Mehmet Baran / Doğruhaber
Geçen iki yazı dizimizde Şemsan Köyündeki katliamlara değinmiş, Görnoz Köyünün de ağalarının Şeyh Said Efendiden sonra on yıllık bir gerilla mücadelesinin öncülüğünü yaptığını işlemiştik. Şemsan Köyünde insanları diri, diri yakma hadiseleriyle karşılaşmıştık. Bu yazı dizimizde kadın çocukları yakma hadisesi Şemsan Köyünde olan yakma olayını gülgede bırakacak türden. Şimdi bu katliama doğru gelişen gelişmelere hep birlikte bakalım.
TANIKLARIN DİLİNDEN YAKIN TARİHİN KARANLIK SAYFALARI - 3 GUEV ( TOPLUCA ) KÖYÜ
Guev köyünde durum böyle değildi. Köy halkının çoğunluğu daha köyden ayrılmamıştı. Onların umut bağladığı bir şey vardı ki; köylüleri olan Mehmet çavuşun askeriyeden emekli olmuş ve köye yerleşmiş olmasıydı. Askerler mesai arkadaşlarıydı ve bu kuruma çok uzun bir hizmeti olmuştu. “O aramızdayken bize zarar vermezler” düşüncesi birçok köylüyü köyde bırakmıştı. Mehmet Çavuş da bu özverili hizmetine güvenerek “Ben burada olduğum sürece kimse size dokunamaz” diye Guevlilere güvence vermişti. Kendi buna inandığı için de, eşi ve çocuklarını da köyde tutmuş, ayrılmalarına müsaade etmemişti. “Böyle uzun bir hizmetin bu kadar bir değeri olur herhalde” diye düşünmüştü Mehmet Çavuş. Başka köylere yapılanları duyan kimi köylüler ihtiyatı elden bırakmamış erken ayrılıp gitmişti. İkilem içinde kalanlar için de artık zaman çok geçti. Ya çocuklarını geride bırakıp kendi başlarını kurtarmaya bakacaklardı. Ya da çocuklarıyla birlikte kalıp bu duruma umut bağlayacaklardı.
Askerler köyü sarınca kısa bir zaman diliminde köyde olanları bir araya toplamıştı. Mehmet Çavuş daha komutanları nezdinde girişimde bulunacakken bir asker yaklaştı: “Komutanım bir kaçış yolunu bulabilirsen kaç. Vallahi senin ölüm emrini bu kulaklarımla duydum ve seni bu köy ortasında vuracaklar” diye eski komutanına vefa borcunu ödemeye çalıştı. Mehmet Çavuş durumun vahametini anlamıştı. Çaktırmadan silahını almaya ve kaçmaya yöneldi ama beyhude, asker göz açtırmıyordu. Kaçmaya çalışan Mehmet Çavuş oracıkta köylülerin gözleri önünde ve hanım- çocukları ordayken öldürüldü. Bu erken infaz hadisesi bütün köylülerde yaşam umudunu bir anda alıp götürdü. Diğer insanlar gibi dağlara kaçmadıklarına pişman oldular ama bu pişmanlığın hiçbir faydası yoktu. Onlara umut veren Mehmet Çavuş en önce vurulmuştu. Artık simalarda korkunç bir ölüm sessizliği mevcuttu. Analar ağlaşan yavrularına anlamsızca bir teselli vermeye çalışıyorlardı. Kendilerinin de inanmadığı beyhude ve ölüm kadar soğuk yalancı bir teselli…
Askerler bu köyde yakaladıkları kadın çocuk ve birkaç yetişkin erkeği önlerine katarak, bir kabalık ve insan haysiyetini rencide edici tavırla Sayer Köyüne doğru sürdü. Aile reisleri topluca ölüme sürüklenmeyi elleri arkadan bağlı ve çaresiz çocuklarını seyrederek ilerliyorlardı, çoluk çocukları önde… Guev ile Sayer Köyü arası düz bir hesapla, kuş bakışı olarak 3-4 km denilebilir. Guevliler yoldan Sayer’e doğru getirilirken anneler çocuklarının minik ellerinden tutmuş iyice kavrayarak ilerliyorlardı. Etrafta askerler, topluluğu kordona almış, hızlı bir şekilde yürütüyordu. Nihayet Sayer Köyüne varılmış ve tutsaklar hakkında daha önce kesinleşmiş karar uygulamaya konulacaktı.
SAYER KÖY HALKI ERKEN DAVRANMIŞTI
Sayer Köyü sakinleri daha önce köyü boşaltmış dağlara çıkmışlardı. Geri kalan bir bayan iki çocuğu ve bir yetişkin erkek, belki de sonradan bir ihtiyaçlarını almak için köye geri gelmişlerdi, acele ediyorlardı. Her an asker gelebilirdi. Nihayet köyden ayrılmışlardı. Kadının iki çocuğu biri beş yaşlarında diğeri üç yaşlarında, annelerini geride bırakmış, güle oynaya yolda ilerliyorlardı. Analarıyla aralarına mesafe girmişti. Sayer’in kuzeyinde ufacık tepeyi aşmışlardı bu küçük çocuklar. Anneleri henüz tepeye varmıştı ki, karşıdan gelen askerler bir sürü kadın çocuk önlerine katmış Sayer’e doğru ilerlediklerini gördü. Çömelerek geri geldi. Ama çocuklar! Onlar askerlerce fark edilmişti zaten, onları almak imkânsızdı. Kadın, çocuklarını geri bırakıp kaçtı. Köy civarında saklanılacak çok fazla bir yer de yoktu. Köyün aşağısında bulunan çukurumsu yere o erkekle birlikte çömeldiler umutsuzca. Askerler o iki küçük çocuğu da yanındakilere katmış halde tepeden gözüktüler. Bayan çömeldiği yerde iki çocuğunun götürüldüğünü gözlüyor ama ortaya çıkamıyordu. Askerler önlerine kattıkları kadın çocukları Sayer Köyüne ulaştırdılar. İçlerindeki yetişkin erkekleri ise köyün kuzey batısında tepebaşında kurulan ve köyden yaklaşık beş yüz metre mesafede bulunan asker karargâhına götürmüşlerdi.
FARKLI KÖYLERDEN İNSANLAR BİR ARAYA TOPLANDI
Değişik köylere yayılan askerler bekleniyordu. Herkes bulduklarını bu köye, Sayer’e getirecekti. Sayer’in yine kuzey-batısına düşen Seyfan köyü Sayere oranla bir yamaçta kurulmuştu ve Sayer’den beş-altı km. uzakta bulunuyordu. Oradan dokuz on kişi bulunmuş ve çoğunluğu kadın –çocuklardan oluşan bu grup da Sayer’e doğru yola koyulmuştu. Askerler yakaladıklarını Sayer’e doğru götürürken Hayriye isminde bir bayan yanındaki bayana “ Bunlar bizi öldürecekler. Bulunduğumuz yere oturup bekleyelim” der. Ancak yanındaki bayan, bunun bir faydasının olmayacağını, askerler fark edip tekrar yürüteceklerini söyleyince, Hayriye bulunduğu yere çömelerek ayağına batan dikenleri çıkarıyormuş gibi davranır. Her gelen asker onu geçip kimse müdahale etmez ve böylece tepeyi aşan askerler gözden kaybolunca Hayriye geri kaçıp kurtulur. Bu bayanın hala Seyfan’da oturan çocukları var.
Sayer Köyünün tam orta yerinde genişçe bir evin etrafında yoğunluk başladı. Köyün içine yayılan her bir asker kucağında çalı çırpıyla geri gelmişlerdi. Getirilen çalı çırpılar bu evin çevresine, içine dolduruldu. Sıra kadın çocukları evin içine doldurmaya gelmişti. Kimse evin içine kolayca girmek istemiyordu. Analar kendi çocukları için yalvarmaya başladı. Ancak emir kesindi ve bütün bunlar bu evde yakılacaktı. Kimi bayanlar sımsıkı kucakladığı çocuğuyla birlikte süngü darbeleriyle içeri sürüldü. Bu bağrışma bu arbedenin içinde Derdiye isminde bir bayan öne çıktı. Askerlerin süngüleri her an göğsünü delecek bir mesafede durdu. Köyde vurulan Mehmet Çavuş’un eşiydi. “Komutanınız nerde onu bana gösterin” dedi. Gösterdiler. “Onunla konuşmak istiyorum” dedi. Komutan izin verdi. Metince yaklaştı. Komutanla göz göze geldi. Biraz önce köyde kocası Mehmet Çavuş’un vur emrini veren komutan olduğunu fark etti. Önünde süngülü askerler hazır vaziyette bekliyorlardı. “Ben senden beni öldürme diye yalvarmaya gelmedim. Üç tane çocuğum var, üçü de burada ve babalarını köyde vurdunuz, size yaptığı bunca hizmetin karşılığı olarak. Şimdi senden istediğim, bir tane çocuğumu geri bırak, öldürme, babasının soyu dünyada kesilmesin, geri kalanlarımızın kanları sana helal olsun. Babasının size yapmış olduğu bunca hizmete karşılık bir çocuğunu sağ bırakın. Bu isteğimi yerine getirirsen sana şu altın kemerimi vereceğim” deyip beline bağladığı altın kemere elini uzattı. Komutanın gözleri açıldı. “İyi bir kazanç” diye düşündü. “ Kabul ediyorum” dedi komutan. “Hangi çocuğunsa getir yanıma” dedi ve altın kemere uzandı. Derdiye kalabalığın arasında durmuş üç çocuğundan küçüğünün elinden tutup öne çıktı. Her üç çocuğun da yanında farkı yoktu ama her nedense içgüdüsü o esnada küçük çocuğa meyletmişti. O anki anne şefkati ağırlığını küçük çocuktan yana kullanmıştı. Komutan bu çocuğu bulunduğu yerde yan tarafına aldı. Çocuk kendi korumasındaydı artık! Emir verdi bütün kadın çocuklar evin içine kapatıldı. Benzin dökülerek ateşe verildi. İçerde pencerelere koşuşan kadınlar, çocuklarını kucağına almış pencereden dışarıya atmaya çalışan anneler… Çaresiz kalıp çocuğuyla sarılarak yanmaya rıza gösterenler… Çocuğunu pencereye yetiştirip dışarı atabilenlerin çocukları bir süngü başında kendilerine geri dönenler… Anneleri saklanan iki küçük çocuğun bu ateş ve duman dalgaları içinde çırpınan insanların ayakları altında her biri bir köşede can vermeleri… Yoğun dumandan boğulanlar… Komutanın yanı başında bir altın kemer karşılığında kurtulan çocuk, anne ve kardeşlerinin diri, diri yakılmalarını seyrederken döktüğü gözyaşları…
Evden ses kesilince komutan yanındaki çocuğa döndü. Hemen silahına süngüyü takıp süngüleyerek onu da ateşin içine attı. Nasıl olsa annesi ölmüştü ve altın kemer de ondaydı… Yıl 1927, yer Bingöl’ün Genç ( Darahini ) ilçesi Sayer Köyü, bu evde yakılanların sayısı 76 kadın, çocuk…
Sayer Köyündenv HACI AHMET AYDIN ANLATIYOR
“Ben o zaman üç yaşlarındaydım. Katliamdan önce köyü boşaltmış dağlara çıkmıştık. Köyümüzde sadece bir erkek ile bir kadın ve kadının küçük yaşta iki çocuğu geride kalmışlardı. Kadının ismi Halime idi. Çocuklarının ismi de biri Muhammed diğeri Zeriye idi. Muhammed 5-6, Zeriye ise 3-4 yaşlarındaydı. O iki küçük çocukları da yaktılar. Anneleri saklanmasaydı onu da yakarlardı. Bir kış köyümüze geri gelmedik. Gittiğimiz yerlerde kaldık. Köyümüze dönerken her yeri yakılmış gördük. Evlerin tümü yakılmıştı. Köylüler evlerinin enkazını kaldırmaya başladılar, ateşten kurtulmuş yanmamış bir şeyler bulabilme umuduyla. İnsanların içinde yakıldığı bu ev sahibi de aynı maksatla evinin enkazını kaldırmaya başladı ve bu yakılmış insanların cesetlerine böylece ulaşılmış oldu. Yapılan bu korkunç katliam ortaya çıktı. Herkes bu kadın çocukların yakalanıp Genç’e götürüldüğünü biliyordu. Oysa hepsini bu evde yakarak öldürmüşlerdi. Bu korkunç katliama biz de şahit olduk. ”
KATLİAMDA YAKILANLARDAN İSİMLERİNİ ÖĞRENDİKLERİMİZ SEYFAN KÖYÜNDEN OLANLAR:
Amine Çetin, Amine’nin kızı Derdiye, Fatime Çetin, Fatime’nin üç kızı ( Hayriye, Küdret, üçüncünün ismi öğrenilemedi) Fatime’nin kızı olan Kudret’in üç kızı ( isimleri öğrenilemedi.)
GÖRNOZ KÖYÜNDEN OLANLAR:
Ömer ( 8-9 yaşlarında), Nuriye Aydın ve oğlu Abdullah
Sayer KöyüNDEN OLANLAR:
Saklanan bayanın iki çocuğu; Muhammed ( 5-6 yaşlarında), Zeriye ( Muhammed’in kız kardeşi 3-4 yaşlarında), Kamil, Ali
GUEV KÖYÜNDEN OLANLAR:
Derdiye ( Mehmet Çavuş’un hanımı ve üç çocuğu), Derdiye’nin oğlu Ahmet Aral ( diğer iki çocuğunun ismi öğrenilemedi ), Heziye Çelik, Fatime ve Abdullah isminde bir oğlu, Xamşe ve bacısı, Naziye Akçabay, Fatime Döner, Hanife Döyer ve beş çocuğu; Zekiye, Mehmet, Selahattin, Abdullah, Fadıl. Ayrıca babaları Celil Döyer ( Celil Çavuş ) de onlarla birlikte yakalanmıştı. Babalarının başına gelenleri önümüzdeki yazı dizimizde işleriz inşallah.
Bunlar isimlerini tespit edebildiklerimizdir. Bölge halkından, olayların birinci derecedeki mağdurlarından olanlar, merak edip de araştıran ve öğrendiklerini kaydedebilenlere denk gelmedik. Temennimiz; birileri bu isimlerin tamamını doğru bir şekilde tespit edip yazmış olmasıdır ve bize de ulaşıp istifade ettirmesidir.
Devam edecek.