Türkiye’de her geçen gün daha fazla çocuğun ve gencin hayatını karartan bir tehlike sessizce büyüyor, akran zorbalığı.
Eskiden okul koridorlarında masum şakalaşmalarla başlayan çatışmalar, bugün yerini derin nefretin, öfkenin ve acımasızlığın hüküm sürdüğü bir atmosfere bırakıyor. Artık çocuklarımız sadece sözle değil, yumrukla, bıçakla, hatta sosyal medya üzerinden linçle birbirine zarar veriyor. Aslında bu tablo, sadece okulun değil, toplumun genel ahlak yapısının da bir aynası niteliğinde.
Geçtiğimiz günlerde Konya’da 16 yaşındaki bir öğrencinin, okulda akranı tarafından beş yerinden bıçaklanması, bu sessiz felaketin ne denli büyüdüğünün kanıtıdır. Bu sadece bir haber değil, bir çocuğun öfkesiyle, bir diğerinin geleceğinin kararmasıdır.
Bu öfke nereden geliyor? Nedir bu nefreti, bu kontrolsüz saldırganlığı tetikleyen şey?
Çünkü bugünün çocuklarını aileler değil ekranlar yetiştiriyor, çocuklarımız artık ekranın çocukları.
Sosyal medya, diziler ve dijital platformlar gençleri şiddete alıştıran, öfkeyi meşrulaştıran, “haklıysan vur” anlayışını kahramanlık gibi sunan bir dil kullanıyor.
Çocuklar, “rol model” olarak gördükleri karakterlerin davranışlarını içselleştiriyor. Bir dizi sahnesinde öfkesini şiddetle çözen bir karakter, ertesi gün okulda çocuğun davranış biçimi haline geliyor. Çünkü artık birçok gencin vicdan öğretmeni sosyal medya, ahlak kitabı da izlediği dizi olmuş.
Akran zorbalığı sadece okulun meselesi değildir aslında evin içinde filizlenir, okulda büyür, toplumda yankılanır.
Bugün birçok aile, çocuklarına “ahlak” yerine “başarı” öğretmeyi önceliyor.
Aile içindeki sevgi, saygı ve sınırlar giderek azalıyor.
Anne babalar yorgun, ilgisiz veya “çocuğum üzülmesin” diye her istediğini yapan bireyler haline geliyor.
Disiplin yerini şımartmaya, öğüt yerini telefon ekranına bırakıyor.
Oysa ahlak, merhamet ve adab-ı muaşeret öğretilmedikçe, çocuklar vicdanı değil gücü kutsar hâle gelir.
Bir çocuk, empatiyi evde öğrenmezse, okulda acımasız olur.
Bir genç, merhametin önemini duymadan büyürse, şiddeti çözüm sanır.
İşte o zaman karşımıza çıkan tablo, sadece zorbalık değil, toplumum kalpsiz, acımasız vicdansız bir şekilde yozlaştığının resmidir.
Okullarımızda matematik, fen, tarih öğretiliyor ama “vicdan” dersini veren kimse yok.
Oysa en acil ihtiyacımız, bilgiyle donanmış ama kalbiyle düşünen bireyler yetiştirmektir.
Bugün bir çocuğun başarısı, not ortalamasıyla değil, insanlık sınavındaki duruşuyla ölçülmelidir.
Okullarda “Vicdan, Merhamet ve Ahlak” dersleri zorunlu hale getirilmelidir.
Bu dersler sadece nasihat değil; uygulamalı, yaşamla bağlantılı, empati odaklı olmalıdır.
Çünkü eğitim sadece zihinleri değil, kalpleri de şekillendirir.
Televizyonlar, diziler, YouTube kanalları, kısa videolar...
Hepsi birer “gizli öğretmen.”
Ne yazık ki bu öğretmenler, çoğu zaman öfkeyi, kibri, şiddeti ödüllendiriyor.
Bir kahraman, düşmanını dövdüğünde alkış alıyor; ama barıştığında “zayıf” görülüyor.
Oysa toplum olarak yeni bir kahraman modeline ihtiyacımız var:
Sakin ama güçlü, empatik ama kararlı, öfkesi değil vicdanı rehber olan bir insan modeline.
Akran zorbalığı sadece çocukların değil, toplumun aynasıdır.
Bu aynada biz yetişkinler, öğretmenler, anne babalar ve medya temsilcileri olarak kendi payımıza düşen sorumluluğu görmek zorundayız.
Bir çocuğun eline bıçak verip diğerinin kalbini yaralayan sadece öfke değildir; ihmal, ilgisizlik ve değerler boşluğu, maneviyat eksikliğidir.
Geleceğimizi kurtarmak istiyorsak, önce çocuklarımızın ruhunu kurtarmalıyız.
Ahlak, merhamet, sabır, empati gibi kavramlar yeniden hayatın merkezine taşınmalıdır.
Bunu yapmadığımız sürece, her yeni haber bülteninde bir başka çocuğun ismini “acı bir son” olarak duyacağız.
Akran zorbalığı, artık sadece bir eğitim sorunu değil, bir vicdan sorunu haline gelmiştir.
Unutmayalım, bir toplum, çocuklarının merhametini kaybettiğinde, geleceğini de kaybeder.