İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdurrahman Ateş, ümmet tanımının ne olduğu, ümmet bilincinin oluşması için neler yapılması gerektiği, bu konuda kimlere ne görev ve sorumluluk düştüğü, ümmet olamamanın önündeki en önemli engelin ne olduğunu, ümmet bilinci oluşumunda temsiliyetin önemi ile ilgili İLKHA Muhabirine önemli açıklamalarda bulundu.

"Kur'an-ı Kerim birçok ayette ümmetin nasıl bir ümmet olması gerektiğini bizlere anlatır"

Ateş, "Tabii bize Müslüman ismini veren Allah'u Teâlâ ümmet olmamıza dair tanımı da o yaptı. Herkesin kendi kafasına, kendi bilgi birikimine göre bir ümmet tanımı olmaz. Ümmetin çerçevesi de ona göre çizilmez. Kur'an-ı Kerim birçok yerde ümmetin nasıl bir ümmet olması gerektiğini anlatır. Ama özellikle tüm ümmetle alakalı tanımı, çerçeveyi bir araya getiren Bakara Suresi'nin bir ayetini bir de Ali İmran Suresinin bir ayetini tüm tanımları içerisinde bulunduran, barındıran bir tanım olarak okumak lazım. Allah'u Teâlâ Bakara Suresi 143'üncü ayeti kerimede 'sizi vasat bir ümmet yaptık' diye buyuruyor. Bu genelde şöyle tercüme edilir. İnsanlara şahit olasınız. Peygamber de size şahit olsun diye. Şimdi bu ayetteki asıl anahtar kelimenin bir şehadet, birisi de vasat. Vasat orta demek değildir. Vasatın anlamı dengedir. Bu dengeyi tutturmaktır. Dolayısıyla bu ümmetin en önemli özelliği dengeli bir ümmet olmasıdır." dedi.

"Ümmetin en önemli özelliği vasat dengeli olmasıdır"

Prof. Dr. Abdurrahman Ateş

Allah'u Teâlâ'nın bunun birçok örneğini Kur'an-ı Kerim'de anlattığını belirten Ateş, "Özellikle kitabı ve peygamberi kabul ettiği halde kabul etmemiş gibi davranan yahudi ve Hristiyanlar üzerinden ki Fatiha suresinde 'gazaba uğramış ve sapmışların yolundan değil dediğimiz rivayetlerde bu iki kesim bir yahudi bir Hristiyanlar. Onlar üzerine bunu anlatır. Onlar bu dengeyi koruyamamışlardır. İfrat ve tefrit dediğimiz. Yahudiler işin ifrat noktasındadır. Yani Allah'ın söylediklerini söylememiş gibi değerlendirenlerdir, kısanlardır. Hristiyanlar ise Allah'ın söylemediği halde söylemiş gibi değerlendirip dine ilave yapanlardır. Örneğin yahudiler peygamberlerini sıradanlaştırırken, Hristiyanlar peygamberleri ilahlaştırır. Müslümanlar ise ne sıradan bir Peygamber ne de ilahlaştırılan bir Peygamber. Vasat dediğimiz bu. Yahudiler dünyayı herkesten daha fazla ve her şeyden daha fazla önemser ve severler. Hristiyanlar da dünyadan el etek çekmeyi din olarak ortaya koyarlar. Müslüman ne yahudilerin yaptığı gibi dünyayı tamamen adeta yutar gibi bağlanır. Ne de Hristiyanlar gibi dünya başkasının olsun, biz ahiret adamıyız der. İkisini de demez. Bunun örnekleri çoğaltılabilir. Dolayısıyla ümmetin en önemli özelliği bu, vasat dengeli olmasıdır" diye konuştu.

"Allah'u Teâlâ'nın Ümmete yüklediği görev: örnek olacaksınız!"

Ateş, "Devamında ayeti kerime diyor ki insanlara örnek şahit kelimesi sadece tanık anlamında kullanılmıyor. Belki bu ayetin anlamıyla alakalı Müslümanların en büyük problemi bunu şahitlik ve tanıklık olarak almaları, anlamalarıdır. Bu kelimeyi çözdüğünüz zaman aslında ümmete yüklenen misyon çok nettir. Yani Allah'u Teâlâ diyor ki 'insanlara tanıklık yapasınız diye değil bu. Örnek olasınız.' Şahit kelimesi. Bu dediğim yorum anlamı değil. Kelimenin sözlük anlamında bu var. Şahit olmak, model olmak, rehber olmak, öncülük yapmak, örnek olmak anlamında kullanılıyor. Şahit dediğimiz budur. Allah'u Teâlâ Müslümanlara, ümmete yüklediği görev örnek olacaksınız. Şu anda bulunduğumuz modern dönemde hem bireysel hem toplumsal anlamda ümmetin en büyük problemi örnek olamama problemidir. Bunu belki şöyle formüle edebiliriz. Dini temsil etmek. Örnek alınan bir Müslüman olmak. Örnek alınan bir ümmet olmak. Bunu kaybettiğimizden dolayı şu anda ümmet olmuyoruz, olamıyoruz, olma imkânımız da yoktur." diye belirtti.

"Temsil tebliğden de davetten de önemlidir"

Temsilin tebliğden de davetten de daha önemli olduğuna dikkat çeken Ateş, "Temsil edilmeyen bir dinin mensubu olunmaz. Örneğin Bakara Suresi'nin 13'üncü ayetinde Allah'u Teâlâ insanların iman ettiği gibi iman edin. Örnek alınacak insanlar gibi iman edin denildiği zaman imana yanaşmayan insanların bahanesi, biz bunun sefihler kendini bilmezler gibi mi iman edeceğiz? Kafirlerin nitelediği Müslümanlar bunlar. Bu ayeti kerimeden hareketle şunu önce nefsime, sonra çevreme söylüyorum. Parmakla gösterilen, şunun gibi Müslüman olun denilen Müslümanlar mıyız? Bu sorunun cevabı evet ise Allah'ın tam da istediği bir ümmet olmuşuz. Ama yok. Parmakla gösterilen ve bizim örnek alınmamız gereken ya da örnek alınan Müslümanlar değilsek ümmet olma iddiamız da havada kalır. Bu yönüyle Allah'u Teâlâ bize temsil etme görevi yükler." ifadelerini kullandı.

"Ümmet dendiği zaman İslam'ın izzetini ve onurunu bütün dünyaya gösteren Gazzeliler akla gelir!"

Ümmeti temsilin ancak Gazzeliler gibi yapılabileceğine vurgu yapan Ateş, "Yaşadığımız bu dönemde 2 milyarlık İslam aleminden bahsediyoruz. Bana göre 2 milyarlık İslam alemi yok. Bugün İslam'ı temsil eden, duruşuyla her şeyiyle hatta savaşın ortasında olmasına rağmen düşmanlarına karşı bile İslam'ın izzetini ve onurunu bütün dünyaya gösteren Gazzelilerdir. Temsil öyle olur. Ümmet dendiği zaman ilk aklıma gelen budur ve gelmesi gereken de budur. Onları seyreden, zalimlerin ayakları altında çiğnenmesine seyirci kalan, müsaade eden bu yönüyle de aslında zulme de katkı sunan 2 milyarlık İslam alemi değildir. İnsanlık alemi bile diyemiyorum." dedi.

"Ümmet olma Allah'ın bize yüklediği bir görevdir!"

Ümmet olmanın Allah'u Teâlâ'nın Müslümanlara yüklediği bir görev olduğuna vurgu yapan Ateş, şöyle devam etti:

"İkinci madde Ali İmran Suresi 110'uncu ayeti kerimede 'Ey mü'minler! Siz, insanların iyiliği için yeryüzüne çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Çünkü siz usûlünce iyilikleri ve güzellikleri emredip yayar; kötülük ve çirkinlikleri yasaklayıp önüne geçmeye çalışırsınız. Bunu da zâten Allah'a inandığınızdan dolayı, onun bir gereği olarak yaparsınız.' Bakın aslında Allah'a iman önce gelmesi lazım değil mi? Bu ümmet olmanın gereği nedir? Ümmetseniz iyiliği emredeceksiniz, kötülüğü nehiy edeceksiniz. İyiliği emretmeyen, kötülüğü etmeyen bir ümmet yok. Soruyorum şimdi. Bu toplumda kötülükler en az iyilikler kadar meşru görülmeye başlanmadı mı? Bir kötülüğe müdahale etmek artık sıra dışı bir eylem olarak algılanmıyor mu? Dolayısıyla bakın ümmetin şu anda ümmet olma özelliğini kaybettiği asıl nokta bu. Yapılan kötülüklere seyirci kalmak. Elbette iyilikleri emretmek, kötülüklerden nehiy demek şu anlama gelmiyor. Her isteyen kişinin istediği şekilde sokağa, çarşıya çıkıp, insanlara iyiliği emretme, kötülük, işliyorlarsa, yasakları çiğniyorlarsa onlara engel olma anlamında değildir bu. Burada İslam bir sistem oluşturmuştur. Herkesin eş dost, akraba yani tanıdıklarına karşı bir görev sorumluluğu var. Bunu ihmal ettiğimizden dolayı şu an da ümmet olma bilinci yok. Sadece dağınık bir toplumuz."

"Bakara Suresi'nin 13'üncü ayetini ve Ali İmran Süresi'nin 110'ucu ayetini ümmet uygulamaya geçerse, ümmet olma bilincine de şuuruna da yapısına da varır"

İşin daha tehlikeli olan kısmının insanların işledikleri kötülüklerin kötülük olduğunun farkında olmadıkları olduğunu belirten Ateş, "Yapılması gereken nedir? Münker'den nehiy etmek. Allah Resulünün ifadesiyle gücün yetiyorsa elle, gücün yetmezse dille, gücün yetmezse kalbinle buğz etmek. Bu birilerine havale edilen şeyler değildir. Yani elle müdahale etmek devletin işi, dille müdahale etmek alimlerin, halkın işi diye hayır böyle bir tanım, böyle bir tasnif yok. Herkesin elle müdahale edeceği durumlar var. Herkesin dille müdahale edeceği durumlar ve herkesin kalple buğz edeceği durumlar var. Çocuklarımız dünyevi anlamda yanlış yaptığı zaman ya da bir zarar verdiği zaman bizzat bilfiil elle müdahale etmiyor muyuz? Aynı şeyi İslam'ın yasakladığı bir kötülük işlendiği zaman da müdahaleyi kalple buğz etme seviyesine indirgeyemezsiniz. Yani Bakara Suresi ile Ali İmran Suresindeki bu iki ayeti ümmetin özellikle önüne koyarsak ve bu iki ayeti uygulamaya geçirilirse bu ümmet gerçekten ümmet olma bilincine de şuuruna da yapısına da varır. Bütün dünyanın örnek alacağı Müslümanlar Ne demek? Bütün dünyada kötülükleri ortadan kaldırmaya çalışan bir ümmet. Bütün dünyada iyilikleri yerleştirmeye çalışan bir ümmet. İslam zaten bundan ibarettir." ifadelerini kullandı.

"Hele ki şeytanların köşe başlarında cirit attığı bu dönemde hiçk imsenin sorumluluklarını başkalarına havale etme imkanı yoktur"

Ateş son olarak, "Bu anlamda hiç işi olmayanla devletleri yönetenlere varıncaya kadar kariyeri olmayanlarla en üst kariyere sahip olanlara varıncaya kadar, kadın ya da erkek, öğrenci ya da memur amir ya da patron herkesin kendi çapında bir görevi var. Kimisi maddeyle, kimisi sözle, kimisi kalemle, kimisi tavırla, kimisi davranışla. Bunların her birisinin kendisine düşen bir görevi vardır. Hiç kimse bu anlamda görev ve sorumluluklarını kenara atamaz. Çünkü hiçbir bahanesi yoktur. Hele ki şeytanların köşe başlarında cirit attığı bu dönemde, hiç kimsenin bu anlamda sorumluluklarını başkalarına havale etme imkanı yoktur. Ayrıca Allah'ın sorumluluk olarak yüklemediklerini kendimize sorumluluk olarak bilmek de aynı derecede tehlikelidir." diye dikkat çekti. (İLKHA)