Aile Kurumu Uçurumun Eşiğinde mi?

Abone Ol

Toplumun temel dinamiklerinin baş aktörü olan aile kurumumuz her geçen gün işlevselliğini yitiriyor. Aile kurumumuzun asli fonksiyonlarını yitirdiği korkunç depremi yaşıyoruz.

Hane halkı sayımız azalıyor. Aslında şehirlerimizin mimari yapısı da bu tabloyu özetliyor. Artık evler bir artı bir, iki artı bir ya da stüdyo daire şeklinde. Küçücük ve daracık yapılara hapsedildik.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), geçtiğimiz günlerde “İstatistiklerle Aile, 2024” başlıklı bültenini yayımladı.

Bu raporun ortaya koyduğu veriler yalnızca istatistik değil; aynı zamanda toplumun temel taşı olan aile kurumumuzun ne kadar büyük ve derin bir krizle karşı karşıya olduğunu da gözler önüne seriyor. Sonuçlar gerçekten de endişe verici…

Rakamları görünce karamsar olmamak elde değil. Bir uçağın irtifa kaybı gibi hızlı ve korkunç bir şekilde aile kurumumuz çöküşün eşiğinde… Aile bağlarımız kopuyor bu da geleceğimiz açısından endişe verici.

TÜİK’in Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) verilerine göre, 2008 yılında 4 kişi olan ortalama hane halkı büyüklüğü 2024 yılında 3,11 kişiye düştü.

Bu rakamlar sadece sayıdan ibaret değil, arkasında toplumsal bir çözülme yatıyor. Aileler küçülüyor, bağlar zayıflıyor, bireyler yalnızlaşıyor. Bu tablo böyle devam ederse, birkaç yıl içerisinde “aile” kavramının içi boşalmış sadece bir sembolden ibaret olacaktır. Bu manzara açıkçası hem ürkütüyor hem korkutuyor.

Peki, neden bu noktaya geldik? Bu noktaya gelmemizin elbette bir değil birçok sebebi var. En temel nedenlerden biri de evlilik oranlarının düşmesi.

Gençler evlenmeyi, çocuk sahibi olmayı tercih etmiyor. Evlenmek, evlat sahibi olmak gençleri neden ürkütüyor? Gençler neden çocuk sahibi olmaktan kaçınıyor?

Bu tercihlerin altında ise bir dizi gerekçe yatıyor. Gelecek kaygısı, ekonomik zorluklar, konfor alışkanlığı, sorumluluk almaktan kaçış ve en önemlisi, maneviyat eksikliği. Tek suçlu evlat sahibi olmayan gençler değil onları evlat sahibi olmaktan alıkoyanların da payı var.

Sanırım bu noktada herkesin dönüp kendisine şu soruyu sorması gerekiyor: Gençleri bu şekilde düşünmeye iten ortamı kim hazırladı? Onlara çocuk sahibi olmayı korkutucu, evlenmeyi gereksiz bir yük gibi hissettiren anlayışın mimarı kim veya kimler? Büyükler olarak bizim bu tablodaki sorumluluğumuz nedir? Gençlerimizi çocuklarımızı maneviyattan yoksun maddeci bir bakış açısıyla yetiştirmemizden kaynaklı olabilir mi?

Çocuklarımızı yalnızca maddi başarıya odaklayan, maneviyattan uzak bir anlayışla yetiştirmenin bedelini ödüyoruz!

Yaklaşık bir asırdır aile kurumu, küresel düzeyde bir ideolojik saldırı altında. Popüler kültür, bireyciliği ve özgürlüğü öne çıkarırken aileyi “gerici” bir kurum olarak gören bir zihniyetin depremini yaşıyoruz ne yazık ki!

Yıllarca nüfus planlaması adı altında insanların bilinçaltına yerleştirdikleri küçük aileler ile refah ve bolluk içinde yaşarsınız algısının verildiği “Küçük aile refah getirir” anlayışı, nesillerin bilinçaltına kazındı. Oysa bugün gelinen noktada, refah da yok, huzur da…

Ekonomik şartlar, sorumluluktan kaçan bireyler, yanlış yönlendiren politikalar ve en önemlisi zayıflayan aile bağlarıyla birleşince ortaya çıkan tablo bu. Geniş ailelerden çekirdek ailelere, oradan da çocuksuz evliliklere doğru hızla ilerliyoruz. Aileyi sadece bir sosyal birim değil, aynı zamanda bir değerler bütünü olarak görmek zorundayız.

Şayet bu gidişatı durduramazsak, birkaç yıl sonra elimizde ne sıcak bir aile ocağı kalacak ne de onu yaşatacak bir nesil. Aileyi yeniden güçlendirmek, gençlere umut vermek ve toplumsal değerlerimizi yaşatmak için hep birlikte bir silkinişe ihtiyacımız var. Bu sadece istatistiklere değil, geleceğimize sahip çıkmaktır.