetime sessiz kalarak normalde bu tür durumlarda kendilerinde müdahale etme gereği hisseden Batılı şer güçler, kendi ülkelerinde uyguladıkları Demokrasi’nin Mısır için geçerli olamayacağına bir türlü bir kılıf bulamıyor. Batılı şer güçler Mısır’da sergiledikleri tavırla, demokrasinin İslamî bir yönetimin icra edilmesinde kullanılamayacağını, sadece kendilerinin alî menfaatleri için geçerli bir yönetim şekli olduğunu da tüm dünyaya ifşa etmiş oldular. Tabi demokrasi kavramını laiklikten ayırmak gerekiyor. Laiklik, devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan, yani kısacası idarede ‘dinsizliği’ ölçü alan bir yönetim biçimidir. Demokrasi ise, tüm vatandaşların, devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Demokrasinin bu tanımına göre mesela İngiltere’de halkın çoğunluğu Hristiyan ise ülkede yapılacak kanunların, kural ve esasların, ülkede yaşayan diğer dinlere mensup insanların da hakları korunmak koşuluyla çoğunluğa göre dizayn edilmesidir.

BATI’NIN DEMOKRASİ SÖYLEMİNE İSLAM ÜLKELERİNDE HALK İRADESİ KAVRAMI

Tabi İngiltere örneğinin aynı şekilde Türkiye için de geçerli olduğuna göre halkının yüzde 99’u Müslüman olan ülkenin İslam’a uygun kanun ve kurallarla yönetilmesinin önünde aslında hiçbir engelin olmadığı anlamına geliyor. Tabi eğer ki kimliklerinde Müslüman olan CHP’li ve benzer zihniyete sahip kişilerin, Türkiye’nin, demokrasinin çoğunluk kuralına göre İslam’a uyarlanmasından rahatsız oluyor iseler ya kimliklerinde yazan “Dini: İslam” ibaresini sildirmeleri ya da Batı’nın Mısır için yaptığı gibi Demokrasi’yi yok saymaları gerekiyor.

Batı’nın ‘demokrasisine karşı İslam ülkelerinde ‘Halk iradesi’ kavramıyla ifade edilebilecek bu söylemi Başbakan Erdoğan ‘Milli irade’ diye tanımlarken, Mısır Cumhurbaşkanı Mursi ise ‘Meşruiyet’ olarak ifade ediyor. Batı’nın tek taraflı işleyen demokrasisine karşılık İslam dünyasının adaleti sağlama ve insan hürriyetini teminat altına alan ve şeriat kanunlarının da içerisinde uygulanabileceği ‘Halkın iradesi’yle yapılacak şeffaf seçimlerle kabul edilecek olan yönetim şekli, günümüzde İslam ülkelerinde uygulanabilir en iyi bir model olarak öne çıkıyor.

CENEVRE-2 GÖRÜŞMELERİNDEN DE BİR SONUÇ ÇIKMASI BEKLENMİYOR

Mısır’da Cuntayı, uluslararası arenada güvenirliliklerini kaybetme pahasına hâlâ destekleyen Batılı şer güçler, Suriye’de de savaşın ve kaosun devam etmesi için de ellerinden ne geliyorsa sonuna kadar kullanmaktan geri durmuyor. Suriye’de üç yıldır zalim Esad rejimine karşı süren savaş tüm şiddetiyle devam ederken, şu ana kadar 150 bin civarında insan hayatını kaybetti. Savaşın sürdüğü bölgelerde açlıktan hayatını kaybedenler ise yürekleri dağlıyor. Katil Esad rejimine karşı savaşan muhaliflerin kendi aralarında birbirlerine düşmeleri de yine Esad rejimine yarıyor.
 
11 bin insana ait insanlık dışı katliamı belgeleyen kan donduran fotolar insanı insanlığından utandırırken, ne Suriye rejiminin geri adım atmaya ne de Suriye rejimini destekleyen ülkelerin vicdanlarını sızlatmaya yetmiyor. Nitekim günlerce üzerinde konuşulan Cenevre-2 görüşmelerinden bir sonuç çıkmaması da bunu gösteriyor ki Suriye’de belli bir süre daha iç savaş tüm acımasızlığıyla devam edecek gibi.

MEZHEBİ AYRILIKLAR, AŞIRILIĞA KAÇMADIĞI SÜRECE İSLAM ÜMMETİNİN ZENGİNLİĞİDİR

Diğer yandan Batılı şer güçler, savaşın mezhebi bir zemine oturtularak devam ettirilmesi planının en iyi işe yaradığı Suriye’de kaosun devam etmesi için deyim yerindeyse her yola başvuruyor. Şu gerçek bilinmelidir ki mezhebi ayrılıklar, aşırılığa kaçmadığı sürece İslam ümmetinin zenginliği anlamına gelir. Ancak Batılı şer güçlerin de özellikle körüklemesiyle sanki mezhebi ayrılıklar ayrı dinlerdenmiş gibi bir algı oluşturulup Müslümanlar birbirlerine karşı çatıştırılıyor. Dünyanın birçok yerindeki İslam beldelerinin işgali ve Müslümanların katliamlara maruz kalması, fikri ayrılıklar ve mezhepsel sorunlardan kaynaklanan birlikte hareket edememekten kaynaklanıyor.

İslam dünyasının bu sorunun nasıl aşabileceği noktasında daha önce görüştüğümüz Moritanyalı ünlü düşünür Dr. Muhammed eş Şankıti bu konudaki kanaatini şu sözlerle dile getirmişti: “Müslümanlar arasındaki mezhepsel ihtilaflar anayasal bir sorundan kaynaklanıyor. Çünkü Müslümanlar arasında yönetimin şekli hakkında bir uzlaşı yok. Öncelikle bunun hallolması gerekir. Bu sorun Hz. Ebubekir’in halife olmasıyla başlayan ve hala devam eden bir sorundur. Sünni-Şii ihtilafı da bunun bir sonucudur. Aslında bu sorun siyasidir. Sonradan itikadı bir noktaya gelmiştir. Bu nedenle sorunun temeline inerek öncelikle meselenin siyasi olarak çözülmesi gerekir. Meselinin siyasi boyutu çözülürse meselenin itikadi boyutu daha kolay hallolur. Bu sorunun siyasi olarak çözülmesi gerekir. Bunun için de şeffaf seçime dayalı yönetimin tesis edilmesi şarttır. Ayrıca her mezhebin, her ırkın kendini ifade etme, varlığını ortaya koyma hakkı vardır. Sorun siyasi kaynaklı olduğu için siyaseten çözülmeye çalışılmalıdır. Yoksa meselenin itikadi alanda tartışılması hiçbir sonuç doğurmaz aksine ihtilaf ve taasubu daha da derinleştirir.” İslam dünyasındaki bu fitne ateşinin sönmesi için ister Şii olsun ister Sünni olsun tüm Müslümanlar olarak birlikte tek ümmet olarak kardeşçe yaşayabilmenin yollarını aramalıyız. İslam ümmetin vahdete kavuşması ve birlik içerisinde hareket edebilmesi için de Müslüman liderlerin yanı sıra İslam âlimlerine daha fazla görev düşüyor.

SURİYE İÇİN ÇÖZÜM; ZALİM ESADIN GİTMESİNİ SAĞLAYACAK ŞEFFAF SEÇİMDİR

Dikkat edilirse ne zaman ki muhalif gruplar zalim Esad rejimini sıkıştırır bir duruma gelseler Batı’nın sağladığı silah, teçhizat veya finansal destek hemen kesiliveriyor. Ama muhaliflerin Esad rejimi karşısında pasifize olduğu zamanlarda ise yoğun bir destek söz konusu oluyor. Her şeyden önce Suriye’de yaşanan iç savaşta keyfü sefa içerisindeki Batılı ülkeler ya da Suudi ve Körfez ülkelerinin ellerini çekmeleri gerekir. Tüm muhalif grupların aralarındaki sorunları hallederek birleşmeleri ve güçlerini ortaya koymalarıyla Esad rejimine karşı güçlü bir irade sergileyebilirler. Ancak her şeyden öte savaşı sonlandırabilecek seçeneklerin masaya yatırılması gerekir ki ortaya çıkacak sonuçta iki tarafın da anlaşarak Suriye’de adil gözetmen ülkeler eşliğinde yapılacak şeffaf seçimle ülkenin halka hizmet edebilecek yeni sahibinin belirlenmesi seçeneği ön plana çıkacak. Ve bu da o topraklarda yaşayan Müslüman halkın iradesiyle gerçekleşebilecektir.