Ama bu fazla sürmedi bu sene. Ramazanın üçte biri biterken medyatik figürler yeniden boy gösterdi sahnede. Z. Beyaz ve Y. N. Öztürk’e başka bir-iki isim daha eklendi.

Biri ibadetin o kadar da önemli olmadığını söylerken, biri teravih namazı diye bir namazın olmadığını iddia ediyordu. Her şeye maydanoz olan bir gazeteci Ramazan ayının Eylül ya da Mart ayında sabitlenmesini öneriyordu. Diğer ibadetler için de işleri aksatmayacak şekilde zamansal ayarlamalar yapılmalıymış. Bir buçuk saat fazla oruç tuttuklarını, diyanetin halkı aldattığını söylüyordu biri.

Reyting adı verilen ticari olgunun seline kapılan medya da bu haberlere balıklama atladı. Öyle ya, siyasi olsun, dini olsun, magazinsel olsun, polemik her zaman iş yapardı. Medya da bundan kaçamazdı.

İşin medya boyutu bir yana proje boyutuna değinmek gerektiği kanaatindeyim.

İki ilahiyatçının 28 Şubat sürecinde (Beyaz ve Öztürk) bir proje kapsamında piyasaya sürüldüğü, onlardan dini konuları sulandıracak şekilde gündeme getirmelerinin istendiği güçlü bir şekilde iddia edilmişti. Bu iddia da Hizbullah tarafından kaçırılıp sorgulanan Gonca Kuriş’in ifadelerine dayandırılmıştı.

Şimdilerde Ergenekon zayıflamış durumda. Balyozcular ve diğer darbeciler de genellikle cezaevinde. O zaman projeyi kim yürütüyor?

Teravih namazı ile ilgili söylenenlerin bir anlam ifade etmediğini bilelim öncelikle.

Ramazanın esas amacından uzaklaştırılıp bir eğlenceye dönüştürülmesi gayreti epeydir biliniyor. Teravih namazı bunun önünde bir engel. Eğlenceye zaman bırakmadığı için kimilerine göre bir problem. Kafalarda onunla ilgili şüpheler oluşturabilmek bile önemli. Ve sanki bunu başardılar.

Amaç Ramazanı ruhsuz bırakmak. Belediyeler bu konuda epey mesafe kat etti.

Esas iş ilahiyatçılara kalmıştı.

Onlar medyayı iyi kullanırlardı her zaman. Uzun zamandır köşeye atılmışlık psikolojisi ile bunalıma girmişlerdi.

Gün doğdu onlara.

Bir yazar şöyle bir cümle ile tanımlamıştı olayı: “Hani Ramazanda şeytanlar bağlı idi”

Plan şeytanca evet. Ama insi şeytanların işi.

Doğruhaber