ANKARA - Ankara Bilkent Otel’de düzenlenen ve üç gün sürecek “İl Müftüleri İstişare Toplantısı” açılış programı Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Emrullah İşler ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in katılımıyla gerçekleşti.

 

Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Emrullah İşler ise açılışta yaptığı konuşmada, Dinin, insanların özgür iradeleriyle tercih ettikleri, kendilerine dünyada esenlik içinde yaşamayı, ahrette de ebedi kurtuluşa ermeyi temin eden ilahi bir çağrı olduğunu ifade ederek,  “Temel görevimiz, İslâm’ın bu aydınlık çağrısıyla 21. yüzyıl insanını buluşturmak için var gücümüzle çalışmaktır. Ezelî ve ebedî hakikat adına topluma manevi yönden rehberlik etmek, bütün mahlûkata karşı sorumluluk duymayı gerektirir. Bu yüzden din hizmeti görevini sadece mihrap, minber ve kürsüyle sınırlandırmak bir yanılsamadır. Çünkü din, kişinin varlığını anlamlandıran ve ona hayata ve ölüme dair nihai anlam haritası sunan en doğru ve en yetkin kılavuzdur.” dedi. 

 

Açılışta konuşan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, İslam dini ve İslam dünyasının içinden geçtiği süreçleri özetleyerek, temel sorunların ve paradigmaların tespit edilmesinde bilgi ve bilinç oluşturma sistemleri ve insan yetiştirme mekanizmalarının önemi üzerinde durdu.

 

Başkan Görmez’in açılış konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle;

“Bugün küresel ölçekte insanlığın, İslam dininin, İslam dünyasının, İslam dünyası içinde gönül coğrafyamızın, yurt dışındaki millet varlığımızın, dünyadaki Müslüman azınlık ve toplulukların, ülkemizin ve milletimizin içinden geçtiği gerçek süreçleri anlamadan her bir alanda yaşanan değişim ve dönüşümleri, temel sorunları ve paradigmaları tespit etmeden, bilgi ve bilinç oluşturan sistemleri ve insan yetiştirme mekanizmalarını dikkate almadan din-diyanet hizmetlerini değerlendirmek, gelecek stratejilerini ortaya koymak mümkün değildir.

 

Her şeyden önce insanın aşkın sonsuzlukla irtibatını oluşturan ruhi ve manevi yönünü yok sayan düşünce ve yaşam biçiminin, küresel ölçekte hala egemen olduğunun göz önünde bulundurmak zorundayız. Maneviyattan uzak değerler sisteminin, yaşam biçimi ve ilişkiler düzeninin, insanoğlunu varlığa, tabiata, diğer insanlara hatta kendisine karşı, nasıl yabancılaştırdığını tespit etmek durumundayız.  Yaralı bilinç, bölünmüş benlik ve parçalanmış kişilikle insanoğlunun anlamsızlığın girdabına doğru nasıl sürüklendiğini dikkate almak zorundayız. İçinde yaşadığımız çağın hem tekçi ve tek tip bir dünya dokusu meydana getirdiğini hem de bu dokuyu nasıl parçaladığını görmek durumundayız.

 

İnsanoğlunu içine sürüklendiği bu girdaptan kurtaracak, yaralı bilincini tedavi edecek, bölünmüş benliğini tamir edecek, kendine ve tabiata yabancılaşmasına son verecek yegâne reçetenin İslam’ın evrensel rahmet mesajlarında mündemiç olduğunu, bir Müslüman olarak ifade etmek durumundayız. Ancak İslam’ın bütün bu süreçlerden nasıl etkilendiğini, Müslümanların ve İslam dünyasının bu reçeteyi takdim etmekten ne kadar uzaklaştığını da göz önünde bulundurmak gerekir. İslam’ın, bu konuların tamamında asrın idrakine söz söylemeye güç ve kudretine sahip olduğunda hiçbir mümin şüphe etmez. Ancak Müslümanların da çağın bütün illetleriyle muallel olmanın yanı sıra, savaşların işgallerin, sömürgelerin ve despot yönetimlerin gölgesinde bilinçlerinin yaralandığını, benliklerinin parçalandığını ve İslam’ın rahmet mesajını temsil etmekten uzaklaştıklarını itiraf etmek zorundayız.

 

Her zaman dediğimiz gibi bugün de diyoruz ki, hiçbir dünyevi çıkar ve kazanç bir insanın kanının akmasından değerli olamaz.

 

Bugün İslam dünyası dediğimiz dünya gerçekte İslam’ın dünyası mıdır? Tarihte İslam’ın bu coğrafyada nazil olması, İslam medeniyetinin temellerinin bu topraklarda atılması bu dünyayı İslam dünyası yapar mı? Darusselam olmayan beldeler, İslam'ın beldesi olur mu? Darul eman olmayan, can, mal, namus, emniyetin her açıdan ihlal edildiği şehirler imanlı şehirler addedilir mi?

 

Kitle iletişim araçlarından her türlü sanatsal faaliyetlere ve hayatın her alanında Müslüman’ca duyarlılığın oluşması için hangi çalışmalar yapılmalıdır? İslam’ın mimariden, sosyal hayata, pazardan mezara kadar uygulanabilir bir şekilde nasıl yaşanılacağı ortaya koyulmalıdır.

 

Toplumda dini vazife ifa etmeleriyle bilinen imam, müftü, vaiz ve hoca efendiler, kendilerine yüklenen toplumsal İslami sorumluluğun ne derece farkındadırlar? Bu görevler bize bir ayrıcalık, dokunulmazlık mı verir yoksa ağır bir sorumluluk mu getirir? Bu mükellefiyetin farkında olmayan kişilerin bu vazifeleri ifa ederken hangi şuurla hareket ettikleri çok önemlidir. Buradan açıkça ifade etmemiz gerekir ki, maişetin dışında kim bu vazifelerini bir çıkara, bir makama ve bir mevkie tebdil etme amacıyla hareket ederse hem Yaratıcı katında hem de toplum nezdinde itibar ve saygınlığını kaybetmeye mahkûmdur.

 

Buradan gençlere ve gelecek nesillere şunu ifade etmek isterim ki, bizlere, dinî vazife yaptığını söyleyenlere ve dinî yapılara bakarak İslam’ı değerlendirmeye tabi tutmasınlar. Bizler her yönüyle hataların içine düşmüş olabiliriz. Mehmet Akif, İslam dünyasının haline bakarak der ki, ben İslam’ı ve Müslümanlığı eğer bugün hocalara bakarak değerlendirecek olsaydım, şu an revaçta olan gençlerin dine mesafeli duruşuna kapılırdım. Ancak ben İslam’ı Kur’an’dan ve sahih kaynaklardan öğrenerek kendimi koruyabildim. Ben de gençlere diyorum ki, sizler İslam’ı bizimle değerlendirmeyin. Biz bunu temsil hakkına sahip değiliz. İslam’da din adamı sınıfı ve dini temsil etme iddiası hiç kimseye verilmemiştir. Herkes İslami, ahlaki vecibeleri yerine getirmede eşittir ve aynı sorumluluğa sahiptir. Hiç kimse aklını, kalbini ve vicdanını herkes gibi beşer olan, zaafları bünyesinde barındıran ve ölümlü olup hesap verecek birilerine teslim edemez, etmemelidir.

 

Bütün bunlardan dolayı bugün Diyanet İşleri Başkanlığımıza her zamankinden çok daha büyük görevler düşüyor. Ancak bütün bu hizmetleri yapabilmek için Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili köklü reformların yapılması ve beklenen bir hüviyete dönüşmesi gerekmektedir. Gerek yerel ve gerekse uluslararası çalışmaların geldiği boyutu göz önüne alacak olursak mevcut yapı ve işleyişle hizmet üretmek ve bu hizmetlerin kalıcı ve nitelikli hale gelmesini sağlamak gitgide zorlaşmaktadır. Bunun için aşağıdaki hususlar gelecek dönemde ele alınmalıdır.

 

 “Diyanet Akademisi kurulmalı”

Ayrıca hizmet içi eğitimleri içinde barındıran yüksek ihtisas merkezlerimiz daha akademik bir seviyeye çekilerek yenilenmeli, hizmet sektöründe var olan diğer kurumların kendi hizmetlerine yönelik akademik yapıları olduğu gibi Diyanet teşkilatına yönelik Diyanet Akademisi kurulmalıdır.” (İLKHA)