Emperyalist ve siyonist gölgenin kuşattığı Ortadoğu’da özgür insanların siyaset yapmaları kelimelerle ifade edilmeyecek kadar zordur. Onlar malikânelerinde oturur, bir ellerinde içki kadehleri, satranç oynar gibi parmaklarını oynatarak elektronik araçlarıyla insanlarımızı öldürürler. Her gün yeni katliamlara imza atarken, dünyanın en barışçıl insanları olarak kutsanıp Nobel barış ödülleriyle ödüllendirilirler. Firavun kibriyle ayağa kalkıp dünyanın gözüne baka baka “öldürmede iyi olduklarını” gururlanarak dillendirirler.
Önlerine İslam dünyasının haritasını alır, parmak bastıkları yerlere insansız hava araçlarını yönlendirir, istedikleri insanların yuvalarını tarumar edip erkek, kadın, yaşlı çocuk, hatta hayvan demeden Müslümanlara ait can taşıyan ne varsa katleder ve bu başarılarını (!) şampanyalarla kutlarlar.
Bu zulüm makinalarının baskı ve zulmünden bıkmış Müslüman halk, küçük bir fırsatını yakaladığında yöneticilerini seçip kendi kendini yönetebildiğini, emperyalist ve siyonistlere hiçbir ihtiyacının olmadığını ortaya koyar. Halkın oyları onların istediği alana gitmemişse gayrımeşrudur. Önünün alınması gerekir. Halk karar veremez. Kurt kanunudur onlarınki. Bundan dolayı Mısır’da iktidara getirdiği insanları kuklaları vasıtasıyla alaşağı eder, meydanlara inip zulmü protesto eden, ancak şiddetten uzak duran insanları bütün dünyanın gözü önünde kurşuna dizip binlercesini katlederler. Müslümanları en tabii haklarından yoksun bırakırlar. Ne siyaset yapmalarına, ne hak ve hukuk arayışlarına ne de insanca yaşamalarına izin verirler.
Ülkemizde de benzer durumları yoğun şekilde görmek mümkündür. Kimi iyileşmeler görülse de devletin doksan yıllık zulmü farklı şekillerde devam ederken, geleneksel hale gelen Müslüman kesimin suçlu görülmesi algısı varlığını sürdürmektedir. Diğer taraftan yalan, iftira, töhmet, tehdit, şantaj ve öldürmelerle bir toplumu esaret altına almaya çalışan, kendilerinden başkasına tahammül etmeyen, başkalarının hak ve hukukunu tanımayan Marksist bir hareketin ortalığı kargaşaya vermeye ve halkta korku oluşturup hakimiyet oluşturmaya çalıştığı bir ortamda siyaset yapmak zor ve meşakkatli bir iştir.
Hüda Par, varlığını zaman ve şartların zorunlu kıldığı siyasi bir partidir. Müslüman Kürd halkının Marksist bir formatla dönüştürülmesi projesi yıllardır devam ederken, halkın iradesinin yansıtıcısı ve temsilcisi olarak geç de olsa siyaset arenasında kendisine ait yeri aldı. Kendisine ait yer, yani Şeyh Said Hazretlerinin şehadetinden sonra Kürdistan’da sahipsiz kalan Müslüman Kürdlerin temsilcisi olarak büyük bir boşluğu doldurdu. Hüda Par’ın siyaset sahnesine çıkması halk nezdinde ciddi karşılık buldu. Yıllardır su görmemiş toprağın suya kavuşması gibi bir şeydi bu büyük buluşma. Büyük bir canlılık getirdi insanların hayatına. Derin bir nefes aldırdı Müslüman Kürd halkına.
Beklendiği gibi bu manzara birilerini rahatsız etmeye başlamıştı. Böylesi bir gelişmenin onlarca yıldır zulmeden devletin hoşuna gitmesi beklenemezdi. İslami sivil toplum kuruluşlarında faaliyet yürüten insanlara terörist muamelesi yapıp zindanlara doldurmakla bir şekilde engelleme çalışmaları öteden beri devam ediyor. Bir de çapulcuların saldırıları neticesinde İslami sivil toplum kuruluşları ve Hür Dava Partisinin temsilciliklerini bombalayan ve ateşe verenlerden hiçbirinin yakalanmaması bunların derinlerden beslendiğini en bariz kanıtıdır.
Kürdistan’da başka siyasi parti ve sivil toplum kuruluşları da faaliyet yürütmektedir. Hiç biriyle sorunu olmayan Marksist örgütün bütün hesapları Hüda Par’a yöneliktir. Bugüne kadar baskı, dayatma ve şantajla oylarını aldığı insanlara karşı bu sefer aynı silahı kullanamayacağı endişesi rahatsızlıklara neden olacak ki yoğun bir saldırı başlatıldı. Seçim yaklaştıkça saldırıların dozunda artış görünürken, KCK/BDP yöneticilerinin kin ve nefret dolu sözleri daha çarpıcı ve daha fazla ajitasyon kokmaktadır.
Ahlaki hiçbir sınır tanımayan, zarar vermek için her çareye başvuran, yalan ve iftirayı yoğun şekilde kullananların faal olduğu ortamlarda siyaset yapmanın zorluğu muhakkaktır. Attığınız her adımdan yanlış bir anlam çıkarmakta, her duruşunuza bir iftira kondurmakta, bunları başkalarına inandırmak için solukları çıktığı kadar bağırmaktadırlar. Nesilleri tükenmiş, son demlerini yaşayan kimi kan kardeşi solcular da ağızlarından salyalar akan yaratıklar gibi aynı teraneleri tekrarlamaktadır.
Bütün bunlara rağmen Hüda Par’ın şiddete pirim vermeden, düşmanlarının kınamasına, yalan ve iftira yüklü propagandalarına ve engelleme çabalarına aldırmadan siyaset sahnesindeki vazifesini icra etmelidir. Mesajını halka götürerek, özellikle yalancı çeteler tarafından yıllardır kandırılmaya ve beyinleri yıkanmaya çalışılan insanımız hakikate uyandırılmalı, inanç ve düşüncelerine düşman olan bu güruhun şerrinden haberdar edilmelidir. Sonunda Kürd halkı Doğu Perinçek, Yalçın Küçük, Ertuğrul Kürkçü ve Öcalan gibi İslam düşmanlarının peşinden değil, fıtratlarını seslendiren, inanç ve mefkûresine tercümanlık yapan ve kendisinden olanların peşinden gidecektir.
Bütün bu engellerin bulunduğu zaman ve ortamlarda siyaset yapmak zordur, ancak zorlu halkaları aşa aşa yükselen bu camia; sabır, tevekkül ve gayretle bütün bunları aşacaktır Allah’ın izniyle.
Abdulkerim Erdem / Susanıngülleri