Hür Dava Partisi Genel Sekreteri ve Parti Sözcüsü Mehmet Yavuz iç ve dış gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Yavuz, başta Demokratikleşme Paketi olmak üzere, Mısır`da İhvan`a yönelik gözaltılar, Irak ve Kürdistan`daki saldırılar, zengin ile fakir arasındaki uçurum, Cezaevlerindeki hukuksuzluklar ve 28 Şubat MGK Tutanakları ile iglili değerelendirmelerde bulundu.

Yavuz ilk olarak, kamuoyunda büyük bir beklenti oluşturulduktan sonra hkümet tarafından açıklanan paketin yasal dayanaklarının nasıl şekilleneceği henüz belli olmamakla birlikte, bir niyet beyanı niteliğindeki açıklamalara ilişkin olarak partinin görüşlerini kamuoyu ile paylaştı.

 

`TSK, Emniyet ve Yargı mensuplarını dışarıda tutmak ayrımcılıktır`
Hiçbir yasal dayanağı olmayan `kamuda başörtüsü yasağı`nın kaldırılacak olmasının olumlu bir adım olduğunu ifade eden Yavuz, "Bugüne kadar bu yönde herhangi bir adım atılmamış olması, yıllarca farazi bir `toplumsal mutabakat` yokluğu sebebiyle, hükümet tarafından birçok kesime mağduriyet yaşatılmıştır. Geç de olsa bu adımı olumlu bulmakla beraber eksik ve yetersiz buluyoruz. Ordu ve emniyet mensupları ile hâkim ve savcıları dışarda tutmak ayrımcılıktır. İnsani temel hak ve özgürlüklere aykırıdır. Kamuda başörtüsü yasağı bu güne kadar fiili bir yasak iken, artık kanuni dayanağı bulunan bir yasak haline getiriliyor. Toplumun bir kısmına yasak getiren bir düzenleme, özgürlükçü bir düzenleme değildir. Başörtülü ve tesettürlü bir kamu görevlisinin, başı açık bir kamu görevlisine göre tarafsız olamayacağı düşüncesi, kökten sakat bir düşünce ve anlayıştır. Liselerde başörtüsü yasağının hala devam ettirilmesi ise ayrıca bir çelişkidir." dedi.

 

Köy isimlerinin iadesine yönelik adımların olumlu olduğunu dile getiren Yavuz, halkın kararının üzerinde İçişleri Bakanlığı`nın izninin bulunacak olmasının meşru ve hakkaniyetli bir yaklaşım olmadğı belirtildi.

 

`Faşizan söylem kokan sözlerin kaldırılmaması büyük bir eksikliktir`
İlkokullarda okutulan `andımız`a da değinen Yavuz, "İlkokullarda faşist bir zihniyetin ürünü olan öğrenci andının kaldırılması, yerinde bir adımdır. Uygulama ve içeriği bakımından çocuklarımıza her gün yalan söyleten,faşizan içeriğiyle çocuklarımız üzerinde ağır bir etki bırakan bu ucube metnin bugüne kadar devam ettirilmesi, hükümetin utanç vesilesi olmalıdır. Bununla birlikte, "Andımız" gibi ırkçılık kokan `Ne mutlu Türküm diyene`, `Bir Türk dünyaya bedeldir` gibi, dağlara, taşlara ve duvarlara yazılan benzer sözlerin kaldırılması için girişimlerin olmaması büyük bir eksikliktir." diye konuştu.

 

Yavuz, anadilde eğitimin özel okullarla sınırlı bırakılmasını eleştirerek, "Bu toprakların asıl sahiplerinden olan halklara, Türk vatandaşların diline verilen statü ve hakların kısıtlı ve sınırlı olarak ve paralı bir şekilde verilmesi eşitliğe ve adalete aykırıdır. Başta Kürtçe olmak üzere halkımızın diğer dillerinin de Türkçe ile her alanda eşitlenene kadar sorun çözülmüş, haklar tanınmış olmayacaktır. Kürtçe gerekli altyapı sağlanarak devlet okullarında da eğitim dili, hatta resmi dil olmalıdır. Çok yakın geçmişte Başbakan ve yardımcıları tarafından anadilde eğitimin kesin bir dille inkârından sonra, özel okullar düzeyinde de olsa anadilde eğitimin önünün açılacağının açıklanmış olması geçiş aşaması olması halinde olumludur." ifadelerini kullandı.

 

`Baraj uygulaması tamamen kalksın`
Açıklamanın devamında Demokratikleşme Paketi`nde siyasi parti ve seçimlere ilişkin yapılan düzenlemelere de değinen Yavuz, "Seçim barajının ya mevcut şartlarla devamı ya da belirli şartlar altında düşürülmesi temsilde adalet ilkesi ile değil, iktidar partisinin milletvekili sayısını koruma ve artırma hevesi ile ortaya atılan seçeneklerdir. Baraj uygulamasının tamamen kaldırılması gerektiğini parti programımızda ifade etmiştik. Üzerinde tartışılması istenen dar veya daraltılmış bölge uygulaması temsilde adaleti sağlamayacaktır.

 

Siyasi partilere hazine yardımının yüzde 3 oy alma şartına bağlamak, yüzde 7`ye göre daha iyi bir seviye olsa da hakkaniyetten uzaktır. Her parti aldığı oy oranında hazine yardımından istifade etmelidir.

 

Partilerin beldelerde teşkilatlanması zorunluluğunun kaldırılması olumludur. Seçimlere katılma şartlarından en ağırı olan belde teşkilatlarının tümünü kurmuş bir parti olarak, teşkilatlanma şartı için kanunen belirlenen son günde yapılan bu açıklamanın, yeni kurulacak partilere bir kolaylık sağlayacağına şüphe yoktur.

 

Ordu, emniyet mensupları ile hâkim ve savcıların herhangi bir partiye üye olamamalarını tarafsızlığın bir gereği olarak düşünüyoruz.

 

Parti tabelasında Kürtçe olduğu için tabelaları valiliklerce indirilmeye çalışılan bir parti olarak siyasi partilerin farklı dil ve lehçelerde propaganda ve seçim çalışması yapabilmesinin önünün açılacak olmasını olumlu bir gelişme olarak görüyoruz." dedi.

 

`Şeyh Said, Seyid Rıza ve Said Nursi`nin isimleri de kurumlara verilsin`
Nevşehir Üniversitesi`ne Hacı Bektaş Veli isminin verilmesi, Alevi vatandaşlara yönelik sembolik değerde bir önemseme olduğunu ifade eden Yavuz, "Mezhep ayrımcılığı ile yıllarca mağdur edilmiş aleviler için somut bir niyetin dışa vurulmamış olması ise büyük bir eksikliktir. Kemalist rejimin mağdurları olan ve şehirlerle müsemma şahsiyetler olan Şeyh Said, Seyid Rıza ve Said Nursi`nin isimlerinin de üniversitelere veya bazı kurumlara verileceği günlerin yakın olması" temennisinde bulundu.

 

`Müslüman çoğunluğun da gasp edilmiş cami, medrese ve cemaat vakıfları bulunmaktadır`
Gayrimüslim azınlıkların gasp edilmiş dini ve kültürel varlıklarının iadesi yönünde bir çalışma içine girilmesini ve Roman vatandaşlara yönelik enstitü kurulması düşüncesini desteklediklerini dile getiren Yavuz, "Ancak temel hak ve özgürlükler ile gasp edilmiş hakların iadesi halkımızın, çoğunluk veya azınlık niteliğine göre değişmemelidir. Bu ülkede Müslüman çoğunluğun da gasp edilmiş cami, medrese ve cemaat vakıfları bulunmaktadır. Yüzyıllar boyunca ilim ve irfan yuvaları olan Kasımiye gibi medreseler halen ahlaksız defilelerin işgali altındadır. Ayasofya gibi camilerimiz, turistik mekanlar olarak muamele görmeye devam etmektedir. Müslüman halkın manevi merkezlerine yapılan hürmetsizliklerin ne zaman son bulacağını halkımız merakla beklemektedir." ifadelerini kullandı.

 

Yavuz sözlerini şöyle sürdü: "Hükümet tarafından açıklanan pakette yer alan konular, genel olarak bir iyileştirme olmakla birlikte, toplumsal destek açısından birçoğu geçtiğimiz dönemlerde rahatlıkla hayata geçirilebilecek düzenlemelerdir. Kaldırılması düşünülen yasakların büyük bir bölümünün uygulamada bir geçerliliği kalmamıştı. Toplumsal değişimin gerisinde kalan yasal tüm düzenlemelerin kaldırılması gerektiği halde, dokunulmazlığı bulunan şapka kanunu gibi bazı düzenlemeler devam ettirilmektedir. Gerek özelde 28 Şubat dönemi ve sonrasında devletin dindar insanlara yaşattığı mağduriyetlerin, gerekse de Kürd meselesi bağlamında çatışmalı ortamın meydana getirdiği mağduriyetlerin giderilmesi konusunda geniş halk kitlelerinde büyük bir beklenti oluşmuştur. Bu yönde hiçbir düzenlemeye yer verilmemiş olması, mağdurlara hayal kırıklığı yaşatmıştır. Siyasi sebeplerle cezaevlerine konulan, dağa çıkan, başka ülkelerde sürgün hayatı yaşayan insanlarımıza ve ailelerine yönelik bir niyet beyanı bile olmaması büyük bir eksikliktir. Bir bütün olarak halkımızın gasp edilen temel haklarının parça parça iade edilmesi, siyasi rant ve propaganda aracına dönüştürülmesi vicdani ve ahlaki değildir. Temel hak ve hürriyetlerin verilmesi bir lütuf değil, devletin halka karşı bir görev ve sorumluluğudur."

 

Mısır`da İhvan`a yönelik Gözaltılar
Dış gelişmelere de değinen Yavuz, "Mısır`da darbeciler geçtiğimiz hafta Müslüman Kardeşler Teşkilatı üyesi 7 kişiyi, "Halkı şiddete teşvik" suçlamasıyla gözaltına aldı. Bununla birlikte Askeri cunta şimdiye kadar 70 üniversite hocasını tutukladı. Darbenin meşruiyetini sağlama girişimlerinin devamı niteliğindeki bu gelişmeler, İhvan`ın gelecek seçimlerde muhtemel başarısını engelleme gayretidir. Kendisine yönelik katliam, tutuklama ve yasaklamalar olduğu halde, İhvan hareketine rağmen Mısır`da bir yönetimin şekillenmesi mümkün değildir. Mısır`da er veya geç emanetin halkın gerçek temsilcilerine iade edileceğine inanıyoruz.

 

Irak ve Kürdistan`daki saldırılar
Irak`ta bomba yüklü araçlarla gerçekleştirilen saldırılar sonucunda Bağdat`ta 68, Musul ve Samarra kentlerinde ise 10 kişi öldü. Irak, işgal edildiği günden bu yana ölümler ve saldırılarla anılmaktadır. Bunun yanı sıra Irak Kürdistanı`nın başkenti Hewlér şehrinde bomba yüklü araçlarla yapılan saldırıda 9 kişi hayatını kaybetti. Her ne sebeple olursa olsun sivil halka yönelen bu saldırıları kabul edilemez buluyoruz. Meşru ve haklı hiçbir gerekçesi olmayan bu saldırıları kınıyoruz. İslam coğrafyasında artarak süren bu ve benzeri katliamların durması için herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir. Taraflar tüm sorunlarını diyalog ve müzakere yöntemleriyle çözmelidirler.

 

`Filistin halkı felaketle yüz yüze`
Mısır cuntasının Refah Sınır Kapısı`nı kapatması ve Gazze`den Mısır`a çıkan tünelleri yıkması, yıllardır süren siyonist ambargo ile birlikte büyük bir trajediye dönüşmektedir. Filistin halkı gıda ve temel ihtiyaç maddelerinden yoksun bırakılmaktadır. Müslüman ülkelerin yöneticileri uluslar arası kamuoyunu harekete geçirmeli ve Filistin halkına destek ve yardım için inisiyatif almalıdırlar." dedi.

 

`Zengin ile fakir arasındaki fark artıyor`
Türkiye İstatistik Kurumu`nun verilerine göre Türkiye`de zengin ile fakir arasındaki gelir farkının 8 kat olduğuna dikkat çeken Yavuz, şu değerlendirmelerde bulundu: "Devletin en temel görevlerinden biri gelir dağılımındaki adaletsizliği ortadan kaldırmaktır. Türk-İş`in araştırmasına göre ülke nüfusunun yüzde 16`sı yoksulluk sınırının altındadır. Ekonomik büyüme, halkın tümünde bir iyileşme sağlarsa bir anlam ifade eder. Yoksulluğun azalmadığı, zengin ve fakir arasındaki uçurumun derinleştiği bir ortamda gerçek anlamda bir büyümeden söz edilemez. Ülke gelirinin artmasından daha da önemlisi, gelirin halka adil bir şekilde dağıtılmasıdır. Bu yönde ilerleme sağlanması için, faize değil, üretime dayalı bir sistem hayata geçirilmelidir.

 

Cezaevlerindeki hukuksuzluklar
Yıllardır cezaevlerindeki işkence, kötü muamele, taciz, sevk zulmü ve diğer hukuksuzluklar çeşitli vesilelerle gündeme gelmektedir. Bugüne kadar etkili ve caydırıcı hiçbir soruşturma yapılmadığı da bilinmektedir. Tutuklu ve hükümlüye düşman gözüyle bakan devlet anlayışı kabul edilemez.

 

Hükümet maalesef, cezaevlerinde vatandaşın mağduriyeti söz konusu olduğunda göstermediği duyarlılığı devletin prestiji söz konusu olduğunda en etkili biçimde gösterebilmektedir. 18 PKK`linin firar etmesinden sonra Bingöl Cezaevi idarecilerinin açığa alınması bu anlayışa bir örnektir.1996 yılında Bingöl cezaevinde mahkumlara her türlü zülüm ve hakaret edilmiş ve günlerce yemek su ve elektrik verilmemişti. O dönemki cezaevi idarecilerinin yaptıkları tüm hukuksuzluklar ise örtbas edilmişti.

 

28 Şubat MGK Tutanakları açıklandı
28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısının tutanakları 28 Şubat darbe davasına bakan Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi`ne gönderildi. Tutanaklara yansıyan ifadeler, dönemin askeri gücünün siyaset üzerinde kuruduğu tahakkümün en açık göstergelerinden biridir. Büyük bölümü devlet sırrı adı altında açıklanmayan tutanağın dışarıya yansıyan bölümleri başlı başına birer ibret vesikasıdır. Halkının inanç değerlerine ve inançlı kişilere düşman gözüyle bakan, özüne ve halkına yabancı laikçi zihniyetin herkes tarafından görülmesi ve iyi anlaşılması gerekir. Bu husus, bu zihniyet sahiplerinin ve bunların etkisinde kalan sair kesimlerin İslami değerlere ve dinini yaşamak isteyen Müslümanlara, bugün bile reva gördükleri zulümlerin kaynağının anlaşılması bakımından önemlidir." (Osman İçli - İLKHA)