Zindan irfanın mekânıdır. İrfan Allah’ı bilmek, Allah’ı tanımak ve Allah ile her dem birlikte olmaktır. Allah ile birlikte olmak, yalnızca Allah’ın kuluyla birlikte olması değildir. Çünkü insan istese de istemese de yüce Allah, Ayet-i Kerimede de buyrulduğu gibi ona şah damarından daha yakın olmak suretiyle birliktedir. Kul iki kişiyse onların üçüncüsü Allah’tır. Üç kişiyse onların üçüncüsü Allah’tır. Dört, beş, altı... İla-ahir. Kul nereye giderse gitsin Allah’tan uzaklaşamaz. Bu zorunlu bir şeydir. Yüce Allah’ın güç ve kudreti bu şekilde tecelli eder.

Bununla beraber Allah’ı bilmek Allah hakkında salt bilgi sahibi olmak da değildir. Öyle olsaydı yerli ve yabancı tüm müsteşriklerin arif olması icap ederdi. Ne var ki durum çok başkadır.

Mümin açısından irfan Allah’ı Allah’ın istediği şekilde bilmek; Allah’ı Allah’ın istediği şekilde tanımak ve gene Allah ile Allah’ın istediği şekilde beraber olmaktır.

İşte zindan bu şekildeki bir irfanın kesp edilmesine imkân tanıyan en güzel mekânlardan biridir. Hazreti Âdemden bu deme hangi döneme bakarsak bakalım İslam arifleri hakiki irfanı elde edebilmek için kısa bir süreliğine de olsa uzlete çekilmiş ve halvet halinde istediğini elde etmeye çalışmışlardır. Buna peygamberler de dâhildir. Denilebilir ki Peygamber en büyük ariftir.
 
Bilindiği gibi Hazreti Muhammed (AS) Nur dağında bulunan Hîrâ mağarasına hakiki irfana nail olabilmek için çıkmış ve bu şekilde yüreğindeki boşluğu doldurmak istemiştir.

Hz. Peygamber Hîrâ günlerinden doyumsuz bir zevk alıyordu. Nur dağının o stratejik yerinde Allah’ı kâinatı şems, kamer ve kevkebayı, geceyi, gündüzü, nebatat, hayvanat ezcümle tüm mevcudatı tefekkür ediyordu. Hz. Peygamber bu tefekkür neticesinde vahye mazhar olmuştu. Tabi bu kesbi değil vehbiydi. Ancak şöyle bir gerçek var ki yüce Allah ona tefekkür melekesini kazandırdıktan sonra vahyi inzal etti. Onu sadece mevcudatı tefekküre yöneltmişti. Dünyevi yaşamda dengeli olarak tamamen soyutlamıştı. Böylece vahyi almaya hazır ve müsait bir hale gelmişti.

Ceddi İbrahim de böyle bir süreçten geçmişti. Zira irfan en sağlam bu şekilde kesp ve vehb ediliyordu.

Hz. Yusuf da aynı şekilde sultan olmadan önce bir uzlet hali yaşamıştı.

İşte zindan bu yönüyle hakiki irfana ulaşmanın en sağlam yollarından biridir. Zindanda tutulan bir mümin cehd ettiği takdirde Allah’ın izniyle böyle bir irfana ulaşır. Yapması gereken tek şey irfan ahlakına göre zindan hayatını idame ettirmektir. Zindanın irfan ahlakının temelinde zindanı HİRA gibi görmek yatar. Zindan da bulunan biri kendini Hz. Peygamberin rahle-i tedrisinde görmesi gerekir. Zindanı Hîrâ gibi görmek demek sadece mevcudatı tefekküre yönelmek demektir. Sufliyet, enfüs ve masivadan yüz çevirip ulviyet, afak ve maveraya yolculuk yapmak demektir.

Ne var ki zindan da bulunan bir takım şeyler mümini hakiki irfanı kesb ve vehb etmekten alıkoyar. Bu bir takım şeylerin başında gelen şey bazı Yusuf-i alimlerimizin asrın deccalı diye isimlendirdiği televizyondur. Zindan da tutulan bir mümini televizyon kadar irfandan alıkoyan başka bir şey yoktur. Tabi burada kastedilen televizyon seküler muhtevaya sahip olan, hiçbir ahlak endişesi taşımayan ve İslami anlamda hiçbir ilkesi olmayan televizyon kanallarıdır. Bu şekildeki televizyon kanalları seyircinin dikkatini çekebilmek için özellikle gayri ahlaki yayınlar yaparlar. Bunları yapmalarında ki etken başlı başına bir yazı konusudur kuşkusuz.

Bu nedenle müminin bu tür televizyon kanallarından özellikle uzak durması gerekir. Çünkü bu kanalları seyretmek hakiki irfana ulaşmaya engel olmasının yanında aynı zamanda haramdır.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayağın zinası yürümektir.” (Müslim)

Yine şöyle buyurmaktadır: “Bakış şeytanın zehirle oklarından biridir. Kim Allah korkusuyla onu terk ederse, tadını kalbinde duyacağı bir imanla mükâfatlandırılır.” (Taberani)

Ve yine Hz. Peygamber Hz. Ali üzerinden şu şekilde bir hudut belirtmektedir. “Ya Ali ilk bakıştan sonra ikinci kez bakma. İlk bakış bağışlanabilir ama ikincisi değil.” (Tirmizi)

Menfi televizyon kanallarının düşünce dünyamızda bıraktığı etkinin ne derece olumsuz olduğu bilinen bir gerçektir. Kendini bu kanallara kaptıran biri konuşmasıyla, esprileriyle, üslubuyla, tavırlarıyla hep onlar gibi olur tabi kendisi bunun farkında olmaz ki en tehlikeli olanda budur. Özgür ortamlarda bulunan müminlerin ellerinde çok güzel imkanlar vardır. Dolayısıyla onlar sadece İslami kanallara yönelmeli ve zindandaymış gibi yaşayarak hakiki irfanı elde etmeye çalışmalıdırlar.

Bize gelince televizyon bizin için bizden kâm almaya çalışan ıslah olmamış bir Züleyha’dır. Öyleyse kapıya doğru koşmak gerek ta ki gömleğimiz sırttan yırtılsın.
 
Hüseyin Gündüz