İşte Yasin Aktay`ın makalesi...
Cemaatin Stratejik Aklına Ne Oldu?
Türkiye`de bir sivil toplum hareketi olarak stratejik aklı veya davranışı sergileyen en önde gelen hareket hangisidir diye sorulsa, tartışmasız cevabım Gülen cemaati olurdu. Kendisine çok uzak hedefler tayin etmiş ve bu hedeflere doğru adım adım kararlı bir yürüyüş içinde olduğu izlenimini hep vermiştir.
Geçtiğimiz günlerde arkadaşımız Hilal Kaplan`ın hatırlattığı 1999`da ortaya çıkan kasetinde Gülen`in söylediği sözler, esasen bu stratejik aklın mükemmel bir özeti niteliğindeydi. Kendi cemaati içinde mahrem olarak paylaşılan o strateji ve taktiklerin içinde gerektiğinde geri çekilmek, hiç bir şey yapmıyor gibi görünmek ama zamanı geldiğinde risk faktörü neredeyse tamamen sıfırlandığında harekete geçmek var. Uzun konuşmasının sonlarında şöyle diyor Gülen:
`Anayasal müesseselerdeki kuvveti cephenize çekmeden her adım erken. Kıvama ereceğiniz ana kadar dünyayı sırtınıza alıp taşıyabilecek güce ulaşacak ana kadar, o kuvveti temsil edeceğiniz şeyler elinizde olacağı ana kadar, Türkiye`deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar her adım erken sayılır.`
Bu stratejik yürüyüşün içinde bir yandan da kendi algısını yönetmek de önemli bir yer tutuyor. Kendileri hakkında olumsuz düşünen insanlar nezdinde kendilerini aklayacak, kendileriyle ilgili istedikleri algıyı oluşturmak üzere olağanüstü bir kamu diplomasisi var. Başta GYV olmak üzere bir dizi kuruluşları yoluyla yaptıkları faaliyetlerde bunu sağlama çabası önemli bir yer tutuyor.
Bir zamanlar, kendilerinin `cemaat değil, sivil toplum` olduklarını insanlara kabul ettirmek için dikkat çekici bir çaba sarf ettiler. Samanyolu TV`ye cemaat hakkında ilk sosyolojik değerlendirmeyi yapmaya çağrılmam bu dönemde oldu. Doğrusu, benden bekledikleri gibi, bir sivil toplum olduğunu söylemekten geri durmadım, ama böyle olmaları cemaat olmaları gerçeğini değiştirmiyordu. Cemaat de bir sivil toplum olabilir, bir sivil toplum teşekkülü de cemaat özellikleri sergiler zaten. Sosyoloji literatürü istedikleri cevabı üretmeye müsaitti ama onların kamuoyunda cemaat hakkında var olduğunu düşündükleri cemaat algısının `kötü` olduğunu düşünmeleri, onun yerine `sivil toplum` kavramını geçirme çabasına sürüklüyordu.
Haklarındaki algıyı yönlendirmek için bir kişiyi bile önemseyen, gereğinde dünyadaki okullarını gezdiren, bir ton para harcayarak ne kadar masum, ne kadar hoşgörülü, hümanist, demokrasi ve diyalogdan yana, ne kadar siyaset dışı ve sivil olduğunu ispatlamaya çalışan hareketin bugünlerde kendisi hakkındaki algıdan haberi var mıdır acaba?
Yoksa, Bekir Berat Özipek gibi, yıllarca cemaatin bu tür çabalarına olumlu karşılık vermiş birinin yazdıklarını samimi bir uyarı olarak okumalarında fayda var. Aslında sadece Özipek mi? Ahmet Taşgetiren, Yusuf Kaplan gibi bir çok isim şimdiye kadar cemaati ve çalışmalarını yere göğe sığdıramıyordu. İtiraf edeyim ki, ben de farklı bir tutum sergilemedim. Yurtdışındaki okulların PR çalışmaları esnasında yansıtıldığı sınırlarda kaldığında Türkiye için ne kadar hayırlı bir yumuşak güç, bir sosyal sermaye, bir kolonizatör derviş rolü oynadıkları kanaatimi hala koruyorum.
Ancak o okullar yoluyla elde edilmiş olan prestijin bugünlerde son derece müsrifçe harcandığını da düşünüyorum. Herkesin takdir ettiği bu faaliyetler üzerinden üretilmiş olan saygınlık Türkiye`de siyaset üzerinde vesayet kurma gücüne tahvil edilmeye kalkışılınca ne saygınlık kaldı ne de bunca yıldır özenle oluşturulmaya çalışılan olumlu algı.
Bu yazıyı Almanya`da yazıyorum. Bir yandan katıldığım bir konferansın gündemiyle meşgulüm, bir yandan da karşılaştığım Türklerle sohbet ediyorum. Türkiye`de olduğu gibi, herkesin gündeminde Cemaat var ve büyük çoğunluğu daha 1-2 ay öncesine kadar Cemaate çok olumlu bakan insanların algısındaki hızlı değişim dikkat çekici. Cemaat bir maceraya atıldı, ama bu onun 40 yıldır özene bezene biriktirdiği bir çok şeyi eritti. Stratejik aklı ve davranışıyla beni her zaman hayran bırakmış olan bir yapının bu kadar büyük bir riski ne adına almış olduğunu sorusu yine de hâlâ anlamsız değil.
Cemaat kendi algısını yönetmeye çalışırken büyük paralar ve emek harcıyordu. Oysa kırk yılın emeğini bir anda harcamak sadece bir kaç günde oldu.
Sosyal alem robotları tek tek herkesin nasıl olup da değiştiğini nankörlük edebiyatları eşliğinde okuyup duruyor. Uzağa bakmasınlar, kendilerinden başka kimsenin değiştiği yok.
Ölüm tutanaklarına soyunmuş görünen Mümtazer Türköne bir zahmet cemaatin bir check up`ını yapıversin, bakalım ne çıkacak?
NAZLI ILICAK`IN HOCAEFENDİSİ, SENE 1997...
CNN`de Nazlı Ilıcak`ın 1997 yılına ait görüntüleri yayımlaması bir bakıma iyi de oldu. İnsan bir muhasebe fırsatı bulmuş oluyor. 28 Şubat darbesine `Erbakan da çok oldu gitsin artık` diyerek desteğini belli ettiği halde okullarının kapanması tehdidine maruz kalmaktan kurtulamayan Fethullah Gülen`in, darbenin asıl mimarı olan Süleyman Demirel`in yanında verdiği görüntü çok şey anlatıyor. Nazlı Ilıcak`O gün 28 Şubatçılar okullarını kapatmakla tehdit ederek ona zulmetmişlerdi şimdi de AK Parti aynı zulmü dershaneleri kapatarak tekrarlıyor` diyor. Yine tam tamına neresinden tutup düzeltileceğini bilemeyeceğimiz bir ifade.
1. Bir defa Gülen 28 Şubat`ta darbeyi yiyenlerin değil yapanların yanında, dolayısıyla siyasetin karşısında yer aldı.
2. Okulları kapatılmadı, bahsi geçince hemen anahtarı darbecilere uzattı.
3. Şimdi dershaneler cemaati hedef alarak kapatılmıyor, genel eğitim reformu kapsamında dönüştürülüyor.
4. Zaten dershanelerde dini eğitim yapılmıyor, sadece oradan eleman devşiriliyor.
5. Bütün dindarlara zulmeden 28 Şubatçılara sergilediği mütevazi tavrına karşılık, mütedeyyinlerin kalbinde taht kurmuş Erdoğan`a karşı aslan kesilmiş ve ona karşı darbe girişiminin içinde yer alıyor.
Bütün bunları yayında da söyledim, ama cemaat yayınları sadece Ilıcak`ın söylediklerini aktarmış, tamamlayalım bari dedim.
Yasin Aktay/YeniŞafak