Esra Sivi / Doğruhaber
 
İslam nazarında çile ve eziyet, olgunlaşmanın sembolü olarak kabul edilmektedir. Çoğu zaman fikri olgunluğun gerçekleşmesi çile ve eziyete göğüs germekle olmuştur. Bir sünnetullah olarak devam eden hak-batıl mücadelesinde gerçek iman, kendi hacmini ortaya koymuştur. Tarihin seyri içinde mutlaka birileri insanları hakka ulaştıracak bir meşale yakmış ve ardından birileri o meşaleyi söndürmek için çaba sarf etmiştir. Yaşanan bu sünnetullah gereği her defasında hak galip gelmiş, batıl ise mağlup olmuştur. Kâfirler istemese de Allah nurunu dünyanın her bir ülkesine her bir şehrine ve kasabasına hâkim kılacaktır.

Yaratılan ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’den günümüze dek tekerrür eden bu mücadelede Müslümanların önünde iki seçenek belirmiştir: Ya zulme ve haksızlığa boyun eğip İslam hukukunun ezilmesine seyirci kalmak, ya da önüne çıkacak her türlü sıkıntı ve engele karşın parıldayan imanıyla peygamber misyonunu yüklenmek. Bugün, küfrün İslam’a karşı hazırlamış olduğu her komplo, tuzak ve caydırıcı düzenler tersine dönmüş ve birçok Müslüman’ın gafletten uyanışına vesile olmuştur. Nitekim Allah’ın halili olan son peygamberin atası Hz. İbrahim, tek başına kendisini kollayacak -sahiplik edecek- hiçbir yardımcı gücü ve savunucusu olmadan neye mal olursa olsun cahiliye bataklığında sürünen azgınlara karşı mücadele başlatmıştı. Onun bu uğurda katlanmış olduğu çile, Allah’a tabi olan kimselerin tarih sürecinde çekmiş oldukları çilenin bir kesitiydi ki bunun sonucunda Allah-u Teâlâ şu ayet-i kerimede ona vermiş olduğu galibiyete dikkat çekmektedir: “İbrahim’e bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz kendilerini daha ziyade hüsrana uğrattık.” (Enbiya: 70)

Yine Allah Resulünün mücadelesine baktığımızda, İslam dininin yayılmasını engellemek için birçok yola başvurulmuş, Kur’ânî çizgiyi rayından çıkarıp yok etmek için bütün metodlar kullanılmıştır. Psikolojik baskı, karalama kampanyaları ve iftiralar ile İslam dininin insanlar üzerindeki kapsayıcı ve bütünleyici gücünü kırmaya çalışmışlardır. Yürüttükleri bütün bu kampanyalara rağmen İslamiyet’in o evrensel gücünün değil duraksamak, sürekli bir büyümeyle genişlediğini görünce en hain, en sinsi planlarına geçmişler ve bu dini ortadan kaldırmak için bu dinin baş davetçisini yani Allah’ın Resulünü ortadan kaldırma girişiminde bulunmuşlardır. Ama onların farkında olmadığı bir güç vardı ki Allah’ın sünnetinde bâtıl her zaman mağlup olmaya mahkûmdur. “Bir vakit o kâfirler seni bağlayıp hapsetmek veya öldürmek ya da Mekke’den çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar bu hileyi kurarken Allah hilelerini başlarına yıkıveriyordu. Allah, hilekârlara ceza verenlerin en hayırlısıdır.” (Enfal: 30)

Evet, aradan asırlar geçse de kullanılan güçler, araçlar ve imkânlar değişse ve gelişse de sadece faktörleri değişen bir teoriyi okuyoruz sanki. Şahsen, Allah namına ayağa kalkmış, Allah namına seslenmiş, Allah namına eziyetlere katlanmış, İslam önderlerinin hayatlarını gözden geçirdiğimde yirmi birinci yüzyıldaki Müslümanların karşılaştığı sıkıntıları karşılaştırıyor ve hiç de yabancısı olmadığımız bir uygulamanın tekerrürü olduğu kanaatine varıyorum.

Gelelim HÜDA PAR ve İslami dernek ve kuruluşlara yapılan saldırılara. Yıllarca gönüllerinin bir köşesinde ışıldayan imanlarını gereği gibi yaşamak isteyen bir topluma, Allah için canla başla çalışarak gecelerini gündüzlerine katıp hizmet telaşında olan mütedeyyin insanlar ve bu hizmeti zayi etmek için ellerinden geleni artlarına koymayan huzur, refah ve özgürlüğün gelmesini hazmedemeyen karanlık gölgeler..! Evet, haftalardır gazetemizde değerli yazarlarımızın ve hocalarımızın dile getirdiği, yorumladığı bu saldırıları kınıyor, bu bölgenin halkı olarak HÜDA PAR ve İslami dernek ve kuruluşların gün gibi ortada olan başarılı hizmetlerini kimsenin karalamayacağına inanıyoruz. Bütün bu tahrik ve saldırılar karşısında gayet temkinli ve sabırlı duruşları, Hz. İsa’nın havarilerine olan şu nasihatini akla getiriyor. Hz. İsa havarileriyle birlikte bir köy halkını İslam’a davet ediyor ve onlara kıyamet gününü hatırlatıyor. Köy halkı onun zatına yakışmayan ithamlarla hakaret ettiği halde Hz. İsa onlara hayrı söyleyip geri dönüyor. Arkadaşları, “Niçin kötülüğe karşı hep hayrı söyledin?” diye sorunca Hz. İsa, “Herkes yanında bulunan şeyi infak eder” diye cevap veriyor. Peki, bu yaşananlara bakınca herkesin yanındakine şahit olmuyor muyuz?

İslam’ın manevi şahsiyetine nice oklar saplatılmış, ancak her defasında o oklar geri dönüp sahiplerinin yüzünü kara çıkarmıştır. Rabbim son nefesimize kadar hakkı hak, batılı batıl olarak görüp kendi davasını takip edenlerden eylesin.
 
Selam ve dua ile…