Hüseyin Sağlam / Doğruhaber
Haber Yorum

“Hükümet-Cemaat çekişmesi” olarak literatüre giren çatışma adeta savaşa dönüştü. Hükümeti doğrudan hedef alan komploların operasyonel faaliyetlere dönüşmesi, hükümet çevrelerinin bir nebze de olsa uyanmasına sebep oldu.

Yıllardır İslami STK’lara karşı “Polis-savcı komplosunu” ve bu komplonun yüzlerce mağdurunu görmezden gelen Hükümet, nihayet tribünlerden inerek sahaya müdahale edeceğinin sinyallerini vermiş oldu.

“Paralel devlet”, “Dış odakların içerdeki uzantıları”, “Komplo”, “Kirli operasyonlar” gibi sözlerin hükümetin tepe isimlerinin ağzından duyuluyor olması, geç de olsa yıllarca seslendirdiğimiz kavramlar olması açısından önemli.

Lakin gözlerden kaçmayan diğer önemli noktalardan birisi de artık sadece “infaz” vazifesini icra eder hale gelen Özel Yetkili yargı ahtapotuna hükümetin bile güvenemiyor olmasıdır. Hükümetin iyileştirme amacıyla birtakım düzenlemelerden geçirerek yeniden şekillendirdiği “özel” yargıya kendisi bile güvenemiyorsa, kirli komploların hedefi yapılarak tutuklanan ve üst perdeden cezalara çarptırılan normal insanlar ne yapsın?

Hükümet kendi yargısına güvenemiyorsa, kendi yargısının komplosunu boşa çıkarmak için özel kanunlar çıkarıp oyunun ortasında oyuncu değiştirir gibi hâkim-savcı değiştirmek zorunda kalıyorsa normal insanlar ne yapsın, bu yargıya nasıl güvensin?
 
Yıllardır dillendiriyoruz, yazıp çiziyoruz. STK’lar yüzlerce operasyon sonrası yüzlerce hatta binlerce kez sokaklara çıkıp avazları çıktığı kadar haykırdılar: Çete var, kumpas var, komplo var, şantaj var diye. Hükümete, hükümete yakın kaynaklara çeteci faaliyetler ısrarla anlatıldı. Yaşanan hukuksuzlukların tüm detayları ulaşılabilen tüm hükümet yetkililerine anlatıldı. Bununla ilgili dosyalar hazırlandı, raporlar sunuldu. Hükümet çevrelerinin değişmez tavrı ise “görmedim, duymadım, bilmiyorum”dan öteye gitmedi.

Hükümet, ne polis içerisindeki çeteci faaliyetlere ses çıkardı ne de zaman ayarlı “savcı-hakim”lere. Ta ki çeteci faaliyetler kendilerine yönelene kadar. Ta ki bizzat Başbakanı ve Bakanları doğrudan hedefleyen üniformalı çeteciliğin soğuk nefesini enselerinde hissedene kadar.

Ne zaman ki çetenin yakıcı eli kendilerine değdi. Ne zaman ki “Polis-Savcı çetesinin” hışmına uğradılar. Ancak o zaman kendilerine gelebildiler. Yıllardır sarf ettiğimiz kavramları yeni keşfetmeye, dillendirmeye başladılar. Adeta “İmdat! Çete var” demeye başladılar. Sokakta yürürken başına saksı düşünce hafızası daha yeni canlanmaya başlayanlar gibi hayatın gerçeklerini, komploların iç yüzünü, polis-savcı ikilisinin soğuk suratını daha yeni fark edebildiler!

Ankara, İstanbul gibi metropollerde bunu daha yeni fark eden hükümetin Yüksekova’da, Cizre’de, Batman’da, Diyarbakır’da aynı çetenin hâlihazırda bile çevirdikleri dolapları fark etmeleri kim bilir daha ne kadar zaman alacak? Metropollerden Kürt illerine şutladıkları çetecilerin burada ne tür kirli dümenler çevireceklerini ise herhalde hiç hesaba katmadılar.

Bu çeteci anlayış ve bu yargı sistemiyle yol alınamayacağını hükümet artık görmeli. Metropol çetelerinin Kürt illerine şutlanmasıyla çetecilik faaliyetlerinin bitmeyeceğini hükümet artık idrak etmeli. Çetecilik faaliyetleriyle tutuklanan, cezalara çarptırılan insanlar orta yerde durdukça hükümet istediği kadar adaletten, refahtan, huzurdan bahsetsin, bunun insanlar arasında herhangi bir karşılığa tekabül etmediğini artık öğrenmelidir.

Bir Soru…

“Yolsuzluk operasyonu” kapsamında hükümet, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere bazı illerin Emniyet Müdürlüklerinde hızlı bir “görev değişimine” yöneldi. “Görev değişikliklerinin” en az 20 ili kapsayacağı iddia ediliyor.

“Paralel yapının” tasfiyesine dönük bu değişiklikler arasında Emniyet kaynaklı komploların yoğunlukta sürdüğü Kürt illeri de bulunmakta mıdır?

Dinleme/izleme skandalı yedi düvelce izlenen D. Bakır Emniyeti veya derin PKK ile ortak komplo kuran Batman Emniyeti de buna dâhil midir?

Değilse… Anlayın artık!