Davet sebepler üstü, bahaneler ötesi bir eylemdir. Yeter ki bu iş için içi yanan, ihlâsla bezenmiş bir kalp ve hareket olsun.
Davet vecibesinin ehemmiyetine binaen bazı âlimler İslam’ın altıncı rüknünün de Emri bil maruf ve nehyi anil münker (tebliğ) olduğunu söylemişlerdir.
Davetin meşruiyeti ve bağlayıcılığı ayet ve hadislerde açıkça anlatılmıştır. Bundan dolayı bir Müslümanın yapması gereken, kendi nefsini bu hüccetlere ram etmesi ve hemen işe koyulmaktır.
Allah-u Teâlâ kendi kitabında şöyle buyurmaktadır “Sizden hayra çağıran iyiliği emreden kötülükten men eden bir ümmet bulunsun”(Ali İmran 104). Bu ayeti kerime iki şekilde yorumlanmıştır. Birincisi, insanlar için hakkı anlatacak ve batıldan(şirkten, günahtan, yanlıştan) men edecek özel bir grubun yahut cemaatin bulunması. İkincisi, ümmetin bütün fertlerinin bizatihi bu işle meşgul olup görevlerini yerine getirmeleridir. Hangi anlam tercih edilirse edilsin ala külli hal İslam ümmeti bir sorumluluk altındadır.
Coğrafyalar genişlediği, insanlar çoğaldığı ve nitelikli Müslüman (davetçi) sayısı azaldığı için artık külli bir davet hareketinin başlatılması ve fert fert, fevc fevc bu ameliyeye ortak olunması gereklidir.
Sadece kendi bulunduğumuz şehri düşünecek olsak bile acaba emri bil maruf nehyi anil münker yapan ve yaptığını iddia eden insanların sayısı ve kalitesi yeterli midir? Cevap maalesef hayır.(Hali pür melalimiz ayan beyan ortadadır) Bu vahim tablodan ötürü Allah-u Teâlâ’nın davette bulunun çağrısına her Müslüman kendini mukayyed bilip mutlak manada çalışmaya başlamalıdır.
İbni Kesir bu ayet hakkında şöyle demiştir: ‘Bu ayette kast edilen şey fertlerin tümüne bu görev(davet görevi) ayrı ayrı farz kılınmış olmasına rağmen, ayrıca ümmet içerisinde bu görevi yerine getirecek bir cemaatin oluşturulmasıdır.’
Başka bir yorumda şu minvaldedir: ‘Ey Müslümanlar! Sizler hepiniz bu görevle mükellefsiniz. Bu teklifi, bazılarınızı bu görev için seçip görevlendirerek yerine getiriniz. Yahut sizden bir grup bu farzı yerine getirsin, diğerleri de bu görev yerine getirilirken doğacak sıkıntıları göğüslesin. Özellikle de inatkâr zalimlerin, tağutların, zorbaların fiili ve kavli saldırılarına, ekonomik boykotlarına ve karalama kampanyalarına karşı onların arkasında durun. Malınızla, canınızla onları gözetip himaye edin. İşte bu şekilde de ümmetin tamamı davet farizasını yerine getirmiş olur.
Peygamber(s.a.v) bazı hadislerinde şöyle buyurmuştur:
”Şahid olan gaib olana iletsin”. (Buhari, Tirmizi) ”Benden bir ayet bile olsa tebliğ edin”(Buhari, İbni Hambel)
“Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle, gücü yetmezse diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalbi ile buğzetsin. Bu ise imanın en zayıfıdır.(Müslim)
Zaten Allaha iman eden (tahkiki), hak dini din edinen bir insanın, iman ettiği esaslarla çelişen durumlara tahammül etmesi veya bu durumu yok sayması muhaldir. Çünkü haddi zatında İman bir enerjidir ve dinamizme meyyaldir. Bu tez en güzel şekliyle Resulullah’ın ashabında müşahede edilir. Örnek olarak Hz. Ebu Zer ve Hz. İbni Mesud verilebilir. İnen ayetler onlara öyle bir kuvvet ve endişe vermişti ki yerlerinde duramıyorlardı ve öldürülme pahasına insanları Allaha davet ediyorlardı. Hatta Ashab -ı kiram İslam’ı öğrenip, imanın verdiği endişeyi kavradıktan sonra Resulullah’ın insanları çağırın demesine gerek kalmadan böyle bir sorumluluğun gereğini anlıyor ve harekete geçiyorlardı.
Davet görevi için hiçbir ayet ve emir olmasa dahi davetin yapılması gerektiği aklen sabittir. Aksi takdirde şu an yaşadığımız ortamlar oluşur ve oluşmuştur da. Can, mal ve nesil emniyeti kalmamış. Allah’ın dışında türedi ilahlar veya ilahlaşanlar, insanları kendine kul köle edinenler, adaleti hiçe sayan yöneticiler, Müslüman halka zulmeden gafil zorbalar, hırsızlar, zehir tüccarları, fuhuş bezirgânları ortaya çıkmış bizleri çoluk çocuklarımızı ve tüm toplumu tehdit etmektedir. Cehennemvari bir çevre ki her haneyi, her aileyi yakmakta…
-Hakkın ve emniyetin olması için Davet şarttır.
-Dünyada adaletin ve emanetin yerine gelmesi için Davet şarttır.
-Müslümanların, Müslüman kalabilmesi için Davet şarttır.
-İnsanların cennete gitmeleri için Davet şarttır.
Davetin gerekliliği ve olmazsa olmaz olduğu gerçeği bir şehir halkının kıssa edildiği şu ayetlerle bize sunulmaktadır, ‘’İçlerinden bir topluluk şöyle dedi: Allah’ın helak edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz? (davetçiler de şöyle dedi) Rabbimize mazeret (beyan etmek) için, bir de belki korunurlar diye(öğüt veriyoruz).Ne zaman ki onlar kendilerine hatırlatılanı unuttular, bizde kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de, yoldan çıkmaları yüzünden çetin bir azap ile yakaladık .’’ (Araf, 164-165) Bu ayetlerde üç sınıf insan bahse konu edilmektedir. Birinci sınıf: İman etmiş olup da davet farizasını icra edenler. İkinci sınıf: İman etmiş olup da davetçilere yaptıklarının beyhude olduğunu söyleyenler. Üçüncü sınıf: Davetçilerin davetine muhatap olup iman etmeyen veya azgınlaşan insanlardır.
Allahu Teâlâ ayetin sonunda şunu vurgulamaktadır; ‘’Kötülükten men edenleri kurtardık”.( yani davetçileri) Dikkatle bakıldığında davet görevini yapmamış olan ikinci sınıftan hiç bahsedilmiyor. Bu ya onların da helak edildiğini yahut da (Seyyid Kutub’un deyimiyle) Allahu Teâlâ onlara değer vermemiş ve onlardan hiç bahsetmemiştir anlamına gelir.(Allahu ‘alem)
Hülasa: maişetimiz için gösterdiğimiz say ve cehdi davet için de göstermeliyiz. Davete olmazsa olmaz bir gözle bakmalı ve ihmal etmemeliyiz.
Daveti her meslek erbabının yapabileceği bir sorumluluk olarak bilip öyle anlamlandırmalıyız.
Bulunduğumuz şehrin veya yaşadığımız ülkenin halkının tamamına daveti ulaştıramayabiliriz. Ama her kesimin daveti götürmekle mükellef olduğu yerler ve şahıslar mevcuttur.
Esnaf kendi çevresindeki esnaf arkadaşlarına ve ilişkide olduğu müşterilerine, üniversite öğrencileri kendi arkadaşlarına ve bu statüsünü kullanarak ulaşabildiği tüm eğitim çevresine ki bu ister lise isterse ilköğretim öğrencisi olsun. Lise ve ilköğretim öğrencileri de bütün yakın-uzak arkadaşlarına ulaşmalıdırlar.
Bir de davet çatısı altında çalışıyor olanlar da kendilerine verilen görev ve işleri, layıkıyla ve maksimum bir verimle yerine getirmelidirler. Son olarak yazımızı bir iktibas ile noktalıyoruz.” İlk İslam ümmeti, Allaha davet görevini İmandan sonra en mühim bir vazife olarak kabul edip, fert fert herkes canını ve malını Allah yolunda davet için harcadı. Aradan asırlar geçti, İslam ümmeti tembelleşti. Davet görevi yalnızca âlimlerin yapacağı bir iş olarak görülüp, hutbe ve vaazlara hapsedildi. Bunun sonucu olarak medeniyet kafilesinin en başında bulunan İslam ümmeti, en geride kaldı.
A. Selam DURGUN-söz&kalem dergisi aralık 2013