Avrupa ülkelerinde yaşayanların yüzde 60'ından fazlası ten rengi veya etnik kökene dayalı ayrımcılığı önemli bir sorun olarak görüyor.
Muhabirinin derlediği Avrupa Komisyonu verilerine göre, Avrupalıların yüzde 61'i ülkelerinde ten rengine dayalı ayrımcılığın yaygın olduğu görüşünde birleşirken, aynı katılımcıların yüzde 60'ı etnik kökene dayalı ayrımcılığın önemli bir sorun olduğunu ifade ediyor.
Avrupa Komisyonunun, 27 AB üyesi ülkede yaklaşık 26 bin katılımcıyla yürüttüğü anket çalışmasında, Birliğin yıllardır süren yoğun çabalarına ve ayrımcılıkla mücadeledeki kapsamlı mevzuatına rağmen toplumsal eşitlik ve ön yargılar konusundaki problemlerin devam ettiği belirtiliyor.
Farklı ten rengine veya etnik kökene sahip kişilere yönelik ayrımcılığın yaygın bir problem olarak görüldüğü ifade edilen araştırmada, geçmiş yıllarda yapılan çalışmalarla kıyaslandığında ayrımcılığın giderek arttığına dikkati çekiliyor.
Çalışmada, farklı ten rengine sahip kişilerin günlük hayatta ciddi zorluklarla karşılaştığı ve bu grupların toplumsal dışlanma riskinin yüksek olduğu vurgulanıyor.
Katılımcıların yüzde 21'inin son 12 ayda ayrımcılığa uğradığını veya zorbalıkla karşılaştığını bildirdiği çalışmaya göre, Avrupa'da ten rengi, etnik köken, yaş ve sosyoekonomik duruma dayalı ayrımcılık en sık yaşanan ayrımcılık türleri arasında yer alıyor.
Avrupa'da ayrımcılık ve zorbalığın, genellikle kamusal alanlarda veya iş yerlerinde yaşandığına dikkati çekilen araştırmada, katılımcıların yaklaşık 4'te biri kültürel etkinliklere veya yerel kültürel hizmetlere erişimde başta ekonomik nedenler olmak üzere zorluklar yaşadığını belirtiyor.
Avrupa ülkeleri arasında etnik kökene dayalı ayrımcılığın en çok hissedildiği ülkeler yüzde 82 ile Hollanda, yüzde 77 ile Fransa, yüzde 75 ile İtalya, yüzde 73 ile İsveç ve yüzde 69 ile Belçika olarak öne çıkıyor. Araştırma kapsamında elde edilen verilere göre, Avrupa genelinde ülkeler arasında farklılıklar bulunsa da etnik temelli ayrımcılık algısı hala önemli ve yaygın bir sorun olarak görülüyor.
Din temelli ayrımcılığın en fazla olduğu düşünülen ülke Fransa
AB genelinde, katılımcıların yüzde 42'si ülkelerinde din veya inanç temelli ayrımcılığın yaygın olduğunu düşünse de katılımcıların yüzde 53'ü bunun nadiren gerçekleştiğini ifade ediyor.
Din ve inanç temelli ayrımcılığın yaygın bir problem olduğu düşünülen ülkeler arasında Fransa yüzde 66 ile birinci sırada yer alıyor.
Fransa'nın ardından din ve inanç temelli ayrımcılığın yaygın bir problem olduğu düşünülen ülkeler yüzde 60 ile Belçika, yüzde 58 ile İsveç, yüzde 54 ile Hollanda ve yüzde 53 Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olarak sıralanıyor.
AB genelinde katılımcıların yüzde 73'ü kendilerini bir Müslüman ile çalışırken rahat hissedeceğini belirtirken, bu oran ülkeler arasında ciddi bir biçimde farklılaşıyor. Hollanda'da bu oran yüzde 95 iken, Romanya'da yüzde 48 ve Macaristan'da ise yüzde 50 olarak kaydediliyor. Bu veriler, Müslümanlarla çalışma konusunda ülkeler arasında önemli bir fark olduğuna ve bazı bölgelerde daha fazla toplumsal kaygı veya ön yargılara işaret ediyor.
Katılımcıların, yüzde 37'si iş yerlerinde çeşitliliği teşvik etmek için yeterince çaba sarf edilip edilmediği sorusuna "hayır" derken, yüzde 35'i "evet" cevabını veriyor. Ten rengi temelli ayrımcılığın yaygın olduğu inancında ise üye ülkeler arasında daha geniş farklılık gözlemleniyor. AB üyesi 17 ülkeden katılımcıların yarısından fazlası bu tür ayrımcılığın kendi ülkelerinde yaygın olduğu görüşünü paylaşıyor.
Çalışmaya katılan her 7 kişiden 6'sı seçilmiş en yüksek siyasi pozisyonda farklı etnik kökene sahip birini görmekten rahatsız olmayacağını belirtirken, katılımcıların 4’te birinden fazlası bu pozisyona Roman kökenli bir kişinin seçilmesinden tamamen rahatsız olacağını ifade ediyor.
Araştırma ayrıca AB vatandaşları arasında sosyal çevrelerdeki çeşitliliğin en yüksek olduğu ülkeler Hollanda, İsveç ve İspanya iken Polonya, Romanya ve Macaristan'daki katılımcılar en düşük çeşitliliğe sahip.
Araştırma, AB'nin ayrımcılıkla mücadele konusunda yürüttüğü politikalara dair önemli ipuçları sunuyor ve ayrımcılıkla mücadelede farkındalık yaratma, hukuki düzenlemeler ve sosyal içerme politikalarının güçlendirilmesi gerektiğine dikkati çekiyor.