Alimler ve Medreseler Birliği (İTTİHADUL ULEMA), Türkiye başta olmak üzere birçok İslam ülkesinden seçkin ulemanın katılımıyla 9'uncu Alimler Buluşması'nı Diyarbakır'da düzenledi.

"Alimler Buluşması" programının bu yılki teması "Aksa Tufanı, Ümmet ve Ulemanın Mesuliyeti (Ümmetin Onuru Gazze)" olarak belirlendi.

Bu yılki "Alimler Buluşması" programı Türkiye başta olmak üzere Irak, Irak Kürdistanı, Filistin, Mısır, Afganistan, Katar, Sudan, Senegal, Suudi Arabistan ve Ürdün gibi İslam ülkelerinden seçkin ulemanın katılımıyla gerçekleştirildi.

Programın ikinci gününde konuşan Prof. Dr. Davut Işıkdoğan, "Osmanlı’nın Kudüs’e Verdiği Önem ve O’nu Savunma Kararlılığının Günümüze Yansımaları" temasıyla bir sunum yaptı.

Osmanlı'da Kudüs macerasının Yavuz Sultan Selim döneminde başladığını ve Kudüs'e büyük hizmetler yaptığını belirtti.

Üstad Bediüzzaman'ın bugünkü ümmetin hastalıklarına ve bu hastalıkların çözümüne de değinen Işıkdoğan, Osmanlı'nın Kudüs'te yaptığı hizmetlere değindi.

"Osmanlı'nın Kudüs ile ilgili macerası Yavuz Sultan Selim ile başladı"

Işıkdoğan, "Osmanlı'da Kudüs'le ilgili macera Yavuz Sultan Selim Mısır seferi sırasında başlıyor. Orada Mercidabık Savaşı'nda Memluk'leri yendikten sonra Şam bölgesini Osmanlılara katmıştır. Osmanlı'nın Kudüs'ü fethi veya Kudüs'ü kendisine dahil etmesi bu savaşla olmuştur. Osmanlı buraya aldıktan sonra Yavuz kendisi o şehre giderek, Mukaddes yerlerini ziyaret ediyor. Osmanlı oradaki halkı çok ciddi manada memnun ediyor. Osmanlı'da Yavuz döneminde buraya ciddi emniyet verilmiştir." dedi.

"Osmanlı Kudüs için büyük hizmetler yapmış"

Yavuz Sultan Selim'in en büyük endişesinin ittihad-ı İslam olduğunu belirten Işıkdoğan, "Yavuz'un en büyük endişesi ithad-ı İslam'dır. İhtilaf ve tefrika endişesi vardı. Ümmet içerisindeki ihtilaf Yavuz'u en fazla rahatsız eden ve en çok uykularına giren durumlarından bir tanesidir. Cenab-ı Hak kendisine rahmet eylesin. Yine Kanuni Sultan Süleyman dönemine baktığımız zaman, Kudüs'e emniyet noktasında ciddi hizmetler olmuş. Kudüs surlarını yenilemiş, kalenin restorasyonunu yapmış, birçok yere çeşme yapmış. Kubbetüsahra'nın yer döşemesini yapmış. Mescid-i Aksa'nın surlarını yapmış… Birçok farklı farklı faaliyetler yapılmıştır. Sultan 4. Murat döneminde biraz istikrar tehlikeye girmiştir. Sultan 4. Murat, Kudüs el Halil yolu üzerine şehrin güvenliği için bir kale inşa etmiştir. Bu kale içinde mescit ve kışla bulunuyordu. Kale içerisinde yine oradaki askeri unvanlardan 'Dizdar' dediğimiz başlarındaki eleman ve 40 asker görev yapıyordu. Kudüs şehri Sultan Murat döneminde Sayıda ve Akka eyaletine bağlı bir sancak bölgesi olarak bulunuyordu. Yine bu dönemde farklı farklı Avrupa ülkelerin oraya ziyaretleri olmuştur. Sultan Abdülmecid döneminde Mescid-i Aksa'nın restoresi yapılmıştır. 20 bin altın harcanmış. Kudüs şehri nüfusu artmış. İnsanlar surlar dışına yerleşmeye başlamış. Sultan Abdülaziz döneminde buraya hizmetler yapılmış. Osmanlı'nın genel Kudüs varlığına baktığımız zaman, Kudüs Osmanlı için önemli bir mekandır. Bu çerçevede baktığımız zaman, Sultan Abdülhamid döneminde de, biliyorsunuz Abdülaziz döneminden önce Kudüs işgal ediliyor ve tekrardan alınıyor. Abdülhamit döneminde sınırları korumak adına Kudüs dışında herhangi bir toprak verilmiyordu. Sömürgecilik olayları başlayınca, bu Arap dünyasında da bu iş hastalığa dönüşünce, Kudüs'te bundan nasibini aldı. Aman Osmanlı'ya baktığımız zaman, o bölgedeki insanlar, Müslümanlar oraya sahip olduğu sürece, sanki burada daimi kalacakmış gibi faaliyetler yapmışlardır." diye konuştu.

"Yapılanları bazen milliyetçi nazarımız perdeliyor"

Osmanlı'nın Kudüs'e tarihi süreçte yaptığı hizmetleri ve çalışmalara değinen Işıkdoğan, "Bu tarihi bilgilerden sonra genel baktığımızda Osmanlı hakikaten Kudüs'le ilgili, İslam dünyası ile ilgili hakikaten hassasiyeti var. Şunu gözden kaçırmamak lazım. Bazen kendi içimizde de böyle hastalıklarımız var. Milliyetçi nazarla baktığımız zaman, bazı devletlerin ve geçmişteki bazı hükümdarların, İslam'la ilgili yapmış olduğu şeyleri, bazen milliyetçi nazarımız perdeliyor. Bu hastalıklardan bir defa kurtulmamız lazım. Osmanlı döneminde hilafetin kaldırıldığı 1924'e kadar Osmanlı hilafetiydi. Bütün İslam alemi üzerinde söz sahibidir. Sadece hilafet temsilciliğinin olması Osmanlı büyük bir mesuliyetin altına koyuyor." dedi.

"İmanlı bir nesli yetiştirmemiz lazım"

"Osmanlı dönemindeki o çürüme dönemindeki vaziyet, bizim şu anki vaziyetimizde çok daha ilerideydi" diyen Işıkdoğan, "Osmanlı döneminin can çekiştirdiği 1910-1914 yılı arasında medrese ile ilgili Osmanlı yaptığı programlar var. O programlara baktığımız zaman, biz hala oraya ulaşmış değiliz. Biz bir dönem o toprakların sahibi iken, bugün bu duruma düşmemizin sebebi nedir? Diye sordu.

Üstad Bediüzzaman'ın ümmetin üzerindeki hastalıkların teşhisine değinen Işıkdoğan, şunları kaydetti:

"Üstat Bediüzzaman hazretlerinin İslam aleminde şöyle bir dolaşıyor, alimleri ve vatandaşı dolaştıktan sonra bunların sorunlarını ve problemlerini ele alan 'münazarat' diye bir kitap yazıyor. Bugün bire bir uygulanacak tavsiyelerde bulunuyor. Şam tarafına gittiği zaman, oradaki ulemanın önünde, oradaki Emeviye Camii'nde bir hutbe irad ediyor. İslam dünyasının problemlerini ve bu problemlere sebep olan hastalıklarımızı ve bu hastalıkların çözümleri tek tek anlatıyor. Birincisi yeis ve ümitsizliğin içerimizde hayat bulması. Biz kendimizi ilgilendiren işleri bırakmışız, en dışardaki dairede bizi ilgilendirmeyen hususlarla çok uğraşıyoruz. Burada İTTİHADUL ULEMA'nın İslam alemi için yapacağı en büyük cihat burada talebe yetiştirmesidir. Yahudi'nin buraya geldiği zaman, buraya müdahale ettiği zaman, ona müdahale edebilecek ve cevap verebilecek bir nesli yetiştirmektir. Bizler en küçük dairedeki vazifemizi bırakıp, en dışarıdaki vazifeye merak salıp, hadiselere baktığımız zaman, hadiselere de gücümüz yetmiyor. O zaman çok ciddi bir ümitsizlik meydana geliyor. Ne olacak bu Müslümanların hali? Filistin bu haldeyken, bugün yapacağımız şey, bugün 180 bin kişi öldürülüyorsa, biz burada sessiz duruyorsak, yetiştirdiğimiz nesilden kaynaklanıyor. Eğer biz bu nesli imanı kuvvetli bir şekilde yetiştirilseydik, şuurlu yetiştirseydik, bugün her birimiz ayağa kalkardık, Türkiye ayağa kalkardı. Üstad bu yeisin çaresi Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Biz yeri geldiğinde Cenab-ı Hakkın hikmet perdesi arkasından gizlemiş olduğu bir takım şeyleri mutfak surette hayır olduğunu düşünüyoruz."

"Müslümanın kendi kardeşiyle el ele vererek güçlenmeye ihtiyacı vardır"

Işıkdoğan, "İkincisi sıdkın hayati içtimai siyaside ölmüş olması. Sıdk hem normal hayata ve siyasette tamamen ölmüştür. Siyaset ve siyasetçi dediğimiz zaman, aklımıza gelen ilk şey bol yalan. Siyaseti yapan bizim maçımızda Resulullah aleyhisselatü vesselamdır. O'nun düsturunu ve sıdkını esas alarak yapmamız gerekiyor. Herhangi bir siyasetçi ve İslam aleminin liderlerine baktığımız zaman, huzur içerisinde kendimizi teslim ediyoruz dediğimiz kaç kişi var? Bu çerçevede sıdk İslam'ın esasıdır. Müslümanın yalan söylemeye yetkisi yoktur. Müslümanın kendi kardeşiyle el ele vererek güçlenmeye ihtiyacı vardır. Üçüncüsü Bediüzzaman diyor ki adavette muhabbet. Bütün müminler kardeştirler. Her biri, bir vücudun azasıdır. Her biri bir vücudun, bir bedenin azalarıdır. Dördüncüsü ehli imanı bir birine bağlayan rabıtaları bilmiyoruz. Onun çözümü de Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılmayın diyor. Esasta birliğimiz Allah'tan başka ilah yoktur düsturudur. Bunu kaybettiğimiz için, çok çabuk şekilde düşmanlıklarla yakta durmayı becerebiliyoruz."

"İstibdat hastalığı her birimizde var"

Üstadın çözüm önerilerinden örnekler vererek konuşmasının sürdüren Işıkdoğan, "Beşincisi istibdat. İstibdat dediğimiz şey hangi İslam ülkesinde yok? Hastalık gibi her birimizde var. Biraz bilgi sahibi oluyoruz ilmimizi istibdat unsuru olarak kullanıyoruz. Biraz para sahibi oluyoruz, onu istibdat aracı olarak kullanıyoruz. Hakiki iman elde edildiği zaman bu hastalıklar çözülür. Biz hakiki imanı elde edemediğimiz için, elde ettiğimiz küçük küçük şeyler bizi çabuk yoldan çıkarıyor."

"Sınırlarımızı daraltmamamız lazım"     

"En son şey, menfaati şahsiyesine bütün çalışmasını menfaati için kullanmak. Buna karşı ne yapacağız? Güzel bir söz vardır. 'Kimin himmeti milletiyse, o tek başına bir millettir; kimin himmeti nefsiyse, o sadece bir ferttir.' Dışardan küçük bir rüzgar dahi onu ortadan kaldırabilir. Hakikaten etrafımızdaki kardeşlerimiz var. Hiçbir şey mi elimizden gelmiyor? Dilinizle de mi gelmiyor? Kalbinizde de mi buğz edemiyorsunuz? Bunu herhangi birisinin bütün herkesi kapsayacak şekilde ortaya koymamız lazım. Sınırlarımızı daraltmamamız lazım. Şöyle bir gözlükle battığımız zaman, dünyada insanların beşte biri olan Müslümanların tamamı benim kardeşim olduğunu görüyorum ve büyük bir aile olduğunu görüyorum ama kısır gözlükler taktığımız zaman, 180 derecelik bakış açımızı bazen 30 dereceye düşürüyoruz. Ne olur bunu yapmayalım. Genel baktığımız zaman, şu an Filistin söz konusu, şu an Gazze ekseni söz konusu. Burada yapılan çalışmaların hayırlara vesile olmasını diliyorum." (İLKHA)