Aşk… İnsana yakınında olmasa da hemen yanındaymış hissini veren duygu… Aitliğin en önemli unsuru… Güven ve sevgi endeksli bağın, kişilik muvazenesindeki temsilcisi… Nice çalkantılar arasında olması gerekli bir bağ… Aşkın nice tanımı yapılabilir ve her bir tanım, ayrı bir yaklaşımın fihristesidir aslında.

Aşk… İnsan kadar meçhul, insan kadar deruni, insan kadar değerli, insan kadar ulvi, insan kadar Kur’an’da “Ahsen-ul Kasas” olarak nitelendirilen surenin(Yusuf Suresi) en çarpıcı saplantılı gerçeklerle dolu bir kavram. Değerli bir konu da aslında aşk, Değerli olmasa konusu olabilir miydi?

Aşkı değerlendirirken iki tür aşktan bahsedebiliriz. Birincisi bağlılık endeksli aşk, ikincisi ise bağımlılık derecesindeki aşk… Bu iki durumu, Marcia’nın “arayış-karar verme” ekseninde gerçekleştirdiği başarılı-başarısız kimlik değerlendirmesiyle açıklayalım.

Marcia’ya göre bireyin en önemli özelliği, “arayış” içinde olmasıdır. Bu evre “ben neyim” sorusuna verilebilecek cevabın arayışıdır. Ve bilindiği üzere birey ne kadar arayış içinde olursa, doğruya ulaşmada o kadar yol kat eder. Bunun için kimi tefsirci ve tarihçilere göre Hz. İbrahim’in halidir arayış. Marcia’nın belirlediği ikinci evre ise “karar verme”dir. Karar verme, bireyin artık “ben buyum” dediği ve kendi başarılı kimliğinin oluştuğu evredir. Tasavvuf dilinde “kemale ermek” olarak adlandırılan ve Kur’anî literatürde “hidayet” kelimesiyle betimlenen durum budur. Gelelim bu kavramların aşk üzerindeki etkilerine.

Bilenler bilir. Hayatımızda dikkat algımızın en yoğun olduğu dönem, gençlik dönemidir. Bu dikkat algısı en çok duygularda kendini belli eder. Duygusal yakınlık isteğinin getirdiği bir arayış kaplar yüreğimizi. “Uygun insan” adaylarının arandığı bu evrede, daha önce de belirttiğimiz başarılı kimliğe sahip kişiler; kimi, ne zaman, nerde, ne koşulda ve nasıl seçeceğini iyi bilen ve aradığı insanı en kolay tabiriyle “eliyle koymuş gibi bulan” insanlardır. Bu insanlar sevdiklerine “bağlılık” derecesinde bağlandıkları için, uygun bir insanla birlikte olma ihtimalleri yüksektir. Ve bu insanlara göre aşk, normal ve üzerinde durulması gereksiz bir olgudur. Çünkü hayatlarının önem sırasına dava ve ideolojinin getirdiği idealleri gerçekleştirme arzusunu koydukları için, aşka zaman ayırmayı israf sayarlar.

Bağlılık endeksli duygusal kişiliklere baktıktan sonra, bağımlılık derecesindeki duygusal kişiliklere de bakmak gerekir. Üzerinde en çok durulması gereken ve zamane gençliğinin en çok toplandığı gruptur bu. Ve onlar için çok ama çok önemlidir aşk. Evet aşk.. Aşk Arapça “ayn-şin-kaf” harflerinden türeyen ve etimolojik olarak “sarmaşık” anlamına gelen bir kelimedir. Peki neden sarmaşık?.. Sarmaşığın yapısında şu var: Önceleri sadece küçük bir yabani ot olarak biter, ağacın etrafında. Daha sonraları büyüdükçe büyür, büyüdükçe büyür ve en sonunda bütün bir bedenini kaplayan küçük bir yabani ot olarak biter, ağacın etrafında. İşte tam bundan sonra asıl işleme geçer sarmaşık. Önce ağacın özündeki hayat damarlarının bazılarını keser, sonra gittikçe yavaş bir şekilde yok eder ağacı. Dışardan bir müdahale olmazsa ağaç tamamen kuruyup gider; kaç yıllık olduğu da hiç önemli değil tabi. İşte aşkın kelime babasının yaptığını, aşk da insanoğlunun bu belirttiğimiz saplantılı kişiliğe sahip bireylerine yapar. Aşk onlara göre nice anlamlar kazanır. Kimi cinsel bakar bu duruma, kimi duygusal; kimileri ise ikisinin arasında bir yerde. Fakat değişmeyen algı vardır hepsinde: bağımlılık.

Bağımlılık duygusunun getirdiği durumlar dizgisinde bu bireyler tutarsızlaşır. Dikkat algılarını sevilmedikleri kişilere odakladıklarından dolayı, onları seven insanların varlığından bihaber yaşarlar. Gereksiz ve kendilerinin olmayan kişilere karşı yönlendirdikleri anlamsız bir kıskançlık içine girerler. Kendilerini ancak özel bilgilerini açarak ifade edebilecekleri yanılgısına kapılıp, özel hayat (mahremiyet) olgusunu kendi yaşamlarından silerler. Bu türden özelliklerin bulunduğu bireylerde en tehlikeli durum ayrılık halidir. Kişilik ve eğitim olarak olumsuzluklara karşı “hakkımızda hayırlısı değilmiş” kelimesini kullanma alışkanlığı ve tevekkül mekanizması çalışmadığından; sarmaşığın bitirip tükettiği ağaç gibi bitip tükenir bu bireyler. Fakat ağaçta olmayan bir özellik daha oluşur bu bireylerde. Sadece kendini değil, aynı güzergâhta ilerleyen bireyleri de, takındığı yanlış tutum ve edindiği yanlış davranışlara yönlendirme gücüne sahiptir bu bireyler. Açın “İsyankar ty’” şarkılarını ve dinleyin. Bir zamanlar “senin için ölürüm” dediği kişiye etmedik laf bırakmayan tutarsız bir kişilikle karşılaşırsınız. Ve bu tutarsız kişiliklerin binlerce fanlarıyla…

Her derdin bir devası olduğu gibi bu derdin de bir devası vardır: Yusufî duyarlılığın hâkim olduğu ve iffet özlü bir “olumlu benlik algısı” oluşturma. Yaşadığı bu durumlara bir isyan ve hatta intihar sebebi olarak değil de, bir “imtihan” algısıyla yaklaşan bireyler; duygu dünyalarına olumlu etki edebilecek nice durumlarla karşılaşabilirler. Tevekkül nimetine erişebilirler. Aşklarını iffet süzgecinden geçirmeye azmettikleri için, karşılarına uyumlu bir eş çıkma ihtimali yüksektir. Hayata karşı olumlu bir algıya sahip olup, bunu yazdıkları kitaplarla, yaptıkları konuşmalarla, özel terapilerle; bu bataklıktan çıkmak isteyenlere bir umut kaynağı olmaları için kullanabilirler. Yani ilk başta körü körüne yanma ve tükenme gibi gözüken aşk, bir yerden sonra arayışa geçenler için bir çerağ olup çıkar.

Bilinmesi gerekir ki Molla Celaleddin’i bir Şems terbiyesinden geçirip “Hamdım, piştim, yandım” dedirterek Mevlana yapan, aşktır. Cinsellik düşünce ekseninden hareketle “afet” olarak gördüğü Yusuf’un , bir “iffet” timsali olduğunu kavradığında Rabbine dönen Züleyha’yı bu hale getiren de aşktır. Ve bilinmesi gerekir ki aşk, bir merdivendir.

Onu yukarıya dayarsan yücelirsin; aşağıya salarsan sefilleşirsin.

Abdullah AYYILDIZ / Söz Ve Kalem Dergisi Aralık 2013