Mehmet Emin Özmen / Doğruhaber / Araştırma
Bilinçli toplumlar tarih çalışmaları için büyük çaba ve para harcarlar. Hiç kimse eskilerin hikâyelerini öğrenmek ve atalarının neler yaptığını bilmek için bu kadar fedakârlık yapmaz. Aksine tarihten ders çıkarmak, geçmişten güç alarak sağlam bir gelecek oluşturmak için çaba harcarlar. Bu anlamda bölgemizde 1990`lı yıllarda yaşanan çatışmalardan ders çıkarmamak en hafif tabirle tarihten ders çıkarmamaktır.
PKK ve Şiddet Olgusu:
PKK ve Şiddet Olgusu:
12 Eylül öncesi birçok sol Kürt örgütü kurulmuş olup, faaliyetlerde bulunuyorlardı. Bunlardan bazıları kültürel olarak yaptıkları faaliyetlerle taban bulmuş durumdaydılar. Ancak yine de kendi aralarında bazı tatsız olaylar yaşıyorlardı. PKK, örgüt olarak şiddetle sonuca varılması gerektiği kanısındaydı. Kurulduktan hemen sonra, Kürt örgütlerini saf dışı bırakma yöntemine başvurdu ki; bu tavrı Kürt aydınları arasında PKK`nın ajan örgüt olduğu söylemlerine neden oldu. Çünkü PKK kurulur kurulmaz, kendisi dışındaki Kürt örgütlerine karşı şiddet uyguladı.
Kürdistan`da kendisi dışındaki Kürt yapılanmalarının tasfiye edilmesi görüşündeydiler. Bunun sonucu belirli bir taban kazanmış sol Kürt çevreler tasfiye edildi. Bu durum devletin de istediği bir şeydi. Solcu örgütlerden arta kalan Kürtçüler ise PKK safında yer aldılar.
Zamanla PKK kendisi dışındaki tüm Kürdistani yapılanmalara tahammülsüzlük göstermeye başladı. Zaten sol Kürt çevreleri ya tasfiye edilmişlerdi ya da PKK`nin içinde erimişlerdi. Geriye bir tek Kürtler arasında teşkilatlanmış bulunan İslami çevreler kalmıştı. Bu yapı PKK`nin ideolojisi ile taban tabana zıt olduğundan fikri olarak çatışma ortamı eskiden beri devam ediyordu. Ancak filli çatışma ortamı 1990`lı yıllarda başladı.
PKK`DAN İSLAMİ YAPILARA TEHDİT
PKK içinde yer alma fikri Kürtçü aydınlar açısından bir sakınca teşkil etmiyordu. Ancak İslami kesim için bu durum mümkün değildi. Kürt illerinde dağınık ve daha çok okumuş kesim arasında, Müslüman aydınlar bulunmakla birlikte, bunlar bir cemaat kuracak seviyede değillerdi. İlk olarak sorunu teşhis edip, bir cemaatin elzem olduğunu gören kişi, Merhum Hüseyin Velioğlu idi. Bu amaçla bölgenin köy ve ilçelerine ziyaretler gerçekleştiren Velioğlu, uzun zamandır bir cemaatten yoksun olan bölge halkını yaptığı çalışmalar neticesinde, adına "CEMAAT`` denilen bir yapılanma ortaya çıkardı.
Yıllardır bu yönde mücadele verip, bölgede tek başına kalmışken, kendisine alternatif olabilecek bir oluşumun varlığı, PKK`nin tahammülsüzlüğü ile karşılaştı. Bu da beraberinde baskı ve şiddeti getirdi. Çünkü bu zamana kadar hep baskı ve şiddet yöntemiyle diğer örgütleri sindirmişlerdi. Aynı yöntemin İslami kesim için de geçerli olabileceğini zannediyorlardı. Bu nedenle Cemaatin; "Yapmayın, etmeyin, çatışmadan devlet karlı çıkar`` şeklindeki tekliflerine; "Ya bize katılın, ya buralardan gidin ya da hepinizi öldürürüz" şeklinde karşılık veriyorlardı.
Çatışma Nasıl Başladı?
PKK güçlü olduğu yerlerde İslami kesime baskı uygulamaya başlamıştı bile. Bölgedeki Müslümanlar PKK`nin şiddet sever bir örgüt olduğunu anlamış ve koyacakları tavrı netleştirmişlerdi. Çünkü silahtan, şiddetten, kandan başka çözüm yolu bilmeyen bir örgüte karşı yapmayın, etmeyin gibi tekliflerin pek para etmediği aşikârdı. Baskı o derece arttı ki, cemaat fertleri evlerinden çıkamaz hale geldiler. Cemaat denilen İslami kesim, ya teslim olacak ya bölgeden ayrılacak ya da öleceklerdi. Bu baskılara boyun eğmeme kararı alan bölge Müslümanları ile PKK fertleri arasında İdil Lisesi`nde kavgalar çıkmaya başladı. Karşılıklı çatışmalar sonucu yaralanmalar oldu.
Gerginleşen hava içerisinde PKK, 07.05.1991 günü Fakê Sabri Karaaslan ailesinin evini bastı. Amaçları evin erkek çocuklarından birini yanlarında götürmekti. Fakat baba Fakê Sabri`nin oğlunu teslim etmeye niyeti yoktu. PKK`lılara; "Ben oğlumu vermem. Çağırın arkadaşlarınızı, şu odayı sizin için müsaitleştirelim, konuşun ve aranızdaki sorunu halledin." diyordu. PKK militanları ise onu götürmeye dair emir aldıklarını söylediler. Fakê Sabri, "PKK onun götürülmesini emretmişse, Cemaat de onun kalmasını emretmiştir." diyerek kapıyı kapattı. Bu şekilde gelişen olay üzerine militanlar kapının üst penceresinden içeriye doğru ateş ettiler. Baba Fakê Sabri ve anne Hayriye ağır yaralandılar.
Yaralılar, o gece alınıp Diyarbakır`a hastaneye kaldırıldı. Ancak kurtarılamadı ve anne ile baba şehit oldu. Cemaat fertleri konvoy halinde İdil`e gelip şehitleri defnettiler. Aslında bu, PKK`nın ilk saldırısı değildi. Daha önce de bölge Müslümanlarına saldırmışlardı. Fakat baba Fakê Sabri ve anne Hayriye`nin şehadeti bardağı taşırmıştı. Aileye saldırılar bununla kalmayıp, evin büyük oğlu Mehmet Şerif, 28.12.1991 günü, yani anne ve babasının şehadetinden 7 ay sonra İdil`de, Alanya Caddesi üzerinde iş yerinden evine giderken, özel aracında otomatik silahlarla taranarak şehit edildi. Ayrıca İdil`de Aşağı Çarşı`daki dükkânları da kundaklandı.
Bu şekilde İslami kesim bir sindirme harekâtı ile karşı karşıya kalmıştı. Ya durumu kabullenip sineceklerdi, ya da intikam alma çalışmaları yapacaklardı. Oturup durumu kabullenmek, İslami kesimin yok olması ve diğer Kürt örgütlerin akıbetine uğramak anlamına geliyordu. Bu da kendileri açısından kabullenilecek bir durum değildi.
Ancak burada bir sorun vardı. PKK`nin kendi çapında bir basını vardı ve bu basın sayesinde her tür propagandayı yapıyordu. Hatta kendi iç çatışmalarını bile Hizbullah`a yıkabiliyorlardı. İslami kesim ise henüz bir basın-medyaya sahip değildi ve iddialara cevap veremiyordu. İnternet kullanımı da günümüzdeki gibi yaygın değildi. Bu nedenle atılan iftiraların hemen hepsi yalanlanamadan Hizbullah`ın üzerinde kalıyordu. Bu sayede PKK ve yandaşları Hizbullah`ı halkın gözünde düşürmek için hem sözlü hem de yazılı basını kullanarak olmadık hikâyeler uyduruyorlardı. Hizbullah, kendisine ait bir yayın kuruluşu olmadığı ve söyleyeceklerinin kendi aleyhine kullanılması olasılığı karşısında hep susmayı tercih etti ve kendisini ifade etme imkânı bulamadı.
Bu durumdan istifade etmek isteyen kişi ve kurumlar olabildiğince yararlandılar. Hatta PKK-Hizbullah çatışması sona erince bu kez Devlet, Hizbullah`ı on başlı canavar olarak takdim etti insanlara. Ama daha sonra çıkan bilgi ve belgeler sayesinde Ergenekon denilen bir örgütün ortaya çıkmasıyla, aslında Hizbullah`a yüklenen günahların asılsız olduğu yavaş yavaş anlaşılmaya başlandı.
Filli Durum:
PKK-Hizbullah çatışması kendiliğinden durdu. Karşılıklı olarak eylemsizlikle, gayri resmi sayılabilecek bir anlaşmayla, çatışmazlık süreci başladı. Fakat gerginlikler bitmedi. Özellikle HÜDA-PAR`ın kuruluşundan sonra bu gerginlik yer yer PKK`nin saldırıları ile sonuçlandı. Bölgede veya bölge dışında yüzlerce saldırı yapıldı. Dernek binaları, öğrenci yurtları, parti binaları bombalandı, kundaklandı. Hatta Yüksekova`da Mustazaflar Derneği Başkan Yardımcısı Ubeydullah Durna, PPK/BDP göstericileri tarafından katledildi.
İslami çevreler ısrarla şiddete başvurmadı ve bu eylemlere misilleme olabilecek bir pratik içine girmedi. Hatta her seferinde itidal çağırısı yine bu mağdur kesimden geldi. Buna rağmen PKK/BDP çevresi her seferinde bir başka yere saldırdı. Kısacası şu an 1990`lardaki gibi yine çatışmayı isteyen ve körükleyen taraf PKK/BDP/KCK`dır. HÜDA-PAR`ın tabanına yapılan saldırılardan sonra, uygulanan şiddet ile ilgili olarak BDP çevresi tabanını uyarmadı. Eylemleri istemediğini beyan etmedi. Hatta eylemleri destekler nitelikte açıklamalar yaptı. Kısacası şu an eğer bir çatışma yaşanmıyorsa, bu durum İslami çevrelerin duyarlı ve sağduyulu davranmasından kaynaklanıyor. Yoksa PKK/BDP`nin bu tavırları 90`lı yıllardaki tavırları arasında bir fark yoktur.
Bir de zaman ve zemin 1990 yıllarındaki gibi değildir. Gelişen haber alma ağından İslami çevreler de istifade ediyor ve söylemlerini halkla paylaşabiliyorlar. Bu da tek taraflı açıklamalarla halkı kandırma döneminin bittiğinin göstergesidir.
Tarih ders çıkarmak için okunur.