Hüseyin Sağlam / Doğruhaber / Haber yorum
 
Şu sıralar herkes işleyen “hukukun paralelliğinden” dem vurup kumpas söylemine sığınıyor. Ama hiç kimse “hukukun rezilliğinden” bahsetmediği gibi, yanından bile geçmeye yanaşmıyor.

Son süreçte “hukuk” adına işleyen “paralellik”; iktidarıyla, sivil toplum kuruluşuyla, “İslamcı medyasıyla”, yazarçizeriyle farklı bir bakış açısını ortaya koydu. Oluşan farklı bakış, farklı bazı söylemleri de beraberinde getirdi. “Kumpas” startıyla beraber Ergenekon, Balyoz ve KCK operasyonları ile sınırlı bir “yeniden yargılama” söylemi tedavüle sokuldu. Daha düne kadar Ergenekon ile Balyoz sanıklarının/mahkûmlarının ensesinde boza pişirme yarışını sürdürenler ile KCK’nin ne denli iflah olmaz bir örgüt olduğunu yazmakta yarışanlar, bugün bu davalarda yapılan “kumpasları” dile getirme yarışına girmiş görünüyorlar.

Tabii ki Ergenekon’da da, Balyoz’da da, KCK’de de kumpasın alası vardı. Buna itirazımız yok. Ancak “kumpas” denen sihirli sözcüğün sadece bu davalarla sınırlı tutulması, hukukta tersten işleyen bir “paralel bakış açısını” beraberinde getirmektedir ki itirazımız tam da burada başlamaktadır. Arada sırada Mirzabeyoğlu ile Hanefi Avcı da araya sıkıştırılsa da oluşan yeni bakış açısının yine de “paralele paralel” bir bakış açısı oluşturmaktan kurtulamadığı ortadadır.

Sorun ve hukuksuzluğun her çeşidi yargı denen ahtapotu kuşatmışsa, bu ahtapotun verdiği bütün kararlarda sorun aramak gerekirken sorunun sadece belli davalarla sınırlı tutulması her ne anlam ifade etse de hukuki bir bakışı temsil etmediği aşikârdır.

O halde “kumpas” ile startı verilen ve sadece bahse konu davalarla sınırlı “yeniden yargılama” hususuna ne demeli? Açıkça söylemek gerekirse hedef gözetilerek vurgusu yapılan “yeniden yargılama” söylemi, mevcut durum üzerinden yeniden şekillenen saflaşmada safları kendi lehine tahkim etme stratejisi üzerine kurulu bir vakıaya işaret etmektedir ki bunun hukukla ilgisinden ziyade kimin kim veya kimleri kendi safına çekmek istediğiyle alakalı bir planlamaya işaret ettiği gözlerden kaçmamaktadır.

İktidarı paylaşma planlamasında Ergenekon ve türevleri halen hatırı sayılır bir ağırlıktadır. KCK ise, üstünlük taslamada tarafların birbirine karşı kullanabilecekleri önemli kozlardandır. Durum böyle olunca “hukuk” denen mağdurenin yine sefalete mahkûm edileceği tehlikesi peşinen kendini göstermektedir.

Zaten tarafların son tartışmasının gelip dayandığı noktanın “hukuk” denen mağdure olması, meselenin hukukla ilgisinden ziyade hukukun kimin elinde sopaya dönüşeceğiyle ilgili duruma işaret etmektedir. Eğer mesele hukuk olsaydı, hukuk tartışması belli davalarla sınırlandırılmaz, olumsuz örneklemelerde seçici davranılmazdı.

Haydi, farklı düşüncelerdeki kesimleri bir tarafa bırakalım da bu aralar hukuk derken birer adalet timsali kesilen İslamcı medyaya ve İslamcılığı kimseyle paylaşmayan medya duayenlerine bir bakalım. Önce şunu soralım: Bir annenin, sadece kızını başörtüsüyle okula gönderdiği için hapis cezasıyla cezalandırıldığının yeryüzünde başka bir örneği var mı?

Mesela israil’de hiç böyle bir örnek vaka duydunuz mu? Ama vesayetten kurtulduğunu iddia ettiğiniz bir dönemde Türkiye’de bu durum yaşandı.

Hepiniz Filistin ve Gazze üzerinden İslamcılık tazelerken aynı dönemde Gazze’ye yardım amacıyla kermes düzenleyen bir bayana ve yetmiş yaşlarındaki bir nineye örgüt üyeliğinden hapis cezasının verildiği bir yer tahayyül edebilir misiniz diye sorulsa herhalde “belki israil’de” diyebilir, hatta buna da