HÜSEYİN SAĞLAM /  Doğruhaber / ANALİZ
 
1923 ile 1950’li yıllar arasında kalan dönem, Cumhuriyet tarihinin en karanlık dönemi olsa gerek. Bu dönemde birçok uygulamaya dair resmi arşivlere halen karartma uygulanması, karanlığın birinci dereceden sebebini teşkil etmektedir. Karatma sürdükçe de resmi eleklerden geçirilerek kamuoyuna sunulan yalan yanlış bilgiler, resmi tarih adı altında hormonlu nesiller yetiştirmeye dönük operasyonel faaliyetler olarak ortada durmaktadır.

Hafta içinde MHP’li vekil Halaçoğlu’nun bir televizyon kanalında Ayasofya Camisi’nin müzeye dönüştürülmesi üzerine yaptığı açıklamalar, resmi tarihte yeni bir gedik açacak cinsten.

Türk Tarih Kurumu Eski Başkanı ve HYPERLINK “http://www.radikal.com.tr/index/Milliyetci-Hareket-PArtisi” MHP Grup Başkanvekili Yusuf Halaçoğlu, A Haber’de yayınlanan programda Atatürk’ün Ayasofya’nın müze yapılmasına ilişkin belgelerdeki tüm imzalarının sahte olduğunu iddia etti. 8 Kasım 2013 tarihinde Ayasofya’nın yeniden cami olarak ibadete açılması için TBMM’ye kanun teklifi veren Halaçoğlu, yayında devlet arşivinden çıkardığı 07.11.1934 tarihli Ayasofya’yı müze haline getiren kararnameyi göstererek buradaki imzanın sahte olduğunu öne sürdü. İddialarının belgelere dayandığını belirten Halaçoğlu, “Atatürk’ün bu kararnamelerin hiç birinde ıslak imzası yok! Bütün imzalar sahte” iddiasında bulundu.

Halaçoğlu, “Bu kararname geçerli değil. Çünkü Resmi Gazete’de hiçbir zaman yayınlanmadı. Atatürk, Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesine şiddetle karşı çıkınca Atatürk’ün imzası taklit edildi. Atatürk öldükten sonra Şükrü Saraçoğlu’nun Başbakanlığı döneminde Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından bir kitapçık bastırılıyor. Atatürk’ün sahte imzasını taşıyan bu kararnameyi ilk defa bu kitapta görüyoruz. 1924 Anayasası’na göre Resmi Gazete’de yayınlanmamış Bakanlar Kurulu kararının geçerliliği yoktur” şeklinde konuştu.

Aslında Cumhuriyetin ilk dönemlerinde her türlü olumsuz uygulamayla beraber ismi anılan bir İsmet portresi karşımıza çıkmaktadır. Bu tür uygulamaların ne kadarının Atatürk ne kadarının İsmet tarafından uygulandığı mevzuu hep tartışma konusu oluyor. Birçok uygulamada İsmet’in parmağı bulunurken bazı uygulamalar da Atatürk’e laf konduramamanın İsmet’e fatura edilmesi gibi bir sonuca tekabül ettiği biliniyor. Ama bu Ayasofya iddiası doğru ise İsmet yine İsmetliğini yapmış anlamı ortaya çıkıveriyor.

İsterseniz İsmet’in Atatürk’e rağmen çevirdiği dolaplara dair başka bir alıntıya yer verelim.

Abdurrahman Dilipak 23 Kasım 2013 tarihli “Ruhat Hanım Üzülecek Ama..” başlıklı yazısında kısa süre önce hayatını kaybeden Aytunç Altundal’dan naklen şunları yazmıştı:

“Ruhat hanım bilmeyebilir, Mustafa Kemal’in ölümünden bir süre öncesinde İsmet Paşa ortalıkta gözükmüyordu. Fevzi Paşa onun güvenli bir yerde korumaya almıştı. İsmet Paşa’nın çocuklarının geleceğini düşünüp onlara mirasından pay ayıran Mustafa Kemal’in Türkiye’nin kendinden sonraki geleceği ile ilgili düşündüğü kadrolar ve yönetim anlayışı konusunda hiçbir mesaj bırakmamış olması düşünülebilir mi?

Bu soru, bana değil Aytunç Altındal’a ait. “Ben resmi, noter huzurunda verilmiş bir vasiyetten söz etmiyorum. Ama son günlerinde üzerinde çalıştığı bir proje vardı. İsmet Paşa sonrası, kendinden sonra Türkiye’nin yeni ufukları konusunda hem kadro, hem de gelecek perspektifi, vizyonu açısından yazılı birçok not bıraktı. Bunlar ortada yok.”

Tabii bu notlar ortaya çıkarsa, İsmet Paşa’nın o günlerde nerede olduğu ve başına gelenler de gündeme gelecek demektir.”

Ve tabi haklı olarak yine soruyoruz:

İsmet! Yine mi Sen?!