Hür Dava Partisi`nin (HÜDA PAR) aktif siyasete başlamasını hazmedemeyen çevreler Batman olayını kaos çıkarma malzeme olarak kullanmaya devam ediyor.

Bölgede oluşturulmak istenen kaosun boyutlarının büyük olduğunu yazdığı uzun makaleyle ortaya koyan Haber Diyarbakır sitesi yazarı Sedat Doğan`ın, `Bir kez daha kardeş kavgasını kaldıramayız` vurgusuyla başladığı makalesini sizlerle paylaşıyoruz:

"Büyük Tehlike Geliyorum Diyor"

Düşene vurmak mertlik değildir, demiş atalarımız. Toplum olarak bu halimizle bile hala hırpalanıyorsak, eli sopalıları şimdilik sadece mertlik ve merhametlerini yitirmemişlerin vicdanına havale ederek tepkimizi ortaya koyuyoruz.

Halimizi çok güzel dillendiren bir atasözümüz var, ”Ker bi keriya xwe li heriyekî du cara li ser hev nakeve (Eşek bile eşekliği ile aynı çamura iki defa üst üste saplanmaz). Sözümüz meclisten dışarı. Lakin bu sözü hak edenin toplumuzda var olabilme ihtimali bile insanı üzerek tanımsız bir hüzne gark ediyor. Ama şunu çok iyi biliyoruz. ”Ümmetin yetimleri” (1) haline düşürülmüş bu mazlum coğrafya, bu yaralı toplum, daha dün çok ağır bir travma geçirdi… Bu gün çözülemez hale gelmiş pek çok sorun ve yaşanan pek çok sıkıntının temelinde o meşûm travma vardır. O travmanın asıl adı bu topraklarda Kürtlerin topyekûn inkâr- imha veya asimilasyonu projesi idi. Bunu biz değil, bu projenin meşhur uygulayıcıları söylüyorlar. Bu gün bunun en masum ve sevimli adı ise “Kürt Sorunu” ve buna bağlı olarak gelişen, arkası yarınlı, sorunlar dizisi olmuş.

Bu travmayı ve bunun muhatabı olmuş Kürt toplumunun neler yaşadığını bilmeyen ancak bu senaryonun asıl kurbanları olacak olan, sırf bu travma yüzünden yaşamın güzelliğine, insani bir yaşam kalitesine, bilgiye, hikmete ve erdeme susamış, geçmişlerinden habersiz masum yeni nesil Kürt gençliğine kısaca anlatmak gerekir… Yaşadıkları ve yaşattıkları o insanlık dışı acılardan, bir türlü insani bir ders çıkaramamış. Akıl ve vicdandan uzak ütopik hayalleri kursaklarında kalmış. Bu nedenle hala kanlı senaryolar peşinde koşanlar. Çürümüş yürekleri, dumura uğramış beyinleri ile Kürdistan coğrafyasını tekrar kirletmeye göz dikmişler. Masum Kürt gençliğini kurbanlık koyun misali merhametsiz cellâtlara, vicdansız ölümlere pazarlamaya çalışan vicdan yoksunu zavallılara da bu travmayı, kısaca tekrar hatırlatmak gerekir. Bu hatırlatma belki Kürt gençliğini özüne çeker. Ve bu karambolde nerede durması gerektiğine dair mütevazı bir ışık görevi görür. Karşısında konumlanmış, ölümcül bir kin ve nefret ile ötekileştirdiği Kürt gençleri ile yüzde 95’lik bir kader ortaklığı ve kurbanlığını yaşadıklarının ayırdına varır. Böylece aynı kaderi paylaşan arkadaşının kanını boş yere akıtmaktan ve bunun doğuracağı vicdan azabından kurtulmuş olur. Bir mucize kabilinden bile olsa belki kurumuş vicdanları da bir muhasebeye çeker. Yaptıklarından nedamet duyar hale getirip gencecik yeni fidanların öldürülmesini önlemiş olur.

Evet, bu coğrafyada yakın geçmişte ne oldu? Esas ona dikkat çekelim. Bu havzada hayat ilk çağlardan buyana hep çalkantılı geçti. Büyük savaşlara, işgallere ve katliamlara sahne oldu. Ama bu coğrafya hep dik durdu. Özünü koruyabildi. Ta ki adına kurtuluş Savaşı, kader birliği veya kardeşlik dayanışması, dedikleri o feci bir kandırmacaya kurban olana kadar. İşte o travma tam da bu noktada başladı. Türk ve Kürtlerin birlikte kurtuluşu için verilen savaşta Kürtler büyük can ve mal kayıplarıyla cansiperane destek verdi. Büyük zaferlere damgasını vurdu. Başarıya ulaştı. Ancak bunun ödülü Cumhuriyetin ilanından hemen sonra Kürtlerin topyekûn inkârına ve imhasına dönüştü. Cumhuriyetle gelen bu zulüm ve bu zulmün doğurduğu isyan, sürgün, kıyım, talan ve fermanlar 12 Eylül 1980 cunta Darbesi ile zirve yaptı…

Cunta, bir buldozer gibi bütün ülkenin üstünden geçerken, Kürtlerin üzerinden iki kere ve en ağır haliyle geçti. Kürdün milli, asil dini damarlarını kuruttu. Daha önce eşi benzeri duyulmamış, hiç yaşanmamış yasaklar üret.. Ülke geneli, özellikle Kürt coğrafyası açık bir ceza evine dönüştü. Hayat, gün iyice ışıyınca başlar, günbatımından çok önce durur hale geldi. Herkes can güvenliği için, faili meçhul bir kurşuna, sallamalar veya yüzde yüz ölümlü göz altılara kurban gitmemek için erkenden evine çekilirdi. Gün batınca Şehirler, kasabalar hayalet kentlere dönüşür. Dışarıda polis, Asker ve zırhlı araçlardan başka bir şey görülmezdi. Sokaklar, Caddeler sadece onlara ve başıboş kedi-köpeklere kalırdı.

Ana kara yollarındaki trafik bile gün ışıyana kadar durur, araçlara konvoy halinde yol verilirdi. On kilometrelik bir yolda bile insanlar en az üç defa ve en kaba hakaret, dayak, ötekileştirmelerle, en ufak bir itiraz ve huylanmada aleni işkenceli göz altılarla kontrolden geçirilirdi. Kişi iç çamaşırına kadar aranırdı. Derdini iyi bir Türkçe ile anlatamayanlar her türlü aşağılanmayı baştan hâk ediyordu zaten. Bazen de Türkçeyi iyi konuşmak da kişiyi kurtarmaz, bir Kürt için bu sefer doğum yeri başına bela olurdu. Örneğin 2000’li yıllara kadar batı illerinde yolculuk ediyorsanız -ister şekil-şemale göre dindar, ister dinsiz biri olun- kocaman arabadan sadece siz ve Çingene-roman vatandaşlar indirilir. Onların kimliği yoktur. Siz de doğum yerinizin kurbanısınız. Potansiyel terörist veya tehlikeli birisiniz… Yani Kürt’sünüz.

Ve Kürt coğrafyası artık her şeyi ile açık tam bir serengeti’ye dönüştürüldü. Serengeti’de tanımsız bir safari başladı. Yalnız bu safaride avlanan, sadece insandı. Ve Pandora’nın kutusu açıldı. İçindeki kötülüklerden darbe almayan Kürt kalmadı bu topraklarda. Kürt illerinde günde ortalama 70-80 olay olur. Bu olaylarda en az 10-15 kişi vurulur. Kurbanlar daha çok Kürtlük veya dindarlığına sahip çıkan Kürtlerdi. Bunlar, cuntanın dili ile “politik bölücü ve mürteciler(!)”idi… Bu hengâmede toplumun diğer bazı kesimleri de darbe aldı ama asıl kurban Kürtler idi… Ve bu kurbanların yaşları 18-50. Kürtlerin eli kalem tutan enerjik ve en verimli nüfusu. Gencecik fidanlar. Topluma fikirleriyle yön verebilecek, alanlarında yetkin, toplumun sorunlarına kalıcı çözümler üretebilecek kapasitede insanlar... Üniversite öğrencisi, İnsan hakları savunucusu, gazeteci, yazar, avukat, doktor, mühendis, siyasetçi, milletvekili, belediye başkanı iş adamı, din adamı, öğretmen… Kısacası her meslek ve meşrepten insan… Ölüm üçgenleri, ölüm tarlaları, ölüm sapakları, girişi yasak faili meçhul ölümler bölgeleri, asit kuyuları… Oluşturuldu. Issız yerlere atılan insan cesetlerini Kurtlar, kuşlar bulup haber verir oldu. Hapishaneler tıklım tıklım hale geldi. Zindanlardan yükselen feryatların üzerinden bin yıllar bile geçse toplumsal hafızadan kolay kolay silinemezler. Özellikle Diyarbakır zindanı ve içindeki 5 no’lu koğuş’ ta yaşananları unutmak mümkün olamaz… Ülke içinde yaşam alanı bulamayanlar soluğu ya dağlarda ya da Avrupa’da aldı.

O karambolde hemen herkes birbirini kırıp geçmeye başladı. Bir ölüm ve korku imparatorluğu oluşturuldu. Herkes herkesten, her şeyden korkar hale getirildi. Fakat öldürülenler, kaybedilenler çoğunlukla Kürtler oldu. PKK, Hizbullah, diğer örgütler, jitem, mafya, Çeteler, Korucular, aşiretler…

Doğrusu bu meşum belanın tam bir bilançosu hala açıklanmış değil. Zira bunun için insan haklarını esas alan tarafsız bir komisyonu gerekiyor… Kim, ne adına, hangi pisliğe bulaşmış. Kaç masumun canına kıymış, ne kadar insan öldürmüş… Hepsini ortaya çıkarmalı. Temiz bir toplum için bu şart. Ama yine de bağımsız kuruluşların ve devletin ortalama olarak dile getirdikleri bazı rakamlar var.

Bu rakamlarına göre 40-50.000 insan öldürüldü. 17.500 faili meçhul dosya hala aydınlanmayı bekliyor.3-4.000 Kürt köyü ve mezrası yakıldı, yıkıldı, boşaltıldı. 3-4 milyon Kürt Can ve Namus endişesi ile işsiz, güçsüz bir şekilde kasabalara, şehirlerin varoşlarına sığınmak zorunda kaldı.

Bir gazetede yeni çıkan bir yazıya göre:“1992-1994 arasında PKK-Hizbullah arasındaki çatışmalarda -devletin belirlediği rakamlara göre- iki taraftan toplam 700 kişi hayatını kaybetti. Hizbullah İddianamesine göre 526 kişi Hizbullah tarafından öldürüldü. Kurbanların 400’den fazlası PKK’yle bağlantılı olduğu iddia edilen kişiler. Hizbullah taraftarı olduğu iddiasıyla PKK tarafından öldürülen insan sayısı da az değil, yaklaşık 300 kişi PKK tarafından öldürüldü…”(2)

Kan dökmenin, karanlık dehlizlerde dümen çevirme dışında, kendisi için yaşam alanı bulamayan ve özellikle Kürtlerin kanına susamış birileri, son zamanlarda yeni bir PKK Hizbullah kavgasını iyiden iyiye pişirmeye çalışıyor. Özellikle son iki yıldır Kürt coğrafyasının hemen her yerinde ve Anadolu metropollerinde bunun işaret fişekleri atıla geliyor.

Irak’ın kuzeyinde müreffeh bir Kürt devletinin filizlenmeye başlanması. Türkiye’deki on yıllık muhafazakâr AKP iktidarları. Ki, mevcut statükonun rengini değiştirmeye kalkışıyor. Bu statükoya rağmen, onu temsilen Türkiye’deki Kürtlerle şöyle veya böyle barıştan söz etmesi. Kürt sorununu kendine göre bir şekilde çözme niyeti. Ve havada uçuşan barış söylemlerine rağmen, çözüm sürecindeki sallapati, ikircikli ve ürkek tavrı. Suriye krizi sonrasında, her yerde yaptıkları gibi orada da masumlara ve masumiyete karşı düzenledikleri terör saldırılarını ve Vandal cinayetleri meşru gören, bunları bir adı barış olan İslam’ın cihadı olarak algılayan gurupların Batı Kürdistanı işgalleri. Kürtlerin bu guruplar ve destekçilerine karşı sağladıkları başarılar. Ve Kürtlerin Irak Kürdistanı’ndan sonra burada da bir mevzi kazanma ihtimalleri. Kürtlerin, siyasette acemiliklerinin bir göstergesi olarak ortaya çıkan, birbirlerine karşı arızi tahammülsüzlükleri. Önümüzdeki seçim atmosferi ve doğurduğu, doğuracağı gerilim de bu karanlık işler için mümbit bir zemin sunuyor.

Bütün bunlar yan yana geldiğinde, belki çoğumuza inandırıcı gelmeyebilir ama galiba Ergenekon-Gladyo’yu harekete geçirdi. Yakın geçmişte Kürtlere karşı işlediği sayısız faili meçhul ile maharetini ispatlamış ve Kürtleri bir bütün olarak bir kaşık suda boğmak için fırsat kollayan bu uzun kollu Gladyo, muhtemelen Kürt coğrafyasındaki tüm Kürt silahlı-silahsız yapı, parti, gurup ve hiziplerini tekrar birbirlerine kırdırmak istiyordur....

Şu eylemler dikkat çekicidir. Hepsi bir zincirin halkaları gibi ustaca gerçekleştirdi, diye biliriz. Önce Kürdistan federe devletine karşı intihar saldırılarına başladı. Ardından Mesut Barzani hükümeti ve Suriye’deki PYD’li Kürtler arasına nifak sokuyor… PKK ile Barzani’yi birbirlerine karşı kışkırtıyor.

Son olmayarak bölgemizde yarım bıraktıkları kanlı senaryolarına tekrar geri döndü. Yaklaşık on yıldır, ağır aksak da olsa normalleşme sürecine girmiş, şöyle ya da böyle yaralarını sarmaya çalışan bölgemizi tekrar, kirli cinayetler sarmalının içine, insanın nefes alamadığı o karanlık günlere çekmek istiyor. Ortalama on yıldır birbirlerine yönelik suç işlememiş PKK ve Hizbullah tabanını tekrar birbirlerine kırdırmak istiyorlar.

Geçen sene Dicle Üniversitesinde oynanmak istenen oyunu, bölgedeki İnsan Hakları kuruluşları, STK’lar, Kürtlerin sağduyulu kanaat önderleri bozarak, o fitne ateşini söndürdüler. Ancak bu ateş Silopi’de, Cizre’de, Mersin, Adana, Diyarbakır’ın varoş semtlerinde Hüda Par’a yakın sivil STK ve şahsiyetlere karşı Yurtsever Gençlik adı altında çeşitli saldırılar şeklinde tekrar sahneye çıktı.

En son geçen günlerde medyanın aktarımına göre Batmanda Afiş dağıtan guruplar arasında bir sataşma oluyor. Ardından meçhul kişilerce BDP’ye yakın bir düğün konvoyuna rastgele ateş açılıyor. Bu saldırıda birkaç kişi yaralanıyor, bir genç de yaşamını yitiriyor.

BDP’li bazı siyasetçiler bunu Hüda Par çevresine mal ettiler. BDP’li ve aynı zamanda DTK eş başkanı olan Ahmet Türk ise herkesi sağduyuya davet etti. Hüda Par yetkilileri de herkesi sağduyuya davet ederek daha önce kendilerine yapılmış pek çok saldırıya karşılık vermediklerini, barış ve sükûnet istediklerini, hükümetin bu olayların faillerini açığa çıkarması gerektiğini beyan ederek bu saldırıyı kesin bir dille ret etti.

Ebetteki, ister bu bölgede ister dünyanın öbür ucunda olsun, bırakalım bir gencin öldürülmesini, bir serçenin dahi haksız yere öldürülmesini bütün yüreğimizle ve nefretle kınıyoruz, kınamalıyız. Zira bir insanı öldüren bir âlemi öldürmüş olur. Ve sicili temiz siyasetçiler, zaten gergin olan bir bölgede yaşanmış, istenmeyen bir hadiseyi mümkün olduğunca sükûnet ve suhuletle barışçıl bir noktaya çekmekle mükellefler. Bunu bir kıvılcım ateşine çevirmezler. Nitekim bu bağlamda DTK eş başkanı Ahmet Türk ve Hüda Par yetkililerinin açıklamaları fitnenin sönmesine katkı sunan açıklamalardır.

Yukarıda da vurgulamıştık. Bütün bu olup bitenler önümüzdeki günlerin biraz sıkıntılı geçebileceğini işaretliyor gibi. Ve Karanlıkla iş tutanlar bunun için ellerini ovuşturuyorlar…

Ama yeryüzünün her karışına ve bu topraklara da rahmetle bakan yüce Yaratıcıya güveniyor ve inanıyoruz ki karanlığın ifritleri ve şeytanın avukatları, vampirler ve savaş baronları bu sefer çok kötü yanılacaklar. Çünkü bu filmi daha yeni izlemiştik. Her şey hafızalarda ki canlılığını koruyor. Akıtılan kanlar hala sıcak. Öyle ki kimi yaralarımız hala kabuk bağlamamış, kanıyor,.. Ve adalet, daha pek çok şeyin hesabını soramamış. Katiller ve onların piyonları, topluma ve adalete daha bunun hesabını vermediler. Sırf bu yüzden bile olsa, bu toplum yeni bir kardeş kavgasını istemiyor. Yeni bir Karanlık kuşağı filmine tekrar figüran olmak istemiyor. Bütün kara bulutlara karşı, inadına aydınlık diyor… Toplumun yeni dinamiklerinde bunun somut emareleri var.

Bu nedenle kimse Kürtlerin aklıyla dalga geçmeye kalkışmasın. Kürtler, güçlü orduları olan büyük devletlerin ordularını çaresiz hale düşürebilecek kadar cesur, onlarla barış masasına oturabilecek kadar akıllı olacak, fakat kendi aralarında haylaz çocuklar kadar basiretsiz, fevri davranıp birlikte yaşamayı beceremiyorlar. Buna sadece gülerler. Son olaylar sanki sırf dünyaya bunu dedirtmek için düzenlenmiş bir mizansen gibi.

Ama galiba, bütün bunları aşan bir oyunla karşı karşıyayız. Birileri Kürtlerin ruhuna suikast tasarlıyor.. Büyük bir istikrarsızlaştırma ile Kürdistan’ı yine elli yıl geriye itmeye çalışıyor olsa gerek. Ancak Kürtlere tuzak kurarak bir şeyler kazanacaklarını sananlar, şunu asla unutmamalılar ki. Kürdistan, etrafını kuşatan devletlerin kalbidir. Kalpteki en ufak bir sarsıntı bütün vücudu işlemez hale getirir. Onun için bu devletler Kürtleri birbirlerine karşı kullanma hastalığından bir an önce vazgeçip, onlarla medeni toplumlar gibi insani, ahlaki, hak ve adalet temelli bir bağ kurmak zorundalar. Yoksa bu topraklar da artık sadece Kürtler ölümü tadıp, cehennemi yaşamayacaklardır… Kürtler cehenneme gönderilirlerken, kendilerini oraya sürükleyenleri de rehin alıp beraberlerinde götürebilecek bir güç ve seviyeye gelmiş durumdalar. Cehennem tuzaklarını kuranlar ona göre düşünsünler. Zira Kürtler artık o antik çağların Kürtleri değiller.

Kürtler arası sıkıntılara gelince. Eğer taraflar gerçekten de bu topraklara adam gibi bir barış ve seviyesi yüksek insanca bir yaşamın yerleşmelerini istiyorlarsa ki, sözcüleri bu arzuyu beyanlarında sık sık dile getiriyorlar. Şu hususlara riayet etmek zorundalar.

Kürdistan’ın içine sokulmak istendiği bu karambolden, karşılıklı tahkir ve tahrik edici itham ve manipülatif komplolarla değil. Cesur, açık, şeffaf, barışçıl diyaloglarla çıkıla bilinir…
Guruplar ve hizipler üstü bir anlayışla ve sorun üretici değil sorun çözücü bir yöntemle çıkılabilir. Karşılıklı empati ve fedakarlıkla çıkıla bilinir.

Bunun dışındaki arayışlar her kesimin felaketi olur.

Kürtler arasında kan ile mevzilerini tahkim edip kanın azmasını isteyenler, gerekçeleri ne olursa olsun, mazlum Kürt coğrafyasının yetim çocuklarının yarınlarını sonu gelmez bir karanlığın içine sürüklemek isteyen Ergenekon ve piyonlarından başkası olamaz. Kürtleri kirli bir kardeş kavgasına çekmek isteyenlerin sıfatları, örgütleri, partileri ne olursa olsun, Kürtlere cenneti bile vaad etseler, bu vaatleri havada kalacaktır. Oluşturmak istedikleri kaos, kin ve nefret bataklığında ilk önce kendileri boğulacaktır. Onun için Kirli hesaplar kimseyi geçici körlüğe ve kötü planlar yapmaya sürüklemesin. Bu sefer tutmayacaktır. Çünkü bu halk o acıyı çok feci bir şekilde bir kez tattı. Artık bu oyuna bir daha gelmeyecektir. Bu sefer herkesin kurtuluşunun tek çaresi, şeffaflık, dürüstlük, halka hizmet, başkalarının hukukuna saygıdan geçiyor. Gerek PKK, gerekse Hizbullah’a yakın çizgide legal zeminde siyaset yapan temsilciler, bu oyuna karşı olduklarını defaatle deklere ettiklerine göre, o zaman her iki kesimi de aşan ve boğmak isteyen bir gücün bir oyunu var ortada. Ve bu oyunu tez elden bozmak öncelikle her iki kesime düşer… Ardından toplumun sivil ruhuna.

Bu toprağın yarınlarında saygın bir şekilde söz sahibi olmak isteyenlerin asla unutmamaları gereken husus şudur. Kürdistan çok renkli, çok dilli, çok dinli, çok mezhepli ve çok meşrepli bir vatandır. Birlikte yaşamın, erdemli insan olmanın, yurtseverliğin ve barışın şifresi Kürdistan’ın bu özelliğinde yatıyor.

Bu topraklarda meşru bir şekilde saygın bir yer edinmek isteyenler silahın ve şiddetin buyurgan, ötekileştirici tahakkümcü, nobran, yıkıcı, bozucu etkisi ile kendilerini hem karşıtlarına hem de topluma dayatma alışkanlılarından âmâsız, fakatsız bir dil ile kesinkes vazgeçmek zorundalar. Bu vatanda hiçbir örgüt, gurup, cemaat veya yapı kimin iyi, kimin kötü olduğunun kararını, sadece kendilerini bağlayan siyasi veya itikadi-mezhebi görüşlerine göre veremez. Bu toplumdaki İyilik ve kötülük kavramlarının içeriklerinin belirleyicisi tabii-doğal haliyle dindar bir toplum olmamız hasebiyle önce Allah, sonra toplumdur. Hiç kimse toplumun ekseriyetinin, ilim ve hikmetin kesin onayı olmadan kendi kendine gelin güvey olup, Allah ve toplum adına ortaya çıkıp başkalarını yargılayamaz. Hiç kimse ne kendini ne de toplumu kandırmaya kalkışmasın. Küfrün bile kendine göre bir dini vardır ama zorun ve zulmün dini-imanı yoktur. Allah ise zor ve zulümden beridir. Bu nedenle bu toplumda hiç kimse dar ideolojik kalıplarına göre karşısındakileri şeytanlaştırma, kendi yandaşlarını ise peygamberlerin seviyesinde gösterme hakkına sahip değildir. Bu bir sapkınlıktır. Ve ideolojik kalıpların doğasında bu sapkınlık vardır. İdeolojik cinayet ve suikastların yaygınlığının özünde bu toplumsal körlük vardır. Her ideoloji karşıt görüşünün yok edilmesi gereken birer şeytanıdır.

Her iki kesimin temelde, bir birlerini tanımlama ve konumlandırmalarında ciddi bir dil ve üslup sorunu var. Birbirlerine karşı Kullandıkları dil ve üslup birbirlerini anlama, birlikte ve barış içre bir yaşamı mümkün kılan bir dil ve üsluptan çok uzaktır. Rijittir. Kışkırtıcıdır. Tahkir edici ve ötekileştiricidir. Dolayısıyla bu dil ne toplumsal yaşama ne de bir arada yaşama kültürüne hizmet eden bir dil değildir. Her iki kesim de, birlikte yaşam ve kalıcı bir barış adına bundan vazgeçmeliler. her iki kesimin tepedeki isimleri, toplumsal barış ve birlikte yaşam adına basında ortak veya bağımsız bir şekilde sükunete çağırıcı bir iki demeç verdiklerinde gençliğin de birbirlerine empati ile bakacaklarına inanıyoruz.

Bu topraklarda yaşayan herkesin birbirlerini sevmesi belki ortak bir arzu olabilir ama realitede birbirlerini sevmeyenlerin bir arada yaşadıklarını görürüz. Bunun yolu da empati ve karşısındakinin insan olmaktan kaynaklı hukukuna saygıdan geçer.

Bu anlayışı da taraflardan bağımsız hareket edebilen insan hakları kuruluşları, sicilleri temiz, duruşları sağlam Kürt kanaat önderleri, Seydalar ve Kürt Rusıpileri ortaya koyabilirler. Bunlar bir barış komisyonu oluşturup tarafları hakkaniyet temelinde, birbirlerinin hukukuna saygı göstererek, birbirlerine zarar vermeden birlikte yaşamaya ikna edebilirler. Bu aynı zamanda onların kimliklerinin bir gereği ve görevleridir. Zaman yitirmeden harekete geçmeliler.

Son sözümüz kimsenin burnunun kanamadığı, herkesin birbirinin hukukuna saygı gösterdiği, herkesin hakları, inancı, dünya görüşü ve özgür düşüncesi ile barış ve güven içre yaşadığı bir Kürdistan, bir Türkiye bir dünya özlemi hepimizin ortak temennisi olsun.

------------------------

(1)Mısırlı yazar Fehmi Şinnavi’nin ”İslam Ümmetinin Yetimleri-Kürtler”, adlı kitabından mülhem bir ifade.

(2)Kurtuluş Tayiz-Akşam gazetesi-06.11.2013 PKK-Hizbullah savaşı çıkar mı?

Hürsedahaber