İnsana Allah tarafından fıtraten doğuşundan ölümüne kadar benliğine formatlanmış mihenk taşı misali bir yeti olan vicdan yerleştirilmiştir. İnsanın doğru istikamette olmasını sağlayan ve bir başkasının yönlendirmesine ihtiyaç duymadan kendi kendini yönlendirebilme gücü kazandıran bir ilahi lütuftur aslında. Ancak buna karşılık imtihan gereği insanın yapısında nefs-i emmare diye nitelenen kötülüğü ve çirkinliği emreden nefis âdete vicdan kalesine karşı bir düşman kale olarak durmaktadır. ‘’Senin en büyük düşmanın iki yanın arasındaki nefsindir’’”hadis-i şerifi nefsin düşmanlık derecesini en iyi şekilde belirtmektedir.
 

Şüphesiz Allah-u Teala güzeldir güzelliği sever ve bu nedenle kullarının da güzel ve hayırlı ameller işlemelerini bütün Peygamberler aracılığıyla vaaz ettiği gibi Kuran-ı Kerimde de bildirmiştir. ‘’İman edip Salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.’’(bakara-82) Bu ayette olduğu gibi onlarca ayette Allah iyi ve Salih emelleri vurgulamaktadır. Bu Salih amel işleme gayreti bir mümin için vicdan ile nefsin bir sonucu olarak şekillenmekte, vicdan nefse galip gelse Salih ameller ekseriyet gösterir ama nefis vicdana galip gelse kötü ve çirkin ameller ekseriyet göstermektedir. Bu iki yeti karşısından insan ahreti unutarak dünyevi haz peşinde takılması sonucu kendine güzel gösterilen ama aslı fücur olan ameller işlemektedir. İyi ile kötünün mücadele sürdürdüğü dünya hayatı engebeli ve keskin virajlarla dolu olması hasebiyle, insan nefsine teslim olmak yerine, kendini bu dünyada psikolojimken mutlu eden ama ahrette ebedi mutluluğa eriştirecek olan ilahi nizama, vicdana uymalıdır.
 

Fakat bir gerçektir ki her ne kadar vicdan yetisi baskın olmaktaysa da dünyevi süslerin şeytan ve yardımcılar tarafından iştah kabartıcı, pembe toz masallar gibi gösterilmesi sonucu bir işin, amelin, fiilin yanlış olduğunu bildiği ve vicdanının sesini duyduğu halde onu umursamamaktadır. Bu umursamazlık dünya yaşamından insanlar arasında haksızlıkların, kötülüklerin fısk-u fücurların çoğalmasına neden olmakta ilahi nizama isyan dercesine kadar sürüklemektedir. Makam putluğu, mal sevgisi vb. geçici ve Allah katından hiç kıymeti olmayan ihtiraslara kapılarak ehli vicdan olma yetisini kaybederek kendini iblisin esiri olan nefse köle etmektedir.
 

Bunların en üzücü tarafı ise Allahın emir ve nehiylerini iyi bilen anlayan, açıklamaya çalışan kişi veya kişilerin vicdani lütfü bir kenara atarak kendi dünyevi çıkarları için ve onların korunması, tulu amel olabilmeleri için adeta şeytanı kendisine ulul emr kabul ederek onun adımlarını takip edenlerin bu hataya düşmeleridir. Ehli vicdan olarak kendini gösteren ama perdenin arkasında nefs-i emmare esiri olanların insanları kandırmaları bir tarafa, Allahın bildirdiği ve belirttiği yoldan sapmaları umurlarında bile olmadan fani çıkarlar için en yakın kardeşlerini kötülemekte, rencide etmekte hatta varlığına son vermeye çalışmaktadır. Bu bataklığa düşen inşalar kendini kendi düşünceleri çerçevesinde haklı ve vicdan sahibi görmektedir. Fakat Kura’nın penceresinden bakıldığı zaman hiçbir vicdan emaresi bulunmadığını görecektir. Bu nedenle ehli vicdan olabilmek için fiil ve düşüncelerimizi Kura’nın mihenk taşına vurarak anlayabilir ve fani dünya süsüne karşı kendimizden geçmeden hatalarımızdan dönebiliriz. Allah bizi nefs-i ammareye karşı ehli vicdan kullarından eylesin.
 

 

Muhammed Furkan Altınöz / Kayseri - Yaş: 22