HABER MRK - Meşar Hacc Organizasyonu Başkanı Çetin Tufan, hac farizasını yerine getirmek için gittiği Mekke'den yaşadıklarını İLKHA'ya anlattı.
"Frangfurt'tan Suudi Hava Yolu'yla kutsal yolculuk için ihramımızı giyindik. Heyecan doruk noktada idi. Uçak Mikat sınırına girdiğinde niyetler tazelendi. Elden gelse kuş olunup Kâbe'ye konulacak. Hurda bir otobüsle 150 km'lik Cidde-Mekke yolundayız. Heyecan var ama gariplikte içinde, ne ağaç, ne kuş, çorak bir taş yığını. Acaba burada insan yaşar mı? Yaşasa da, elbet bu taşlar kadar sert olsa gerek diyoruz.
Yol bitmiyor. Tam 3 saat sürüyor. Sonra Mektep dedikleri, gerçekte hacıların parasıyla, onlara hizmet yapması gereken, ofisler görünüyor. Bazı hacılar ise bu yorgunluklarına rağmen, dinlenmeden otobüsten iner inmez Kabe'ye koşmak istiyor. Maksat özlemini gidermek. Ama bizler, O hacının da ve bütün hacıların da, maslahatını düşünmek zorundayız. Dinlenmeden ve yemek yemeden, hacıya müsaade etmiyoruz. Çünkü biliyoruz ki, bu ibadet bilinçli ve selametle yapılmalıdır. Hacı dinlenmiş bir şekilde. Asıl koşu Arafat'tır.
Yatsı namazı evveli, Kabe'nin dibinde, aşk özlem ve merak dorukta. Yatsı ezanını bekleyip, Kabe dışında kılıyoruz. Hacı yine taarruzda. Niye Kabe'ye gitmiyoruz? Avlusunda bu beklemek niye? Dalmalı değil miyiz, aleme ve tavafa? Kabe'yi görmeye gitmeli değil miyiz? Ama hayır beklemek lazım. İçerdeki hacılar yatsı namazını kılıp çıkmalı. Biraz da olsa Kabe boşalmalı ki rahat tavafımızı yapalım. Bir saat kadar dışarıda bekledik. İşte zamanı geldi. Artık sel gibi Kabe'den dışarı akan hacılar seyrekleşti. Bir numaralı kapıdan içeri girdik. Karşımızda Kabe, artık niyetlerin boşaldığı, duaların yapıldığı, saklı hazinelerin yerlere serildiği an, biri ağlıyor, biri inliyor, biri taş kesilmiş, biri de donmuş halde. Hoca'nın uyarısı ve duası herkese yol gösteriyor. Ve niyetle tavafa başladık.
Kabe'nin yanındayız, İşte makamı İbrahim, işte Hicri İsmail, işte zemzem. Her kes sanki burada, her ahlak, renk dil, cins, bir döngü içinde. Saat yönüne ters, mırıldanarak, bağırarak ağlayarak, azim ile sabır ile dönüyoruz. Belki de bu döngüye başta bir anlam veremiyoruz. Ne yani, buda ne, bir binanın etrafında, kan ter içinde dönmek, itilmek, kakılmak, fakat vazgeçmeden devam. Bildiğimiz bütün duaları, zikirleri sıralayarak hele Rüknü Yemani ve Hacerül Esvet arasındaki, 'Rabbim bana dünyada da ahiret'te de iyilik ver'
Hitabı bir başka oluyor. Ve bir bakmışsın ki, sende bu çarkın bir dişlisi olmuş, artık tadını almaya muvaffak olmuşsun. Kabe seni kendine çekiyor, ne kadar kafileyi uzaklaştırsam da bir bakıyorum, eller Kabe'de. Gözyaşları sel olmuş, nidalar arşa çıkmakta, herkes, ama herkes, heyecan ve çekim alanında. Ya Rab bu ne cilve ki, taş ve tahtadan olan bu garip bina, yanındaki dev kulelere rağmen, cazibesinden bir şey kaybetmiyor. Kimse dönüp modern çağın, mabetlerine pas vermiyor. Sana ve senin sade işaret mekanına teveccüh ediyor.
Ve zemzemi kana kana içtik. İlkin lezzetini almasa da, kimi garipsese de, bu tavafın şerbetini herkes kendi niyetiyle içti.
Artık zemzemin hatırası, annemiz Hacer'in tevekkülüyle, aradığı zemzemi yeniden bulmaya başlayabilirdik. Safa tepesinden Kabe'yi selamlayıp, bu mıntıkanın Allah'ın ( cc) bir işareti olduğunu bilerek yürümeye başladık. Tam vadinin dibinde hızlanıp, kuvvet ve azametimizi, gösterircesine, çalımlı yürüdük. Bildiğimiz ve bilmediğimiz düşmanlarımıza meydan okuduk. Tam yedi tur atıp, sonunda Merve tepesinde arayışımızı sonlandırdık. Arada bir yol kenarındaki, zemzem çeşmelerinden faydalanıp, dinlendik. Ama gerçek şu ki iyi de yorulduk. Takatler tükendi desem yeridir. Hemen otele ulaşıp, tıraş olarak ihramdan çıktık. Tabi aramızda temettü değil de, kıran hacı yapan kardeşler de var olduğundan, onlar ihramlarında kalmaya devam ettiler.
O gün boyu ve ertesi gün istirahat ve dinlenme ile geçti. Ama yine de Hacılar Kabe'ye gidemeden duramadı. Olsun artık yolu öğrenmiş. Kaybolma riski ortadan kalkmıştı.
Üçüncü gün Arafat'ın bir provası olarak Sevr'e çıkmaya karar verdik. Hicreti anlatma ve anlamanın en güzel yolu Sevr'e uğramaktır. Kimi Orasının sünnet olmadığını söylüyor. Bunu söyleyenler, ya zır cehaletten, ya da Resulullah'ın mücadele tarihini silmeye azmetmişlerden başkası değildir. Resulullah'ın mücadele tarihinin her anı ve yeri sünnetin ta kendisidir. Sabah namazına bir saat kala, servin altındayız. Süleyman hocamız önde, ben arkada kafile yavaş yavaş tırmanıyor. Zorlu bir yolculuk, yolda kalan bacıları ehemmiyete alıyoruz. Ama kafilenin çoğu, 150 kiloluk olanı da, 70 yaşındaki de, Hamd olsun çıkıyor oraya. İşte hicret yolu Kabe'ye bakan bir yamaç. Sevdanın anlatımı ve duası, bu atmosferde kime etki etmez ki. Hele orada yapılan kısa bir kahvaltının tadı damaklardan silinmez oldu. Güneş doğduğunda bizler çoğunlukla aşağı inmiştik. Nereye çıktığımızı, şimdi daha net görebiliyorduk. Eyer bu aydınlıkta baksaydık, gerçekten pek az kişi takat ederdi, bu yolculuğa. Böylece işlerin ve bu ibadetin sanıldığı gibi olmadığını kardeşler anladı. Hamlığın yoğrulması gerektiğinin farkına vardılar. Arafat'ta daha bir sıkı hazırlanmamızın gerektiğini aynel yakin müşahede ettiler.
Bu gün Arefe'nin bir gün evveli, azıklar alınmış, ihramlar giyilmiş, heyecanla Arafe'ye götürecek otobüs içindeyiz. Yine Lebbeykler, Tekbir ve Salavatlar. İnsanlık sanki sel gibi kısım kısım, fert fert mahşere akın ediyor. Bembeyaz kefenlerle topraktan dirilmiş, tek bir istikamete yönelmekte. Arafat çadırlarına vardığımızda ikindi vakti idi. Orda yerde bir halı, yukarda basit bir çadır, alabildiğine insanlarla dolu bir alan, hani beton yapılar, hani arabalar, hani lüks evler yok. Bir fakirin alt standardında bir mekan. Şan, şöhret, makam yok. Para, pul geçmez. Yani burnu yere sürünen nefsin, teslim alındığı mekan. Bu da yetmezmiş gibi, sivrisineklerin taarruzu ve senin kendini, başın hariç, örtmenin dışında bir şey yapamaman. Çünkü onlara dokunamazsın, ihramlısın ve artık cesedin sana ait değildir. O artık Rab'in emriyle, kâinat döngüsünün bir parçasıdır. Hadi tahammül. Gece bitip öğleye doğru namaz niyaz ve biraz da dinlenmenin akabinde vakfe duası başlıyor.
Akşama doğru yine bir hazırlık ve karmaşa, kervan yine yola koyuluyor. Bu sefer Müzdelife'ye gece karanlığında otobüslerle sevkiyat başladı. Burada akşam ve yatsıyı yatsı vaktinde kılıp, düşmanı tanıma ona karşı silahı kuşanma ve onu red eylemi için bilinçlenme alanı, Ebrehe'nin mağlup olduğu muhasara vadisi Müzdelife. Gelecek şeytan karşılaşması için tam 49 taş topluyoruz hatta birkaç yedekte olsun lazım olur diyoruz. Yine vakfe duası ve sabır dileme. Süleyman Hocanın nidası yerdeki taşı dahi eritircesine bizlerin taştan kalbini eritiyor. Aminler gözyaşlarına karışıyor. Amin ya Rab amin ya Rab. Sanki gök yarılıp bir el bizi alacak diyorum.
Hareket vakti geldi. Sel yine coştu ve bu vadiden Mina'ya kurbanlık İsmail ve atamız İbrahim'i selamlamak onlara musallat olan şeytanı lanetlemek buna timsal 7 taşı büyük şeytana ve hizbine atmak için yola dökülüyoruz. Ha gayret geldik geldik. Artık bacaklar taşımaz oldu. Musa'nın yürüyüşü gibi bittik. Ama ha gayret işte küçük Şeytan hayır bu gün senin günün değil benim kavgam en büyüğünle, ortancası da göründü, Ona da bu gün ilişmeyeceğim büyüğüne gideceğim ve işte lain göründü. Artık bu meydan savaş alanı
Bana bunca yıl yaptıklarına, beni doğru yoldan çevirmene, bana hayatı zindan etmene karşılık artık seni tanıdım ve bildim. İşte günler sayısınca sana taşla birlikte lanet yağdırıyorum. Yalnız sana değil senin hizbine de, vahşi ve barbar taraftarlarına da lanet olsun. Sana meyleden nefsime, fısıltılara ve bütün münkir ata hepinize birden lanet olsun. Yetmişlik bacım hızını alamayıp tam 70 taşın tümünü şeytana sallamış. Olsun her yıla bir taş 7 ye misil 10 demiş ama savaşı kazanana bir aslan gibi, 'Vurdum!' diyordu. Biliyoruz şeytan orda bizi beklemez o bizim kalbimizde ve damarlarımızda fısıltıyla gezer, ama Rabbim'in işareti bu ya. Buna misil içimizi de temizledik inşallah.
Bu cengin sonunda kendimizi otele atıp biraz dinlendikten sonra, kurban kesim haberiyle Kabe'de yine tavaf ve Say'imizi yapıp ihramdan çıktık.
İkinci ve üçüncü günlerde her üç şeytanı sırayla 7 taşla taşlayıp şeytanı ve hizbini onunla beraber olanları, destekçilerini lanetledik. Artık yüzler gülmekte ve hacı olmuş bulunmaktayız.
Rabbim bütün Müslümanlara nasip etsin." (Muhammed Sadık Tufan - İLKHA)