AHLÂKÎ ANESTEZİ

Abone Ol

Bazı çığlıklar vardır, sessizdir.

Bazı ölümler vardır, görünmezdir.

Bazı bedenler vardır; Agamben’in dediği gibi “yas tutulmaya değer görülmeyen.”

Bazı insanlar vardır ki Agamben’in ifadesiyle “öldürülebilir ama kurban edilemez”; yani birileri için ancak kullanışlı oldukları müddetçe değerlidirler. Öbür türlü onlar ne kutsal bir amacın kahramanı ne de bir şehidi olabilir. Tıpkı Sudan’da olduğu gibi…

Sudan’daki insanlar, küresel güç dengeleri açısından “kullanışlı olmayan bireyler” olarak kodlanır. Onların yaşamları ne küresel tedarik zincirleri ne de büyük güçlerin jeopolitik satranç tahtası için stratejik bir değer taşır. Bu nedenle hayatları çoğu zaman “atık hayatlar” gibi görülür ve ölümleri sadece birer istatistiğe indirgenir.

Oysa Birleşmiş Milletlere göre, yaklaşık 2,5 yıldır süren iç savaşta 25 milyon insan açlıkla boğuşuyor; 11,5 milyon kişi yerinden olmuş, 3,5 milyon kişi ise komşu ülkelere sığınmak zorunda kalmış durumda. Resmî olmayan rakamlara göre yüz binlerce insan yaşamını yitirdi.

Peki, siz son bir–iki ay hariç herhangi bir ülkenin —ABD, AB ya da bölgesel güçler dâhil— Sudan’a dair kayda değer bir açıklama yaptığını gördünüz mü? Ya da sosyal mecralarda bu konunun ciddi biçimde gündem olduğunu?

Bunun karşısında Ukrayna–Rusya savaşı…

Savaşın başladığı 2022’den bu yana ABD ve AB başta olmak üzere Ukrayna’ya resmî kaynaklarla doğrulanan yaklaşık 400 milyar avro destek sağlandığı ve yardımların devam edeceği bildiriliyor.

Peki, Sudan’a neden aynı düzeyde bir yardım yapılmadı?

Bu sorunun temel amacı acıları derecelendirmek değil; küresel siyasetin ikiyüzlülüğünü görünür kılmaktır.

ABD ve AB’ye sormak gerek:

İnsan değil miydi Sudanlı da?

Birinin acısı diğerinden daha mı önemsizdi?

Yoksa siz insanların ölümünden çok, nerede öldüğüne mi odaklanıyorsunuz?

Sanırım İbn Haldun’un sözü burada bir ipucu sunuyor:

“Devletler, çıkarın değdiği acıya tepki verirler.”

Bir diğer sözünde ise şöyle der:

“İnsanların davranışı ahlâk ile değil, asabiyetle açıklanır. Ahlâkî hüküm evrensel olabilir; fakat toplumsal tepki her zaman siyasîdir.”

Eğer insan hayatı evrensel bir değer taşıyorsa, Sudan’daki bir sivil ile Ukrayna’daki bir sivil arasında etik bir fark olmaması gerekir. Ancak küresel gündemi belirleyen ABD, AB ve uluslararası medya kuruluşları; kendilerine tarihsel, kültürel veya siyasî olarak “daha yakın” buldukları coğrafyaları öne çıkararak seçici bir etik hassasiyet yaratıyor.

Bu fark bazı örneklerle daha net görülebilir:

1. Yakınlık yanılgısı

Savaşın ilk dönemlerinde bazı Avrupa medya organlarında şu cümleler yer aldı:

“Onlar gelişmekte olan bir üçüncü dünya ulusu değil; burası Avrupa.”

“Mavi gözlü, sarı saçlı Avrupalı insanlar ölüyor.”

Bu söylemler, hangi ölümlerin daha ‘önemli’ görüldüğünü açıkça gösteriyordu.

2. Jeopolitik öncelikler

Ukrayna, AB’nin güvenliği açısından kritik görülüyor; ABD için ise Rusya’ya karşı küresel üstünlük mücadelesinin merkezinde yer alıyor. Bu nedenle mesele insani bir trajediden çok stratejik bir karşı koyuşa dönüşüyor.

3. Ekonomik bağımlılıklar

AB, Ukrayna’yı enerji ve gıda tedarikinde önemli bir kaynak olarak değerlendiriyor. Buradaki bir istikrarsızlığın Avrupa ekonomisi ve enflasyon üzerinde doğrudan etkisi var.

Tüm bu sebepler birleşince, ABD ve AB’nin politikaları ile uluslararası medya kuruluşlarının seçici yaklaşımı, Ukrayna’yı küresel gündemin merkezine yerleştirirken Sudan’daki katliam, toplumsal bilinçte bir “AHLAKİ ANESTEZİ” ortamında görünmez hâle geliyor.

Bu konulardaki küresel ikiyüzlülük artık bilinen bir durum; ancak ben şu soruyu sorarak yazımı bitirmek istiyorum:

Sudan’daki savaşan tarafları bir tarafa bırakarak, Nisan 2023’ten bugüne kadar orada katledilen yüz binlerce sivil insan için İslam âlemi ne yaptı?

Sonuç olarak: Sudan’daki trajedi, insanlığın ortak vicdan sınavıdır.

Kim olduğu değil, nerede öldüğü daha fazla konuşuluyorsa bu sadece politik körlük değil, aynı zamanda derin bir “AHLAKİ ANESTEZİ” hâlidir.