ABDULKADİR TURAN / DOĞRUHABER / ANALİZ

İhya hareketleri, uyuşmuş beyinleri uyandırır; ölmüş kalpleri canlandırır; işlevsizleşmiş iradeleri harekete geçirir. Ancak harekete geçmiş bir iradeyi kontrol etmek, orta yolda tutmak iradeleri uyandırmaktan çok daha zordur. Bir kez harekete geçen bir irade, ilimle desteklenmezse Hakk’a itaati değil, isyanı seçer; sürekli bir itiraza yönelir, toplumu böler, değerleri tahrip eder, kargaşa ve anarşizme yol açar.

Uyuşmuş bir irade, uykudaki bir dev gibidir. Uyandırıldıktan sonra ilimle desteklenirse üretkenleşir, toplumun gelişmesine, ilerlemesine katkıda bulunur; ilimsiz kalıp yanlış yola saparsa yıkıp yakmaya yönelir. Derin uykusundan kurtulup ilimle desteklenen irade, sahabenin iradesi gibidir. O uyanış, sahabeyi Allah’a, Allah’ın Resul’üne ve kendilerinden olan ululemre itaate götürdü.

Derin uykusundan kurtulup ilimsiz kalan irade ise Haricîlerin iradesi gibidir. Onların uyanışı, onları Allah’a ve Resul’üne itaat adına iman ehli emir sahiplerine karşı isyana götürdü. Onlar, irade sahibi olmayı itaatsizlik sandılar. İtaatsizlikle kula kulluktan kurtulduklarını zannettiler, kendi nefislerinin kulları oldular. Onlar, putlara kulluktan kurtulunca yanlış bir eşitlik düşüncesine kapıldılar. Allah’a kul olmada İslam halifesiyle bir olmayı (eşit olmayı), söz sahibi olma hakkında da bir olmak (eşit olmak) zannettiler. Hiyerarşiyi tanımadılar, düzeni bozdular.

İslamî ihya hareketlerinin en önemli özelliği, Müslümanları uyandırırken onlar arasında bir ihtilaf oluşturmaması; onları birleştirip bütünleştirmesi ve geçmişte oldukları yerden daha iyi bir yere taşımasıdır. Hıristiyanlık içinde bir tür “ihya” hareketi olan Protestanlık ise ilk döneminde Hıristiyanlar arasında ağır bir çatışmaya yol açtı. Katolikliğin ağır baskısından kurtulan iradeler Protestan karakter içinde Hıristiyan katliamına yöneldi. Sonraki dönemde ise kapitalizmi ve Evanjelizmi doğurdu.
 
İslam dünyasında, Miladi 19. Yüzyılda başlayıp 20. Yüzyılda cemaatleşerek yol alan büyük bir ihya hareketi oluştu. İslam dünyası için kurtuluş umudu, İslam düşmanları için endişe kaynağı haline gelen bu ihya hareketinin iktidar olma sürecine girdiği 1980’li yılların eşiğinden bu yana gizli bir el, İslam dünyasında bir tür Protestanlaştırma faaliyeti yürütüyor. İslamî uyanışı, Protestan bir renge büründürmeye çalışıyor.

PROTESTANLIĞIN KARAKTERİ

Avrupa, 16. Yüzyılın başına kadar ağır bir Katolik uyuşmuşluk içindeydi. Kilise, Hıristiyan iradeye resmen el koymuş; insanların düşünme ve karar verme hakkı açıkça kiliseye devredilmişti. Sıradan insanlar, bir yana krallar bile kendi başlarına karar alamıyor; kilise tarafından yetkilendirilmeyenler İncil hakkında hiçbir yorum yapamadığı gibi krallar kendi ülkeleri hakkında bile kilisesiz bir adım atamıyordu.

Batı’da “Ortaçağ” denen Katoliklik çağında Hıristiyan birey de toplum da söz sahibi olma anlamında yoktu. Bütün irade, kiliseden ibaretti. Buna karşı çıkanlar ağır cezalara çarpıtılıyordu.

Önce Haçlı Seferleri, sonra Endülüs’ün Hıristiyan ordularca işgaliyle Müslümanlarla kurulan temas, Avrupa şehirlerinde 16. Yüzyılda birikime ulaştı ve Katolik baskıya karşı bir protestoya büründü. Katolik baskıdan kurtulan iradeler, İncil üzerine tutarsız ve herkesin kendisini hak sandığı yorumlara yol açtı. Yorum farkından doğan tartışmalar, gün geçtikçe ağır ihtilaflara ve nihayet mezhep çatışmalarına dönüştü.

Başlangıçta iki taraf da acımasızdı. 1568 – 1648 yılları arasında süren 80 Yıl Savaşları ve aynı sürecin son otuz yılını kapsayan 1618-1648 30 Yıl Savaşları’nda akıl almaz vahşetler yaşandı. 24 Ağustos 1572 Aziz Bartolomeus Yortusu’nda Katolikler, Protestanları kıyımdan geçirdi. Protestanlar da galip gelip geldikleri yerlerde, intikam hırsıyla Katolikleri diri diri yakma, kent meydanlarında aç köpeklere yedirme, kazıklara geçirme gibi cezalara çarptı. Katolikler daha önce İspanya’da Müslüman ve Yahudilere karşı kurdukları Engizisyon mahkemelerini 1542’de Papanın emriyle Roma’da Protestanlara karşı kurdu. Kalvinist ve Lüthercileri acımasızca yargıladı. Neticede Avrupa, Hıristiyanın öldürmek için farklı mezhepten Hıristiyan aradığı bir kasaphaneye dönüştü. Öldürülmüş insanlar günlerce kazıklarda çakılı kaldı, zindanlar ceset koktu, şehirlerin sokakları köpeklere parçalatılan insanlarla kana boyandı.

Protestan uyanış, Hıristiyanlar arasında bir diriliş hareketi olarak doğmuşken, tam anlamıyla kargaşa ve anarşizmin kaynağı oldu. İnsanlar birbirlerini öldürmekten yorulup baştaki vahşet süreci sona erince Protestan isyanın Batı üzerinde derin etkisi kendisini göstermeye başladı:

1. Başıboşluğun yol açtığı yorum farkı ve mezhepler arasındaki çatışmalar, dine ve dindara duyulan saygıyı azalttı. Dinden uzaklaşan Batılıların bir kesimi laikliğe yöneldi. Bu laik yöneliş, sonraki süreçte ikiye ayrıldı. Avrupalıların bir kesimi sadece laik olarak kalırken diğer bir kesimi dinden uzaklaşma konusunda daha da yol aldı, ateistleşti. Laiklik, siyaset anlamından dinden uzaklaşmayı ifade ederken ateizm ise hem siyasi anlamda hem bireysel inançta dinden uzaklaşmayı ifade ediyor.Bugün her iki kesim de Avrupa toplumlarında hatırı sayılır bir kitleyi oluşturuyor ve Avrupa siyasetine yön vermeyi sürdürüyor
.
2. Katolikliğin uhrevî yapısından uzaklaşıp cennetten umut kesen Protestanlar, dünya malı ile tatmin yolunu aradı.
Protestanlar arasında doğan Püritenizm denen akım, kapitalizmi doğurdu. Püriten; Yahudi bir eğilimle sürekli mal toplar ama harcamaz. Harcamadan mal toplamak, Batı’da dindar burjuvazinin doğmasına yol açtı. Ekonomik anlayışta Yahudilerin izinde olan Püritenizm, zamanla siyasi olarak da Yahudilerle yakınlaşarak Amerika’da Evanjelizme dönüştü.

3. Katolik bütünlük anlayışından kopan Protestanlar Hıristiyanlar arasında yeni bir parçalanma türü doğurarak ulusalcılığı üretti. Evanjelist Kilise gibi en bütünlükçü Protestanlar bile esasta ulusalcıdır. Dünyaya Amerika gibi bir ulus devletin çıkarları doğrultusunda bakar.

Görüldüğü üzere iki döneme yayılan bir Protestanlık söz konusudur. Her ikisi de aşırıdır: İlk Protestanlık, dinde; sonraki dönem Protestanlığı dünyevilikte aşırıdır.

İHYA’DAN PROTESTANLIĞA

Şeyh Abdulkadir-i Geylanî ve İmam Gazalî’den İhvan-ı Müslimin Hareketi’ne İslam dünyasında ihya hareketleri, Protestan uyanışından çok farklı bir karaktere sahiptir. Bu hareketlerin en önemli özelliği hangi mezhep içinde gelişmiş olursa olsun ihtilaftan değil, ittihattan yana olması; Müslümanlar arasında çatışmalara yol açmayıp bütünleşmeye vesile olmasıdır.
İmam Gazalî fikriyatının vesile olduğu Zengî-Eyyûbî ihya hareketi, dönemine göre ittihada en yakın harekettir. Bilinenin aksine Fatımîlere karşı Selahaddin-i Eyyûbî’nin tutumu dönemine göre mezhepçiliğe en uzak tutumdur.

Hindistan Müslümanları arasında oluşan ihya hareketleri de Ehl-i Kıble olan kimseyi tekfir etmeme esası üzerine oturmuş, Müslümanları bütünleştirmiştir. Miladî 19. Yüzyılda Şeyh Halid-i Bağdadî ile başlayıp aynı yüzyılın sonunda bir fikir akımına ve 20. Yüzyılda farklı coğrafyalarda İslamî cemaatlere dönüşen ihya hareketi ise tam anlamıyla bir İttihad-ı İslam akımıdır.
20. Yüzyılda Mısır’da İmam Hasan El Benna, Pakistan’da Üstad Ebul Ala El Mevdudî, Türkiye’de Üstad Bediüzzaman, İran’da İmam Humeyni ile cemaat yoluna giren İttihad-ı İslam fikriyatı tam anlamıyla bir İslamî ihya hareketidir.

Bu hareketin öncüleri, İslam’dan uzaklaşarak ya da geleneksel inanç ve hurafelerle uyuşan iradeleri uyandırıp cemaat içinde üretkenleştirmeyi ve bu üretkenlikle İslam dünyasını Batı’nın tahakkümünden kurtarmayı hedeflemişlerdir.
Bu hareketlerin hepsi,

1. İslam dünyasının içinde bulunduğu kötü durumu cehalet, ihtilaf ve yoksulluğa bağlamaktadır.

2. Eğitime büyük önem vermektedir.

3. Ümmetçidir. Milliyetçilikle birlikte mezhepçilik ve hizipçiliğe karşıdır. Ehl-i Kıble olan herkesi Müslüman kabul etmektedir.
 
4. İslam dünyasını Batı’nın doğrudan ve dolaylı işgalinden kurtarmak için fikrî ve fiilî hareketleri Peygamber varisliği içinde görmektedir.

5. Batı’dan teknoloji de ithal ederek maddi kalkınmadan yanadır. Ama maddi kalkınmanın dinin önüne geçirilmesine karşıdır.

6. Ümmetin kendi yaralarını sararak insanlığa fiilen de önderlik etme görevine dönmesi gerektiğine inanmaktadır.

HARİCÎYE-İ CEDİD VE “MÜSLÜMAN PROTESTANLIK”

İslam dünyasında 1980’li yıllardan bu yana açıkça bir yeni Protestanlık akımı inşa ediliyor. Bereketli ihya hareketi, hedefinden saptırılarak İslam dünyasına Batı’nın mezhep savaşlarıyla yaşadığı acılar yaşatmak isteniyor.
Bu doğrultuda birbirine zıt iki akım doğrudan veya dolaylı teşvik ediliyor:

1. Kimilerinin Batılı bir dille “Neo Haricîlik” dedikleri Hariciye-i Cedid akımı:

İslam tarihinde Haricîyeliğin en önemli özelliği, bir irade serseriliği oluşturmasıdır. Akımın mensupları, Müslüman olunca gerçek bir muvahhid olma adına, Cahiliye Arap kabilelerindeki “eşitlik” belasını İslam’a taşıdılar, daha da kötüsü o anlayışı İslamî terimlerle ifade ettiler. Cahiliye Araplarında, kabile hiyerarşisi dışında alt-üst ilişkisi yoktur. Herkes, birbirine eşittir. Kabile ve aile büyüğü dışında, kimse, bir başkası için amir değildir.

Hiyerarşinin olmadığı yerde devlet yoktur. Cahiliye Arap toplumu, büyük bir devlet oluşturma yeteneğinden uzaktır. İslam, o “eşitlik” anlayışını yıktı. Onun yerine Allah’a, Allah’ın Resul’üne ve mü’min ululemre itaat üzerine bir hiyerarşi inşa etti.
Müslümanlar, Allah’a kul olmakta eşittir. Ama yetki sahibi olma konusunda eşit değildir. Her Müslümanın yetkisi ve söz hakkı, takvası, ilmi ve konumuna göredir. Bu konuda mutlak bir eşitlik talebinde bulunmak isyandır. İslam toplumunun dışına çıkmaktır. Haricîlere bundan dolayı Haricî denmiştir. Onlar, “emirden dışarı çıkarak” İslam toplumunu terk edip başka bir yol edinmişlerdir.

Haricîlerin diğer özelliği ise küfre neredeyse hiç kılıç çekmemeleri, tekfir ettikleri Müslümanların kanını akıtmayı ise öncelikli cihad olarak görmeleridir.

Bu iki özellik bir araya getirildiğinde Haricîlik; eşitlik hissiyle İslam toplumlarında düzen bozucu, Müslümanları tekfir edip kanlarını akıtmasıyla Müslümanlar arasında çatışmalara yol açıcı bir akımdır. Bu da tam anlamıyla Batı’daki ilk dönem Protestanlığına denk gelmektedir. Ama “Neo Haricîlik”, İslam dünyasında Haricîliğin yeniden uyandırılmasından çok, ilk dönem Protestanlığının İslam dünyasında oluşan biçimidir. Çünkü büyük ölçüde Batılı sosyal mühendislik kurumlarının İslam dünyasındaki laboratuvar çalışmalarıyla oluşmuştur.

2. “ Dünyevî Müslümanlık” ya da “Müslüman Evanjelistler” denebilecek akım: Dini ekonomik kalkınmaya ve gizli bir ulusalcılığa alet eden akımdır. Bu akımda din, ekonomik kalkınma ve ulusal çıkar aracıdır. Akımın mensupları akide olarak benzemeseler de ekonomide kapitalist anlayışı benimseyerek Yahudilerin mal toplama çizgisine yaklaşıyorlar. Bunun için bu akımın mensuplarına “Müslümanların Yahudileri” gibi garip etiketler yapıştıranlar da vardır. “Müslüman Yahudilik”le kast edilen onların akidede Yahudileşmeleri değil, dini dünyevileştirmeleri ile Yahudilere benzemeleridir.

Diğer bir özellikleri ise ümmet şuuruna uzak olmaları, her tür ümmetçi yaklaşımı ulus adına tehlikeli bir macera olarak görmeleridir. Akım, gerek ekonomik çıkar gerek ulusun selameti açısından uluslararası sistem ve onun başaktörleri Yahudilerle çatışmayı zararlı görmekte, onlarla ilişkide çatışmaya karşı uzlaşma ve uyum içinde çalışmayı önermektedir. Bu yönüyle de Evanjelizme benzemektedir.

Konunun en dikkat çekici yanı, gerek Haricîye-i Cedid’in gerek bu akımın İttihad-ı İslam ihya hareketinin kaynaklarından beslenmiş olması ama o kaynakları farklı yorumlayarak farklı bir çizgiye sapmasıdır.

Uluslararası sistemin İslam dünyası için ilk aşamada hedeflediği, mutlak istikrarsızlıktır. Batı, bu her iki akımın da birbirleriyle çatışarak mezhepçi-ulusalcı eğilimlerle İslam dünyasındaki istikrarsızlığa hizmet edeceğine inanmakta, bu akımları dolaylı veya doğrudan teşvik etmektedir. İslam dünyasındaki ihya çizgisini Protestanlığa büründürmeye çalışmaktadır.

Bunlardan ilki dinde, diğeri dünyevilikte aşırıdır. Her ikisi de İslam’ın orta yol çizgisinden uzaktır. Uluslararası sistemin İslam dünyasıyla ilgili asıl beklentisi, bunların yol açtığı ihtilaf ortamının dine ve dindara olan saygı ve güveni azaltarak laik akımları güçlendirmesidir.