Hocam; “teravih namazı diye bir namaz yoktur artık” diye gündemde konuşuluyor. Teravih namazı yok mudur?
Teravih namazını Peygamber Efendimiz (s.a.v)adını teravih namazı olarak koyarak kılmamıştır. Peygamberimiz (s.a.v) farz namazlarının haricinde teheccüd namazı kılardı.
Kur’an-ı Kerim’de kendisine teheccüd namazı da emredilmiştir. “Farzlardan başka olarak gece kalk, teheccüd (namazı) kıl” diye Peygamber Efendimiz’e emir vardır.
TEHECCÜD NAMAZI MÜMİNLERE SÜNNET
Sadece Peygamber Efendimize mi emir var?
Evet. Teheccüd için. Hz. Peygamber’e (s.a.v) teheccüd kılmak farz, biz müminlere sünnet. Neden? Çünkü Allah (c.c) O’na 5 vakit namazdan hariç teheccüdü de emretmiştir.
‘’Fe teheccedbihinafiletenlek’’‘ Farzın haricinde kalk teheccüd namazı kıl’ (İsra, 79) buyrulmuştur. “Farzın haricinde” demekle bu, Hz. Peygamber’e (s.a.v) farz değil anlamına gelmemektedir. O beş vaktin haricinde demektir.
Hatta bir başka yerde de ‘Gece birazcık uyu sonra kalk namaz kıl’ (Müzzemmil 3-5) şeklinde ayet vardır. Gecenin bir bölümü geçtikten sonra kalk namaz kıl diye Peygambere uyarı var. Bundan dolayı Peygamberimiz (s.a.v) geceleri hep namaz kılmıştır, yani farzın haricinde hep namaz kılmıştır. Bu ayetlerden sonra Peygamberimiz (s.a.v) gece namazını terk etmemiştir.
GECE NAMAZINI KAÇIRIRSA, KUŞLUK NAMAZI OLARAK KAZA EDERDİ
Peygamber Efendimizin kılmadığı teheccüd namazı hiç olmadı mı?
Rekât konusuna gelmeden önce önemini vurgulamak için şunu söyleyeyim; eğer gece namazını kaçırırsa, uyuya kalırsa, kılamazsa kuşluk namazı olarak onu kaza ediyordu. Yani bir anlamda kuşluk namazını Peygamberimiz geceleyin teheccüd namazı kılmamışsa mutlaka kılmıştır.
4 rekat, 8 rekat kıldığı şeklinde rivayetler vardır. Gece kalkamamış ve sanki onun kazası gibi kuşluk vaktinde onu kaza etmiştir. Gece namazı bu kadar önemli bir namazdır Peygamber efendimiz için.
SÜNNET VE NAFİLE NAMAZLARIN EVDE KILINMASI DAHA FAZİLETLİ
Ramazan ayı gelince Buhârî’ninZeyd b. Sâbit (r.a.)’ten (ö.45/665) rivayetine göre, Resûl-i Ekrem (a.s.), Mescid-i Saadette itikâf için hasırdan bir oda yaptırmıştı. Ramazan-ı Şerifin son on gününde birkaç gece buradan çıkıp cemaatle hem farz hem de teravih namazı kıldı.
Daha sonra cemaatin rağbetini görünce bir gece yalnız yatsı namazını kıldırıp, bu hasır odasına çekilerek teravih için çıkmadı. Allah Resûlünün odasından çıkmadığını gören sahabeden bazıları onu uyudu sanarak uyansın diye öksürmeye başladılar.
Bunun üzerine Resûlullah (a.s.) kendisini bekleyenlerin yanına gelerek şöyle buyurdu: “Sizde cemaatle bu namazı kılmak hususunda devamlı bir arzu ve iştiyak görüyorum. Fakat böyle cemaat halinde bu ibadete devam ederken farz kılınmasından ve bu sebeple de güç yetirememenizden korkarım. Ey İnsanlar! Bu namazı evinizde kılınız. Farz namazlardan başka sünnet ve nafile namazları kişinin evinde kılması daha faziletlidir.” (Buhâri, Ezan 81)
Buhârî’nin Hz. Âişe (r.a.)’den (ö. 58/677) rivayetine göre ise, Resûl-i Ekrem (a.s.), bu şekilde iki ya da üç gece cemaatle teravih namazı kılmıştır. Hz. Âişe bu durumu şöyle anlatmaktadır: Bir Ramazan gecesi Resûl-i Ekrem, Mescid-i Saadette teravih namazı kıldı. Ashâb-ı Kirâm da kendisine iktida edip kıldılar. Ertesi gece de böyle cemaatle kıldılar. Halk çoğaldı. Üçüncü ya da dördüncü gece yine toplanmışlardı.
Fakat Resûlullah (a.s.) o gece teravihe çıkmadı. Sabah olunca namazdan sonra cemaate şöyle hitap etti: “Ey İnsanlar! Sizin cemaatle Ramazan namazı kılmaya olan şiddetli arzu ve iştiyakınızı görüyorum. Benim için de namaza çıkmaya bir mani yoktu. Yalnız böyle aşırı bir iştiyak ile devam edilerek üzerinize farz kılınmasından, sizin de edasına muktedir olamamanızdan endişe ediyorum” (Buhârî, Salatü’t-terâvîh 1)
Yine Hz. Âişe’den gelen bir başka rivayette bu olay çok daha ayrıntılı bir biçimde anlatılmaktadır. Sözkonusu rivayete göre Hz. Âişe şöyle demiştir: “Resûl-i Ekrem teravih namazını gece yarısında mescidde kıldırmıştı. Birçok kimse de kendisiyle beraber kıldı. Ertesi gün bu namaz ağızdan ağza yayıldı. Resûlullah (a.s.)’ın teravih namazı kıldırdığı duyulunca ikinci gece mescidde öncekinden daha çok kalabalık vardı. Gündüz olunca bu namaz yine anlatıldı. BunuN için üçüncü gece halk mescide doldu. Resûlullah (a.s), üçüncü gece de kıldırdı. Dördüncü gece artık mescidin alamayacağı kadar cemaat toplanmıştı.
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem dördüncü gece teravih namazı için çıkmadı. Yalnız sabah namazına çıkıp namazdan sonra cemaate şehadetle ve “emmaba’dü” hitabıyla başlayarak yukarıda anlatıldığı şekilde açıklama yaptı.” (Müslim, Salatü’l-müsafirin178)
EbûZerr el-Gıfârî (r.a.)’den (ö.32/652) gelen rivayetlerde ise teravih namazı bazı yönleriyle diğer rivayetlerden daha ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.
EbûZerr şöyle demektedir: Resûlullah (a.s.) ile birlikte Ramazan orucu tuttuk. Ramazan-ı Şerifin bitimine yedi gün kalıncaya kadar Resûl-i Ekrem bize hiçbir gece farzdan başka namaz kıldırmadı. (Yatsı namazını kıldırır, sonra hane-i saadetlerine giderdi). Ayın yirmi üçüncü gecesinde ise, gecenin üçte biri geçinceye kadar bize teravih namazı kıldırdı. Ramazandan altı gece kalınca (Ramazanın yirmi dördüncü gecesi) bize namaz kıldırmadı.
Ramazandan beş gece kalınca (Ramazanın yirmi beşinci gecesi), gecenin yarısı geçinceye kadar bize namaz kıldırdı. Ben dedim ki, Ya Resûlallah! Gecenin geri kalan yarısında da namaz kıldırsaydınız (Bizim için daha hayırlı olurdu). Resûl-i Ekrem cevap olarak: “İmam, namazı bitirinceye kadar onunla namaz kılmak bütün geceyi namazla ihya etmek için kâfidir”, buyurdu.
Ramazandan dört gece kalınca (Ramazanın yirmi altıncı gecesi) Resûl-i Ekrem yine bize namaz kıldırmadı. Gecenin üçte biri geçinceye kadar bekledik. Ramazandan üç gece kalınca (Ramazanın Yirmi yedinci gecesi) Resûl-i Ekrem, ehlini, kadınlarını ve ashâbını topladı. Bize bütün gece namaz kıldırdı ki, biz sahuru geçireceğiz zannettik. Bundan sonra Resûlullah (a.s.), Ramazanın geri kalan gecelerinde bize namaz kıldırmadı. (Tirmizi, Savm 81)
PEYGAMBERİMİZ TEHECCÜD NAMAZINI EVİNDE KILMIŞTIR
Olay bundan ibarettir. Teravih namazı dediğimiz ramazanda kıldığımız teravih namazının esası, orijinali budur. Şimdi bu namaza ramazanda peygamberin kıldırdığı bir teheccüd namazı denebilir. Fakat peygamberimiz teheccüd namazını evinde kendisi kılmıştır.
Evinde kılarken yanında misafir akrabası, yeğenleri, kayınbiraderleri vs. olduğunda onlarla birlikte cemaat yaptığı da olmuştur. Çünkü teheccüd namazını peygamberle birlikte kılmak ayrı bir sevaptır. Peygamber namaz kılarken siz tutup tek başınıza namaz kılabilir misiniz? Onunla birlikte namaza duruyorsunuz. İşte bu usul sadece ramazana mahsus itikâf çadırında üç geceye mahsus bir hal aldı ve ondan sonra Resulullah Efendimiz vefat edinceye kadar Peygamberin mescidinde insanlar ramazanda geceleyin bu namazı kıldılar. Kimi grup grup kıldı, kimi cemaat yaptı, kimi tek başına kıldı, kimisi evinde kıldı.
Allah Resûlü’nün (a.s.) irtihalinden sonra EbûBekr (ö.13/634) ve kısmen de Ömer b. el-Hattab (ö.23/643) zamanlarında teravih namazları Asr-ı Saadette olduğu gibi münferiden kılınmak suretiyle devam etmiştir. Bilahare cemaatle kılınmaya başlanmıştır. Urve’nin (ö.93/711) Abdurrahman b. Abdül-Kâri’den (ö.80/699) rivayetine göre, Abdurrahman şöyle anlatmaktadır: Bir Ramazan gecesi Ömer b. el-Hattab (r.a.) ile mescide çıkmıştık. Mescidde halk münferit ve ayrı ayrı yerlerde teravih namazı kılıyorlardı. Kimi kendi başına yalnızca namaz kılıyordu, kimi de ardında birkaç kişilik cemaatle birlikte kılıyordu. Ömer (r.a.), öyle zannediyorum ki, bunları bir imam arkasında toplarsam daha hoş olacak, demişti. Ertesi akşam olunca Ömer (r.a.), Übey b. Ka’b (r.a.)’ı (ö.19/640) teravih imamı tayin edip cemaati onun arkasında topladı. Böylece teravih namazı cemaatle kılınmaya başlanmış oluyordu.
Başka bir gece yine Ömer (r.a.) ile birlikte mescide çıkmıştım. İnsanlar, imamları Übey b. Ka’b ile beraber namaz kılıyorlardı. Ömer b. el-Hattab, halkın vecd içinde namaz kıldıklarını görünce, “Bu ne güzel bid’at oldu” (ni’me’l-bid’atühâzihi) diyerek sevincini ifade etti. Ancak, “Namazlarını gecenin sonuna tehir edip de şimdi uyuyanlar, şu anda namaz kılanlardan daha fazla sevap elde etmektedirler” sözünü de ilave etti. Zira insanlar teravihi o sırada gecenin evvelinde kılmakta idiler. (Buhârî, Salatü’t-terâvîh 1)
Hz. Ömer, erkekleri Übey b. Ka’b’ın, kadınları da Süleyman b. EbîHasme’nin (ö.35/656’dan sonra) arkasında ayrı ayrı toplamıştır. Diğer bir rivayete göre de Temîmed-Dârî’yi (ö.40/660) kadınlara imam tayin etmiştir. Hz. Osman (ö.35/656) ise, kendi hilafeti sırasında erkekleri de, kadınları da Süleyman b. EbîHasme’nin arkasında cemaat yapmış ve ayrı ayrı namaz kılmalarına lüzum görmemiştir.
HZ ALİ İNSANLARA TERAVİH NAMAZI KILMAYI TEŞVİK ETMİŞ
Hz. Ali (r.a.) (ö.40/660), insanları bu namazı kılmaya teşvik etmiş ve ayrıca o da erkek ve kadınlara imam tayin etmiştir. Onun, teravihin camide kılınmasından memnun olduğunu şu sözleriyle dile getirdiği nakledilmektedir:“Allah, Ömer’in kabrini nurlandırsın, zira Ömer, mescidlerimizi teravihin feyziyle nurlandırıp şereflendirmiştir”. (Kamil Miras, Tesrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, IV, 78)
Abdullah b. Mes’ud (ö.32/652) gibi ashabın ileri gelenlerinden bir zat da insanlara imam olup teravih namazı kıldırmıştır. Muhammed b. Nasr el-Mervezî’nin (ö.242/856), Zeyd b. Vehb’den (ö.83/702) gelen bir rivayetine göre, Zeyd demiştir ki: Abdullah b. Mes’ud Ramazanda imam olup bize teravih kıldırdı. Namaz bitip eve döndüğümüzde henüz şafak atmamış bulunuyordu.
Peygamber Efendimiz kaç rekat kılmış?
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Âişe rivayetine göre vitir namazıyla birlikte on bir rekat teravih namazı kılmıştır. Ebû Seleme b. Abdurrahman (ö.94/712), Hz. Âişe’ye Resulullah’ın Ramazanda kıldığı namazın durumunu sormuş, Hz. Âişe’de şöyle anlatmıştır:
“Allah Resûlü (a.s.), gece namazı olarak ne Ramazanda ne de başka bir zaman on bir rekâttan fazla bir namaz kılmıştır. O, önce dört rekât kılardı ki, onun güzelliğini ve uzunluğunu ne sen sor ne de ben söyleyeyim. Sonra dört rekât daha kılardı, onun güzelliğini ve uzunluğunu ne sen sor ne de ben söyleyeyim. Daha sonra da üç rekât kılardı. Ben bir gün dedim ki, Ya Resûlallah! Vitir namazını kılmadan önce uyuyor musun? Buyurdu ki; Ey Âişe! Benim gözlerim uyur ancak kalbim uyumaz.” (Buhârî, Salâtü’t-terâvîh 1) Bu rivayette sözü edilen vitir namazı için üç rekâtı çıkaracak olursak teravih için geriye sekiz rekât kalmaktadır.
Câbir (r.a.)’den (ö.78/697) gelen bir rivayette ise, Resûlullah (a.s.) tarafından kıldırılan teravihin sekiz rekât olduğu bildirilmiştir ki, bu haber Hz. Âişe’nin rivayetiyle örtüşmektedir. Nitekim bu iki rivayet de sahih olarak kabul edilmiştir. (İbnHibbân, Sahîh, IV, 291)
Abdullah b. Abbas (ö.68/687) ’tan gelen bir rivayete göre, İbn Abbas şöyle demiştir: “Resûlullah (a.s.) münferiden yirmi rekât teravih, ayrıca vitir namazı kılardı. Teravihin her dört rekati arasında bir müddet dinlenirdi. Sonra kalkar, namazına devam ederdi. Teravih namazındaki tervihanın esası, bu sünnet-i seniyye’ye dayanmaktadır.”( İbnEbîŞeybe, Musannef, II, 164)
Yukarıda Abdullah b. Abbâs’tan rivayet edilen Resûlullah’ın yirmi rekât teravih kıldığı hadisi, senedinde İbrahim b. Osman adında biri olduğu ve Ebû Seleme b. Adurrahman’ın Hz. Âişe’den naklettiği hadisle çeliştiği gerekçesiyle zayıf kabul edilmiştir.Bununla birlikte aşağıda zikredilen haberlerle desteklendiği ileri sürülerek bu rivayetle de amel edilmiştir. Aşağıdaki hadislerde de görüleceği gibi teravih namazını yirmi rekattan az yada çok kılanlar olmuştur.
İmam Malik’in (ö.179/795), Yezîd b. Rûmân (ö.130/747)’dan munkatı bir isnadla rivayetine göre, İbnRûmân: “İnsanlar, Ömer b. el-Hattab zamanında Ramazan namazını yirmi üç rekat kılardı” demektedir. (Mâlik, es-Salât fî Ramazân 5)Beyhaki, fazla olan bu üç rekatın vitir namazı olduğunu bildirmektedir.
AbdürrezzakİbnHemmâm (ö.211/826), Musannef’inde Muhammed b. Yusuf tarikiyle yine Sâib b. Yezîd’den şöyle rivayet etmektedir: “Ömer b. el-Hattab, Ramazanda Übey b. Ka’b ile Temîmed-Dâri’yi yirmi bir rekât kıldırmak üzere insanlara imam tayin etmişti. Bunlar, her rekatta yüzerâyet miktarı okuyarak teravih namazı kıldırır ve fecrin doğuşuna yakın mescidden dağılırlardı”. İbnAbdilber (ö.463/1071), bu bir rekat vitir namazıdır demektedir. Yine o, bir başka rivayette geçen yirmi üç rekatın, son üç rekatının vitir namazı olduğu görüşündedir.
Beyhakî’nin isnadını zayıf olarak nitelediği bir rivayete göre de Hz. Ali, bir adama Ramazanda insanlara beş terviha ile yirmi rekat teravih namazı kıldırmasını emrettiği bildirilmektedir.( Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, II, 497) Hz. Ali’nin erkeklere ve kadınlara ashabından bir zatı imam tayin ederek yirmi rekat teravih kıldırmasını emrettiği rivayeti ile, onun Ramazanda güzel Kuran okuyanları çağırdığı, onlardan birine cemaate yirmi rekat teravih namazı kıldırmasını emrettiği ve kendisinin de onlara vitir namazı kıldırdığı haberi aynı olayı anlatıyor olmalıdır.
Ramazana mahsus olarak vitir namazı, teravihin peşinden cemaatle kılınırdı. A’meş (ö.144/761): “İbnMes’ud (ö.32/652) yirmi rekât teravih ve üç rekat vitir namazı kılardı” demektedir.Diğer taraftan Tirmizî (ö.279/892), Medine halkının vitir namazıyla birlikte kırk bir rekât teravih kıldıklarını rivayet etmekte, Süneninde, Şafiî’nin (ö.204/819) Mekke’de halkın yirmi rekât teravih kıldığını gördüğü haber verilmektedir. (Tirmizî, Savm 80)
Tâbiîn devrinde ise yirmi rekâttan az teravih namazı kılındığına dair herhangi bir haber nakledilmediği ileri sürülmektedir.
Teravih namazının rekatlarının sayısıyla ilgili aktarılan rivayetleri değerlendirecek olursak şunları söylemek mümkündür: Ramazan-ı Şerifte sekiz rekat teravih ve üç rekat vitir namazının cemaatle kılınması sahih rivayetler doğrultusunda bir sünnet-i seniyyedir.
Esasen sünnet, ya Resûlullah (a.s.)’ın devam buyurdukları veyahut devam ederken bir engel çıkması, ya da bir özrün araya girmesiyle terk ettiği işlerdir. Bu sekiz rekâtın üstüne on iki rekâtla beraber yirmi rekât olmasıHülefâyıRâşidîn’in uygulamasıdır ki, bu durum fıkıh âlimlerince müstehab olarak isimlendirilmektedir. Ayrıca Ebû Hanife’ye (ö.150/767) göre, Hz. Ömer bu namazın cemaatle kılınmasını ve yirmi rekât olmasını kendiliğinden ortaya atmamıştır. Aksine Hz. Peygamber’in uygulamalarına dayanarak disiplin altına almıştır.
TERAVİH NAMAZI YOKTUR SÖZÜ GERÇEĞİ YANSITMIYOR
Peki o zaman nasıl teravih namazı yoktur denebiliyor?
Teravih namazı yoktur sözü gerçeği yansıtmıyor. Yok diyebilmek için yukarıda sıraladığımız hadisleri, ki bunların çoğu Buhari hadisidir, ya yok saymak lazım veya kabul etmemek lazım.Teravih namazının dayandığı bir olay var, az önce arz ettiğim hadisler ve olaylar var. Temeli oraya dayanıyor. Ama siz bunun adına teravih de diyebilirsiniz, ramazanda topluca kılınan teheccüd de diyebilirsiniz. Nitekim bazı hadis kitaplarında Kıyam-u Ramazan (Ramazan namazı) şeklinde isimlendirilmektedir.
ZAMAN DA İNSANA ŞAHİTLİK EDECEK MEKAN DA
Hocam diğer tartışılan konulardan bir tanesi de Ramazanın sürekli dönmesi. Dolayısıyla her ayda oruç tutuluyor.Yani Ramazan ayı sürekli bir ayda olamaz mı?
Allah’ın rahmetinden. Çünkü hem zamanlar hem mekânlar ibadet eden, kulluğunu yerine getiren insanlar için şahitlik edecekler. Örneğin bir camide ya da bir mekânda namaz kılıyorsunuz. Peygamber Efendimiz diyor ki, ‘selamdan sonra diğer bir namaz için yerini değiştir ki ora sana şahitlik etsin?’
Yani ne kadar çok yerde secde edersen o kadar şahidin olmuş olacak. Toprak, yer, arz, gök insana şahitlik edecek, zaman da insana şahitlik edecek, mekân da insana şahitlik edecek. Allahu Teâlâ’nın yarattığı kullar olarak biz ihtiyacımızı bazen fark etmeyebiliriz. Allahu Teâlâ bizi bizden daha iyi biliyor. Kullarının ihtiyaçlarına binaen çoğu ibadetleri emretmiştir. Tamamı böyledir denemez bazen hikmetini bilemediğimiz, bulamayacağımız ibadetler emredilmiş olabilir. Ama ibadetlerin %90’ına baktığımız zaman kulların menfaatinedir. Allah faydasız bir şeyi emretmez.
Dolayısıyla Hicri takvim esas alındığı için, Ramazan ayı kameri aylardan bir aydır ve kameri aylar da seneyi 355 günde tamamlar. Yani kameri aylarda bir sene 355 gündür. Mesela Peygamberimiz 63 yaşında vefat etti diyoruz biz değil mi? Peki miladi olarak peygamberimizin doğumu 571 vefatı 632 çıkarıyoruz 61 kalıyor. Peygamberimiz hani 63 yaşında vefat etmişti? Evet, hicri takvime göre, kameri aylara göre 63 sene yaşadı. Miladi takvime göre 61 sene yaşadı. Yani 60 senede iki sene fark ediyor. 60 sene yaşayan bir insan iki defa bütün senenin her gününde oruç tutmuş oluyor hatta küçüklüğüne rast gelirse 3 defaya da çıkabiliyor bu. Dolayısıyla bütün zamanlarda siz oruçlu geçirmiş oluyorsunuz.
ALLAHU TEALA KULLARINA ZULMETMEK İSTEMEZ
Allahu Teala kullarına zulmetmek istemez, onlara kolaylık diler. Sabitlenmiş bir ay olsaydı ramazan ayı, mesela Ağustos ayı olsaydı kutuplar için diyelim soğuk bir zaman, güneydekiler için sıcak bir zaman, kuzeydekiler için bahar mevsimi, batıdakiler için sonbahar mevsimi gibi herkes sürekli aynı mevsimde aynı uzunlukta 16 saatse 16 saat, 20 saatse 20 saat neyse oruç tutacaktı.
Ama böyle olunca her mevsimde, değişen saatlerde, senenin her gününde insan oruç tutmuş oluyor. Ne güzel oluyor ki insan yaşadığı süre boyunca 30 sene yaşamışsa bir insan aşağı yukarı bütün gün senenin bütün günlerinde oruçlu geçirmiş oluyor. Aynı şekilde de ramazan ayı ve kadir gecesi de bütün günleri, bütün mevsimleri dolaşmış oluyor. Bu da Allah’ın bir lütfu.
Diğer dinlerde de oruç var mıdır? Mesela Hıristiyanlıkta, Yahudilikte var mı oruç?
Diğer dinlerdeki ibadetlerle İslam’daki ibadetler arasında mutlaka ortak yönler var. Bunlardan biri de oruç. Orucun farziyetini bildiren ayet-i kerimede Allah-u Teâlâ ‘ ‘Ey inananlar! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de oruç farz kılındı”buyuruyor.(Bakara 183) Demek ki bizden öncekilere oruç farzdı. Bizden öncekiler kimlerdir? Yahudiler, Hıristiyanlar, daha öncesi İbrahim (a.s), Nuh (a.s)… Bütün peygamberler Allah’ın ortak dinini getirirler.
ORUÇ, NAMAZ, HAC GİBİ İBADETLERİ HER DİNDE GÖRÜYORUZ
Her peygamberin getirdiği din aslında İslam’dır, İslam’ın esasını getirirler. Dolayısıyla temele oturmuş bazı ibadetler vardır oruç, namaz, zekat, sadaka, hac gibi. Bütün bu ibadetleri her dinde biz görüyoruz. Mesela KabeÂdem (a.s) zamanında bina edilmiştir. Hac vardır. İbrahim (a.s) oğlu İsmail (a.s) ile birlikte Kâbe’nin temellerini yükselttiler.(Bakara 127) Kur’an da öyle diyor.
Hac İbrahim (a.s) zamanında vardı. Namaz İbrahim (a.s) zamanında vardı. İbrahim (a.s) Musa (a.s)’dan çok öncedir. Yani Yahudilikten çok öncedir, Hıristiyanlıktan çok öncedir. Duasında var; “Ya Rabbi! Beni ve ailemi, çocuklarımı namaz kılanlardan eyle” diyor.(İbrahim 40) Musa (as)’da namaz var. Git Firavuna namazı emret diyor. Hıristiyanlıkta da namaz var, İsa(a.s) zamanında da namaz var. Fakat belli ritüelleri farklı olabilir.
Mesela oruç konusunda sahur Müslümanlara has bir sünnettir. Diğer dinlerde oruç tutarken sahura kalkmak, sahur yemeği yemek yoktur. Bu Müslümanlarla diğer dinlerin ayırt edici bir özelliğidir. Ve sahurda da bereket vardır. Peygamberimiz diyor ki; “Sahuru yapın çünkü sahurda bereket vardır.”(Buhari, Savm 20)Perhize benzer oruçlar var diğer dinlerde. Belli gıdaların yenmemesi şeklinde oruçlar var. Yine İslam’ın ilk yıllarında henüz oruçla ilgili ayetler netleşmeden iftar nasıl yapılır, sahur nasıl yapılır, ne zamana kadar yenilir bunlar netleşmeden ilk yıllarda bir insan iftar vaktinde yemeğini yiyebilir iftarını yapabilirse yapardı eğer iftar anı geçmişse artık o gün yemek yiyemez ertesi gün akşama kadar oruçlu kalmak zorundaydı. AshabtanKays b. Sırma’nın (r.a) hanımı eşine yemeği hazırladı, o da yorgun argın tarladan gelmiş tam yemek hazırlanırken uyuyakalmış yemeğini yiyememiş, o da sitemde bulunmuş gördün mü işte yemeğini yiyemedin uyuyakaldın ertesi güne kadar aç kalacaksın diye. Böyle olaylar olunca, Peygamberimiz’e zorluğu bildirilince ayet-i kerimeler geldi.
Yani “Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah`ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz mescitlerde itikafta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah`ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye, âyetlerini insanlara böylece açıklar.”(Bakara 187) şeklinde ayetler geldi. İslam’da diğer dinlerde olan bazı ibadetlerin biraz daha şekillendirildiğini, bozulmalar varsa, hurafeler varsa onların ayıklandığını, aslına döndürüldüğünü, ıslah edildiğini görüyoruz. Namaz da böyle, oruç da böyle, hac da böyle.
ORUCUN EN ÖNEMLİ AMACI KORUMAKTIR
Allah neden orucu farz kıldı?
Onun cevabını Kur’an-ı Kerim kendisi veriyor. Bakara suresi 183’te bunun cevabını görüyoruz. Ayeti kerimenin sonu ‘…umulur ki korunasınız’ diyor. Şimdi biz çocuklar doğduğu zaman çocuklara aşı yaptırıyoruz. Aşıyı niçin yaptırıyoruz? Daha sonra bir takım mikroplara karşı, zararlı hastalıklara karşı direnç kazansın diye. Bağışıklık sistemini güçlendirmek için yapıyoruz. Aşı yaparken çocuğun kolu acıyor, ağlıyor, ciğerimiz yanıyor, ateş yapıyor belki sabaha kadar uykusuz kalıyor. Durup dururken vücuduna iğne sokmuş oluyoruz. Ama biz bundan endişe ediyor muyuz? Eyvah hasta oldu diye. Seviniyoruz. Neden? Çünkü bu gelecekte direnç kazandıracak. Hastalıklara karşı koruyacak.
Bizim bazı şeylere belli dönemlerde tedbir almamız gerekiyor. İnsanoğlu hem fizik olarak hem ruh olarak beslenmeye muhtaç ve ihtiyaçları var, insan muhtaç bir varlıktır. Doğuşundan itibaren muhtaçtır, anne sütüne muhtaçtır, elbiseye muhtaçtır, sevgiye muhtaçtır. Bu ihtiyaçları günden güne artacaktır. Bu ihtiyaçları elde edebilmek için önüne de bir sürü fırsat, zorluklar ortaya çıkacaktır. Uzun yolculuğa çıkmış olan bu insanı siz güçlendirmek zorundasınız, takviye etmek zorundasınız, koruma altına almak zorundasınız. İşte Kur’an-ı Kerim, orucu insanı koruma altına alan bir şemsiye olarak görüyor. Peygamberimiz ayetteki bu“korunursunuz” cümlesini ‘es-siyâmucünnetün’ ‘oruç kalkandır’ diyerek açıklıyor.(Buharî, Savm 9) Kalkan insanı darbelerden koruyor, düşmandan koruyor. Demek ki orucun birinci faydası en önemli amacı korumaktır. Neyi koruyacak? Vücudumuzu koruyacak. Beslenme sistemimizi yeniden gözden geçiriyoruz yediğimizle, içtiğimizle ve diğerleriyle. Uyku düzenimizi yeniden gözden geçiriyoruz, monotonluktan kurtarıp otuz gün ayrı bir sisteme sokuyoruz. Tabiri caizse vücudumuzu bakıma sokuyoruz.
Kadir gecesinin Ramazanın 27. Gecesi olduğu kesin mi?
Allah Resulü (s.a.v) biliyorsunuz Hira mağarasındayken kendisine ilk vahiy geldi. Bu ilk vahyin ne zaman geldiğini Kur’an bize zaten söylüyor. Bakara Suresi 184’te ‘‘Ramazan ayında Kur’an indirildi” diyor. Hira mağarasında Peygamber Efendimiz ibadet ederken Kur’an indirilmiş. Peki, hangi gece indirildi? Onu da Kadir Suresi’nde söylüyor. “Biz o Kuran’ı Kadir gecesi indirdik” diyor. Demek ki Kadir gecesinde Kuran indirilmiş. Kadir gecesi ne zaman? Ramazan’da, bunu da anladık. Fakat Kadir gecesi ramazanın hangi gecesi? Kur’an’da bunun cevabı yok. Bunun cevabını Peygamber Efendimizin uygulamalarından ve hadislerinden anlıyoruz. Kendisi Kadir gecesi ile ilgili Cenabı Hakk’a dua ediyor, niyaz ediyor, gözyaşı döküyor.
Hatta bir gece Mescitte secdeye kapanıyor Ya Rabbi bu kadir gecesini bildir diye. Çünkü kendisi de bilmiyor. Gözyaşlarıyla secde yerini ıslatıyor, o sırada yağmur yağıyor, mescidin tavanı hurma dallarıyla kapalı olduğu için mescidin tavanından aşağıya yağmur suları iniyor, Resulullah Efendimizi ıslatıyor. Toprağa secde etmiş, yukarıdan yağmurlar yağıyor, eli yüzü çamur olmuş olarak gözyaşıyla birlikte ağlaya ağlaya kalkıyor. Tam o sırada dışarıda iki tane Müslüman birbiriyle kavga ediyor ve birbirlerine sövüyorlar. Allah Resulü bu kavga sebebiyle o kadar üzülüyor ki, eli yüzü gözyaşlarıyla çamur içinde kalmış olduğu halde(Ashab böyle tarif ediyor)dışarı çıkıyor ve diyor ki: Ben bu gece Rabbimden Kadir gecesini bana bildirmesi için niyaz ettim. Bana kadir gecesinin hangi gece olduğu bildirilmişti size onun müjdesini vermek için çıkacaktım ama aranızdaki iki kişi birbirine küfür etti, kavga etti, o kavga sebebiyle bu rahmet benden alındı, bu bilgi benden alındı. Şu anda bana Kadir gecesinin ne zaman olduğu unutturuldu.
KADİR GECESİNİ RAMAZININ SON ON GÜNÜNDE ARAYIN
“Kadir gecesini ramazanın son on gününde arayın, tek gecelerinde arayın” buyurdu. Yani tek geceler 21,23,25,27,29. gecelerdir. Kadir gecesini Ramazanın 23’ünde, bir başka hadiste 25’inde arayın şeklinde hadislerde vardır. Bir başka hadiste de Ramazanın 27. gecesinde Kadir gecesini arayın denilmektedir.
Az önce Ebu Zer hadisinde de okuduğum 23’ünde 25’inde ve 27’sinde bize teravih namazını kıldırdı başka bir gece kıldırmadı hadisinden de bu üç gecenin çok daha ağırlıkta olduğu, bunlar içerisinde de en kuvvetli 27. Gecesi olduğu ortaya çıkıyor. Onun için ümmet-i Muhammet Kadir gecesinin ramazanın 27. Gecesi olduğunda ittifak etmiş gibidir. Her ne kadar onu son 10 günde arayacak olsak da özellikle 27. Geceyi Kadir gecesi bilip ihmal etmemek sabaha kadar ibadetle geçirmek lazım. Çünkü dikkat edersek hadiste Peygamber Efendimiz sabaha kadar kıldırmadı, gece yarısına kadar kıldırdı ama 27. Gecesi namazı cemaate sahura kadar kıldırdı deniliyor.
Onu da şuradan anlıyoruz. Kadir Suresinde Rabbimiz buyuruyor ki: “Şüphesiz, biz onu (Kur`an`ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen ne bileceksin! Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.” Yani imsak vaktine kadar demektir. O zaman imsak vaktine kadar değerlendirmek lazım. Peygamberimizin 27. Gecesi yaptığı gibi. Oradan da 27. Gecenin daha güçlü olduğunu anlıyoruz. İnşallah 27. Gece olarak isabet ederiz.
Ramazan ayında yapılacak en güzel ibadet nedir?
Ramazan ayı Kur’an ayıdır. Yani ramazan ayında en önemli ibadet nedir derseniz: Kur’an okumak, Kur’an’ı anlamak, Kur’an’a derinlemesine vakıf olmaya çalışmak, Kur’an’a arkadaş olmak, Kur’an’ı hayatımıza sokmak. Çünkü ramazan ayının şerefi Kur’an’dan ileri geliyor. Ramazan ayı zarftır, zarfın içindeki mazruftur. Yani zarfın içindeki mektuptur. Bu zarfın üstündeki adres vs. şu bu yerine bunun içindeki mazrufun, mektubun, sahifenin kimden geldiği ne olduğu önemlidir. Yani zarfa kıymet veren içindeki mazruftur. Kur’an-ı Kerim ramazan ayının içine sokulmuş, bize gönderilmiş bir mazruftur, mektuptur. Ramazan ayı bu mazrufu taşıdığı için zarf olan ramazan ayı değerini oradan alıyor. Yani Allah Ramazan’a değerini Kur’an’dan dolayı veriyor. Orucun o ayda tutulmasını Kur’an’dan dolayı veriyor. Bu kadar değerli olan mektubun Kur’an’da okunmayıp ihmal edilmesi düşünülebilir mi?
PEYGAMBERİMİZ HER SENE CEBRAİL İLE KURANI KERİMİ KARŞILIKLI MUKABELE EDERDİ
Peygamberimiz (sav) her zaman her sene Cebrail ile Kur’an’ı Kerim’i bir sefer karşılıklı mukabele ederdi. Ramazanda iki sefer yapardı. Kendisi Cebrail’e arz eder Cebrail de Peygamberimize mukabele ederdi. Mukabele de oradan geliyor. Peygamberimizin usulü olan mukabele ramazanda yapılacak en güzel ibadetlerden birisidir. Geceleri teheccüd namazı, teravih namazı, gündüzleri Kur’an ve hatim mukabele meclisleri ramazanı en güzel değerlendirme şekli olur inşallah.
Haber7