Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur’’ (Fatiha:1) Yegane büyük Allah’ın sonsuz nimetlerinin, sayısız lutuf, nimet ve ikramlarına karşı lisanen, fiilen ve kalben medh ü sena ve teşekkürde bulunulması “şükür” dür.
Gerçekten varlıkların en basitinden en mükemeline kadar hiyerarşik bir şekilde zirve noktasını teşkil eden insanın, böylece “eşref-i mahlûkât” (varlıkların en şereflisi) olmasının tabii bir icabı olan “şükür”, dinin en derin ve en mühim meselelerinden biridir. Yaratılışındaki izzet ve asaleti muhafaza etmiş olan her insan, kendisine bir bardak su ikram edene bile vicdanen bir teşekkür borcu hisseder. Hal böyleyken insanoğlunun, bütün nimetlerin kaynağı ve ikram edeni olan Rabb’ine karşı asi ve nankör kalması, akıl, mantık ve vicdan dışıdır. Bu hal, ancak düşünce yoksulluğu ve his donukluğunun bir ifadesidir.
İnsanı en güzel şekilde hulk eden Halık-ı Kerim dünyasını da bir gelin odası hassasiyetiyle tezyin emiş ve bu cihanın, sayısız ilahi nimetlerini hizmetine amade etmiştir. Zerrelerin, hücrelerin, binbir çeşit koku ve renkteki çiçeklerin ve meyvelerin, en sevimlisinden en vahşisine kadar hayvanların ve bütün eşyanın karakterlerine göre hususi ve acaib bir şekilde tertib edilmesi, mükemmel olan kamil insanın kulluk vazifesini layıkıyla idame edebilmesi içindir. Bu görevi idrak etmiş , pratikte uygulamaya koymuş ve yegane büyük yaratıcısına sükranlarını sunmuş insan kemal sıfatına layık olan insandır.
Peki şükür etmek sadece nimetleri tanıyıp lisan ile teşekür etmekle mi kafi olur . Nimet sahibinin verdiği görevleri yerine getirmiyorsak ne anlamı kalır bu teşekürün. Akıl sahipleri bunu yapmaz Allah’ı tanıyıp onun şeriatını hayatlarına uygulama gereği duyarlar, bütün beşeri sistemleri reddedip asıl nimet sahibinin kanunlarını uygularlar.
Hiç bir alemde Allah’ı zikretmeyen bir zerre dahi bulamazsınız. Hayvanlar bile tesbih ve fakrlarını bilirler. İnsan dışındaki mahlukatın irade dışı yapmış oldukları bu şükür tabikide çok önemli. Ama şu da unutulmamalı bu mahluklar bir makina gibi ayarlı mahluklardır ve isteseler bile şükürsüz hayatlarını idame edemezler. İnsan ise cüzzi bir iradeye sahip olduğu için yapmış oluğu şükür ve tesbihler onun isteğine kalmıştır dolayısıyla ademoğlunun yapmış olduğu şükür hiç bir mahlukatın şükrüyle kıyas edilemeyecek kadar değerlidir. Şükürsüz tüketilen bütün nimetler insanın nankör bir hal aldığının ıspatıdır. Kulların asıl vazifeleri nimet sahibini bulup tanıyıp ve daha sonra yüceltmesidir.
İnsanlar, hadiselere eşyanın sırf gölgesini gösteren aynalar gibi baktıklarında, onların sadece dış yüzünü kavrar ve sürekli yanılırlar. Lakin aklı, vahi ile terbiye edip onun tıkandığı yerde adeta bir röntgen gibi kalbleri ile nazare edebilenler, hikmetle hareket etmeyide çok iyi anlarlar. İslam alemleri hikmetle hareket etmeyi kanımca şükür sırına binaen çok iyi anlamış durumdadırlar. Bu idrak onları azizlerden kılmıştır. Hacı Bayram Veliye kulak verelim dilerseniz ne güzel diyor:
Hoştur bana Sen’den gelen
Ya gonca gül yahut diken
Dikenede gülede razı işte bu idrak şükürle olur. Güle şükreden dikenin hikmetinide anlar.Her türlü musibetten, şükür ve hamd halini deva ettirerek kazançlı çıkmayı becerebilenler, bu dinin insanlara vadettiği huzurun zirve noktasındadırlar. Gönüller bu noktaya ulaşabildiği nisbette huzur ve sukünete kavuşur.
Enes Çetin / Kocaeli - Yaş: 19