Esra Toprak / Nisanur Dergisi

Her insanın yüreğinden akıp giden onlarca sual, düşünce, yorum ve görüş vardır. Bunun birçoğunu dışarı yansıtır belki ama kendine ait duyguları, hissiyatı da vardır. Ve belki bu hissiyatın azıcığını içinde tutsa da bunu paylaşabileceği paylaşarak rahat bulacağı ya da söylemesi zorunlu olup fakat başka kimsenin duymasını istemediği durumlar ve kelamlar vardır. İşte tam burada sırrın ehemmiyeti göze çarpıyor.

Sır tutmak, bir olgunlaşma evresidir. Gençliğin belki en fark edilen yönüdür ki bir çocuğa gizli bir söz emanet edilmez. Çünkü o gizliliği açığa vurması çocuktan beklenilecek bir şeydir. Bir insanın da gençliğe adımı sır tutmasıyla ölçülebilir. Olgunlaşmayla birlikte bir terbiye sürecidir. İradenin kalbe ve dile hâkim olup her zaman söz emanetini ve sırrın önemini hatırlatmasıdır. Hakeza sır tutmak büyük bir erdemliliktir. Tüm bunlar göz önüne alındığında sır tutmanın da önemini anlarız.

Hikmet ehli şöyle demişlerdir; “Sır insanın esiridir. Açıklayınca insan onun esiri olur.”

Bu sözün hitabı hem kendi sırrını muhattabına söylediği için kendisine, hem de sırrı tutması için muhattabadır.

Bir insan içindeki durumu sözle dışa yansıtmadığı müddetçe o içindeki sözlerin efendisi olur. Fakat dile döküp karşısındakine yansıtınca artık söylediği söz ağzından çıkmış ve onun esiri olmuş olur. Aynı şekilde bu dinleyen için de geçerlidir. Yani muhatap da o insanın sözlerini dinlemiş ve o sırlı sözleri bir başkasına anlatmadığı müddetçe o sırrın efendisi olur. Sırrı ifşa edip üçüncü kişilere aktardığında artık o sözün (sırrın) esiri olmuş olur. O halde iki önemli durum hâsıl olup bu durumda iki rol vardır; sırrı söyleyen ve sırrı tutan...

MAKALENİN TÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!