Ağıtlar Yerine Fetih Marşları Yazmak

Abone Ol

Üstad rh, İslam aleminin en büyük yıkımı yaşadığı bir zamanda sürekli ümitvar olmayı öğütlemiş ve bunu hem bizzat yaptıklarıyla hem de eserleriyle ortaya koymuş çok büyük bir alimdi.

Ancak onun talebelerinden hislerine yenilenlerin adeta yıkılırken çıkardıkları sesleri de yok saymamış, “dakik ve kıdemli muallim” diye övdüğü Hasan Feyzi Merhumun şu şiirini Tarihçe-i Hayat kitabına almış:

“Çekilip nur-u hidayet yine zindan olacak,
Yine firkat, yine hasret, yine hüsran olacak.
Yine sen, yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm,
Çünkü hicran dolu kalbim yine hicran olacak.

Yine göç var diye Mecnuna haber verme sakın!
Yine matem, yine zâri, yine efgan olacak.
Açılan ol gül-ü tevhid, sararıp solsa gerek,
Kapanıp kâbe-i irfan, yine viran olacak…”

Belki de Allah’ın rahmetinden asla ümit kesmeden bazen içeride biriken acıları dökerken her vadide dolaşan şairlerin kanadı kırık hüznüne müsamaha ile bakılmıştır.

Zaten İbn-i Teymiye’nin rh deyişiyle; "Düşmanlarım bana ne yapabilir ki? Ben cennetimi yüreğimde taşıyorum, nereye gitsem o benimle gelir. Hapsedilmem halvet, sürgün edilmem hicret, öldürülmem şehadettir” müslüman fertler için hakikatte hiçbir kayıp olmadığından kederli mısralar sadece o anki teessüfün yakıcı esintisinden ibarettir.

Tarihi, biraz da duygularına hakim olamayanlar yazmıştır.

Hatta ilginçtir, 2001 senesinin 11 Eylül’ünde Amerika’daki ikiz kulelerin vurulması üzerine Amerika’da 47800 civarında ağıt içerikli yani mersiye diyeceğimiz şiir yazılmış. Herhalde otuz yıl öncesinde Vietnam’da yaklaşık 60 bin, sonrasında Afganistan’da 3 bin, Irak’ta 5 bin Amerikan askeri için de öyle şiirler söylemişlerdir.

“O (düşman) topluluğu izlemekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız sizin acı çektiğiniz gibi onlar da acı çekiyorlar. Üstelik siz Allah'tan onların ummadığını umuyorsunuz. Allah ilim sahibidir, hakimdir.” (Nisa 174)

Bu ayet-i kerime, İslam düşmanlarının da sadece askeri olarak değil aynı İslam toplumlarına çektirdikleri gibi sivil olarak da acılar çektiklerini ve çekeceklerini haber veriyor.

Fakat müminin kıymeti farklı.

O yüzden Bağdat’ın yakılmasıyla Roma’nın yakılması çok başka şeyler.

Hele de Endülüs’ün iniltisi derinlerde hâlâ boğuk boğuk hissedilir.

Mesela Ebu’l-Bekâ er-Rundî, nam-ı diğer Ebu’t Tayyib Sâlih b. Şerîf’in dilinden gayet yanık akmıştır öykü.

Miladi 1250’li yıllar. Yıkılan Endülüs’ten kalan son bölgede Gırnata Emirliği veya Ben-i Ahmer denilen devlet kurulur. Muhammed İbnu’l Ahmer, yaptığı antlaşma ile Endülüs’ün doğusundaki surlarla çevirli 105 şehri Alfonso’ya verince o merhum şair dayanamaz ve “Endülüs’e Ağıt” diye şöhret bulan o dizelerini söyler. Şiirin tamamı erbabına malumdur da şu satırlar hayli keskindir:

“Ey yarış sahasında kartal gibi ince Arap atlara binenler!

Toz karanlığında ateş gibi olan keskin Hint kılıçlarını taşıyanlar

Memleketlerinde izzet ve güç sahibi olarak deniz ötesinde bolluk içinde çayırlarda eğlenenler!

Var mı haberiniz Endülüs ehlinden? Kervanlar haberlerini her tarafa yaymıştır.

Orada kimi esir kimi ölü nice mustazaf yalvarıyor ama kımıldamıyor insan

Bu nasıl bir ayrılıktır İslam’da aranızda!

Ey Allah’ın kulları! Oysa siz kardeşsiniz, yok mu gayret ve onur sahibi kimseler?

Yok mu hayrın yardımcıları ve destekleyenleri..”

Tabi ki, oradaki fecaati de aynı şu anda Gazze’de olduğu gibi kimsenin duymama ihtimali yoktu. Çünkü öyle birkaç senelik bir mesele değildi.

Neredeyse yüz yıldır, aradaki istisnaları saymazsak, biraz derdi olan müslüman alem de Filistin üzerine habire ağıt söyledi, mersiye yazdı. Gazze’deki mücahidler ise, “mücadelesiz kan ve göz yaşı acziyettir, zillettir” düsturuyla direnişi seçtiler.

Ancak şimdi zamanın, İslam alemi ve insanlık aleyhine daraldığını görüp susmak da zor.

Mevlâ ağıtlar değil fetih marşları yazdırsın.