Aleyhimize de olsa adil olmalıyız -2

Abone Ol

… Biz tekrar hana döndük. Sonuçtan çok da memnun değildik. Hancı bunu öğrenince üzüldü ve: “Burada bir hata var, dedi. Gelin beraberce gidelim, ben tercümanlık yapayım.” dedi. Biz de kabul ettik ve birlikte kralın huzuruna çıktık. Hancı olayı Nuşirevan’a anlattı. Develerimize el koyan kişileri kıyafet, hal ve tavırlarıyla krala bildirdi. Dikkat ettik, Nuşirevan’ın yüzü sapsarı kesildi. Bir gün önceki tercümanı çağırttı. Ona sorular sordu. Sonra ayağa kalktı, her birimize ikişer kese altın daha verdi ve “Akşama kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin!” dedi. “Ama giderken biriniz doğu, diğeriniz de batı kapısından çıkın!” diye ekledi. Biz bir şey anlamadan kralın huzurundan çıktık.
Akşamleyin 200 devemiz kapıya geldi. Durumu anlamak için hancıya sorduk. Neler oluyor, dedik. Hancı şöyle dedi:
“Sizin develerinize el koyan kişi Nuşirevan’ın büyük oğlu ile veziridir. Bunlar bir çete kurmuşlar. Garibanların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde, mütercim bunu anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nuşirevan’a yanlış tercüme etmiş. Böylece kralın oğlunu ve veziri korumuş. Ben sizinle gidip durumu anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı. Ama neden ‘Ayrı kapılardan gidin!’ dedi, bunu ben de anlayamadım. Hele yarın olsun anlarız.”
Hz. Sad (r.a), sözün burasında Yahudi adama bakarak anlatmaya devam eder:
“Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm. Halk toplanmış olan biteni seyrediyordu. Sordum ‘Kim bunlar ve suçları ne?’ diye. Dediler ki, bunlardan biri Nuşirevan’ın büyük oğlu diğeri de veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arap’ı soymuşlar. Ceza olarak Nuşirevan ikisini de asarak idam etmiştir. Nuşirevan kendi öz oğlunu idam etmişti. Hz. Ömer de çıktığı kapıda ise bizim şikayetlerimizi yanlış tercüme ederek kralın oğlunu korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu görür. İşte Halifemiz Emir’ül müminin Hz. Ömer (r.a) senin eline verdiği deri parçasının üzerine yazdığı “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim!” sözüyle bana bunu hatırlatıyor. Ve ‘Halkına zulmedersen seni darağacına çekerim diyor. Senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nuşirevan’ın öz oğlunun gözyaşına bakmadığı gibi.’ Demeye getiriyor. Şimdi anladın mı neden benim benzim sarardı? Bu hadiseyi bire bir yaşayan Yahudi adam, bu adil davranış ve teslimiyetli duruşa hayran kalır. Yaşadığı olay, gönlüne bir ferahlık ve uyanış olarak yayılır ve hem camii için arsasını hibe eder ve hem de kelime-i şehadet getirerek Müslüman olur.
Fazla söze gerek var mı sizce?
Bence hayır!
Bir yere adam seçerken, birine yetki verirken, kul hakkı söz konusuyken, ceza veya mükafat dağıtırken acaba Peygamberimiz aleyhi selam gibi “Hırsızlık yapan kızım Fatıma da olsa elini keserim.” Diye adalet ve suç konusunda ilk önce yakınımızdan başlıyor muyuz?
Yoksa birileri bize hasmımızı veya elimizin kolayca eriştiği birini şikayet edince adaletten dem vurup onu hemen yargılayıp cezalandırıyoruz; ama hısmımız ve elimizin/gönlümüzün kıyamadığı biri olunca Ömer gibi kılı kırk yaramıyor muyuz?
Söz ve kıssa aslında idareci, yetkili ve etkililer içindir; ama herkes nefsi, ailesi, sorumluluğu altındaki kişiler için de adil, merhametli ve yerine göre affedici veya cezalandırıcı olması gerektiğini bilmelidir.