....
Kendimi nasıl hissettiğimi bilmiyorum. Canlı olarak geri döndüğüm için, içim bir parça rahattı ama akrabalarım ve kendi ırkımdan insanlar hala öldüğü için kendimi suçlu hissediyorum. Sadece küçük sıyrıklarla yaralandım ama zihinsel yaralarım hala duruyor. Geceleri iyi uyuyamıyorum ve sık sık çığlıklarla uyanıyorum. Suriye’de ki birçok kişinin benim gibi kaçma şansları yok. Ama hayatta olduğum için mutluyum.
Ailem 1970’lerde Suriye’den İngiltere’ye yerleştiler. Babam doktor annem de öğretmendi. Her ikisi de Sünni Müslümandı. Ben 1993 de doğduğumda onlar 20 yıldır İngiltere’de en iyi şekilde yaşıyor ve Suriye’deki akrabalarla da haberleşiyorlardı. Ben İngiltere’de büyüdüm ama okul tatillerimin çoğunu Şam’daki akrabalarımla beraber geçirdim.
Ne annem babam ne de Suriye’’deki akrabalarım siyasetle ilgili çok konuşmazlardı, çünkü politikanın etkilerinden korkarlardı. Anne ve babam Baas rejimi altındaki Şam’da büyümüşlerdi. O dönemdeki Şam, zihninizden geçirmek için bile tehlikeli bir yerdi. Londra’da bulunmalarına rağmen, Suriye hakkında konuşurlarsa akrabalarına zarar vereceklerinden korkarlardı. Arkadaş ortamında konuştukları konu ya Suriye’ye geri dönme korkusu yaşayan İngiliz Suriyeliler ya da sadece siyaset amacıyla açılan, Londra’ki Suriye büyükelçiliği olurdu. Bu konuşulanların, doğru olup olmadığını hiç bilmezdim. Ama onlara itiraz etmek için çokta sebebim yoktu.
Devrim 2011 yılında başladığında değişim olacak diye çok heyecanlandım. Hayatımı birinci seviyede yaşadığım Londra’dan, çok uzakta görünüyordu. Daha sonra 24 yaşında olan kuzenim Zafer kayboldu. Bir protesto geçişinde yürümüş, tutuklanmış ve hapsedilmişti. Onun nerede olduğunu öğrenmek imkânsızdı. Panikledim. Babası, amcam Ali ile konuştuğumda tanıdığı bütün genç erkeklerin gözaltına alındığını ama ‘İNŞALLAH’ Zafer’in iyi olduğunu söyledi. Zafer birkaç hafta sonra serbest bırakıldı. Herkes onun tüm bu yaşananlardan sonra farklılaştığını söylüyordu.
Aylar geçtikçe her şey daha da kötüye gitti. İngiltere’de ki Suriyeli arkadaşlarımız akrabaları için endişeliydiler ama savaş hakkında hiçbir şey konuşmuyorlardı. Annemin ailesi nispeten daha güvenli olan Şam’ın merkezinde yaşıyordu. Fakat babamın ailesi çok sayıda muhalifi barındırdığı için hükümetin hedef yeri olan şehrin güney doğu bölgesinde yaşıyordu. Geçen yılın Eylül ayında babamın erkek kardeşi Ali Amcam öldürüldü. Ben ona her zaman çok yakın olmuştum. Zafer, bana ‘’askeri kontrol noktaları yüzünden kentin daha güvenli bir bölgesine taşınmak imkânsız’’ dedi. Ailesi orada kalmak zorundaydı. Birkaç ay içerisinde kuzenlerimin git gide daha da sinirlendiklerini duydum. Zafer ve benden sadece 4 yaş büyük olan 25 yaşındaki Muhammed, Özgür Suriye Ordusuna katıldı. Onların savaşçı olmalarını hayal bile edemezdiniz ama başka bir seçenekleri de yoktu.
Amcamın ölümünden sonra grafik tasarım eğitimi gördüğüm liseye karşı ilgim kalmadı. Bu eğitim çok alakasızdı ve ben Suriye’ye gitmek istiyordum. Kuzenlerim beni dikkatli olmam için uyardılar ve eğer ben gidersem benimle ilgileneceklerini söylediler. Ailem beni durdurmaya çalıştı ama ben kararımı vermiştim. Yaptırımlar nedeniyle İngiltere’den direk Suriye’ye uçmak mümkün değildi ve havaalanın yakınlarındaki çatışmalar bunu daha da güçleştiriyordu. Bu yılın Nisan ayında Beyrut uçuşu için rezervasyon yaptırdım.
Kuzenlerim bana Lübnan’dan karayoluyla geçişime yardımcı oldular. Bu korkunçtu, geldiğim zaman gördüklerim öncekilerle aynı değildi. Amcamın evi hala duruyordu ama çevre sokaklar aylarca süren bombardımandan sonra tanınmaz hale gelmişti. Kuzenlerim çok farklıydı. Savaştan önce Muhammed mühendis olmak için eğitim görüyordu. Her zaman asosyaldi fakat şimdi ise yetkili biriydi. Bana “annem ve kız kardeşlerim güney batı Şam’a gitmeyi başardılar” dedi. Bu, kulağa küçük bir farklılık gibi gelebilir ama onların kaçtığı bölge isyan altında değildi bu yüzden daha güvenliydi. Onların oturma izinleri yoktu bu yüzden saklanarak yaşıyorlardı. Eğer ki askerler onların geldikleri yeri bilseler, onlardan muhalif katılımcıları olarak şüphelenebilirdiler.
Suriye’de ne görmeyi umduğumu bilmiyorum ve bunun hakkında konuşmak benim için çok zor. İçimdeki bir parçam, İngiliz pasaportumun (çifte vatandaşlık)beni koruyacak ya da benim orada ki varlığım bir farklılık yaratacak diye düşünüyordu. Bu naif ve yanlıştı. Benim için yararlı olması imkansızdı. Ben, ulusal hizmet veya herhangi bir askeri eğitim almamıştım ve silahın nasıl tutulacağını bilmiyordum. Londra’da büyüdükten sonra üstümde taşımak zorunda kaldığım silahların çevremde olması hiçte rahat değildi. Kuzenlerim ölmemi istemiyorlardı ve bu yüzden zamanımın çoğunu önceden okul olarak kullanılan eğitim kampına dönüştürülmüş bir binada geçirdim.
Beyrut yolculuğum boyunca Şam’ın bazı bölgelerinden geçtim ki bunlar hala işlev görüyordu; dükkânlar açıktı, okullar eğitim veriyordu ve insanlar sokaktaydılar. Ancak bu bölge pratik olarak kapatılmıştı. Ben zamanımı dışarıya yemekleri sıralayarak, grubumuzun su ve yiyecek ihtiyacını sağlayarak veya yaralılara yardım ederek geçirirdim. Diğer çiftlerle beraber kampı izlemekten başka yapacak çok bir şey olmadığından orada gün uzar giderdi. Diğer muhaliflerin bazıları çocuk olarak gördüğüm delikanlılardı. Bazısı benim İngiliz aksanlı Arapçamla dalga geçerdi. Bazı zamanlar kuzenlerim benim için kaygılanırlardı. Nedenini anlayabilirdim.
Geldikten kısa bir süre sonra Muhammed bana silah kullanmayı öğretti. Böylece eğer ihtiyacım olursa kendimi ve kampı koruyabilecektim. Başta silahı ateşlemek heyecan vericiydi. Kuzenlerimle savaşmak için dışarı çıkmama izin verilmediğinde hayal kırıklığına uğradım. Birkaç kez onlarla cepheye gittim. Bu gezilerin bazıları olaysızdı ama ikinci defasında silah sesleri, patlamalar vardı ve bizim taburdan biri önümde öldü. Silahı nasıl tutacağımı öğrenmeme rağmen kendimi koruyabilecek çok az şeyin olduğunu fark ettim.
Asla unutulamayacak şeyler gördüm ve duydum. Bomba sesleri ve ölen insanların çığlıkları yüzünden gece boyunca uykusuz kaldım. İnsan bacaklarının savrulduğunu ve daha da kötülerini gördüm. Özellikle birçok kişinin öldüğü bomba saldırısını hatırlıyorum. Eskiden bakkal olarak kullanılmış bir binada geçici bir hastane vardı. Ben yardım etmeye çalışırdım. Kâbus gibiydi. Ben yaralı değildim ama diğer insanların kanına bulanmıştım. Bir kadının dört çocuğu ölmüştü ve o çığlıklarını durduramıyordu. Yüzünde ki ifadeyi unutamam. İki ay sonra anne ve babamla konuşuyordum ve ağlamaya başladım. Durduramıyordum. Eve gitmeye karar verdim.
Geri dönüş uçağına binmek o kadarda kolay değildi. Çevrede bir sürü kontrol noktaları ve askerler vardı. Kara yoluyla seyahat etmek riskliydi. Bir çatışmanın ortasında bulunmanın en kötü şeyi de hiçbir geçerli yasanın bulunmamasıydı. Bu kulağa açık geliyor ama eğer ki kötü bir şey olursa hiç kimsenin olmaması ya da gidilecek bir yerin olmadığını bilmek insanı derinden sarsıyor. Buradan ayrılmayı beklerken birkaç haftalık zaman gerekiyordu ve ben, sanki herkes bana kızıyormuş gibi hissediyordum. Nihayet biri beni arabasına almayı kabul etti ve ben annemin akrabalarının bulunduğu Şam’ın merkezine ulaştım. Teyzem beni gördüğünde ağlamaya başladı ve sonra beni tokatlayıp aptal olduğumu söyledi. Uzun süre orada kalamadım. Ordu, benim muhaliflerle birlikte olduğumu biliyor ve ben onların hedefiyim paranoyasına kapıldım. Beyrut’tan eve bir uçuş rezervasyonu yaptım ve teyzem de beni sınırdan alacak bir taksi bulmayı başardı.
Ben döndükten sonra Şam’da kimyasal bir saldırı oldu. Eylül’de babasının öldürülmesinden tam bir yıl sonra Muhammed bizim üsse yakın bir yerde bir hava saldırısında öldü. Ben, böyle olması gerektiğini düşündüm. Ben başarısız oldum. Onun hakkında konuşmak zor. O şimdiye kadar tanıdığım en cesur kişi.
Not bazı kişi isimleri değiştirilmiştir.
The Guardian/Samira Shackle / 4 KASIM 2013
Çeviri: Burcu BİÇER/Doğruhaber