Dos(t)doğru Söylemeli Nerede Yanlış Yaptık?

Abone Ol

Son 20 yılda, dindarlar Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar rahat bir ortama kavuşmuşlardır. Her ne kadar bu "rahatlık" yasal ve anayasal bir güvence edinmemişse bile dindarların önünde İslami eğitim ve İslami yaşama dair hiçbir engel bulunmamaktadır. Özel okullar, İmam Hatipler, medreseler, Kur'an kursları, yurtlar vesaire... Gazeteler, dergiler, televizyonlar, kitaplar... Tarikatlar, cemaatler, dernekler, vakıflar, partiler... Tamamının kapısı sonuna kadar açık değil mi ya Allah aşkına!

Gençler bilmez ama bir zamanlar hayalini kurmayı bile ham hayal bulurduk bu özgürce “yaşama ve yayma" alanını. Elbette bu imkân, İslami camiaların biriktirdikleri yüzyıllık enerjilerinin siyasal tezahürüydü. Kim bilir belki de birikecek gazın bir patlamaya, bir devrime evrilmesini önlemenin ön hamlesiydi de bilinmez. Çokça iddia var ortada. Bu ayrı ve flu bir tartışma alanı elbet. Ancak bütün bu "yaşama ve yayma" alanı dediğimiz özgürlükten dindarlar istifade etti mi derseniz işte orası asıl tartışılması gereken alan. Elbette irili ufaklı onlarca İslami yapı, yüzlerce okul, medrese, yurt, vakıf, kurs vs. açtı. Yüz binlerce hatta milyonlarca çocuk-genç buralardan geçti/geçiyor. İmam hatipler tahminlerin çok üstünde bir orana ulaştı ve oralardan milyonları aşan öğrenci geçti/geçiyor.

Ancak bütün bu açık alanlara rağmen sokak ve yaşam büyük bir erozyon yaşıyor. Büyük bir değişim dönüşüm bekliyorken, tersine bozulma, çürüme, İslami hayattan uzaklaşma Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar artmıştır. İslami dava için örgütlenmenin cezasının 12 yıldan başladığı günlerde "hele şöyle rahat bir yaşama ve yayma ortamı olaydı da görün bakın nasıl bir devrim gerçekleşirdi" diye iç çekerdik. Oysa ne tezgahımızdan geçen sokağa/gençliğe ne de reyimizden geçen meclise hiç tesirimiz kalmadı. Bölük pörçüğüz ve iç çekişmelerle heba ediyoruz enerjimizi. Olmadı, yapmadık, yapamadık. Yapabildiğimiz en kolay şey kabahati başkasında aramak. Elbette çok sayıda bedbaht el içimize girmeye çalışıyordur. "İç dizayn" için çaba ve para harcayan çokça “teşkilat” vardır. Ancak "koruma kalkanı" olmayanın hiç mi kabahati yok.

Yapamıyoruz, rüzgâr oluşturamıyoruz maalesef. Belki bu süreçte oluşturduğumuz en büyük rüzgâr İstanbul Sözleşme’sini geri çektirmekti. Ve görüldü ki eğer istersek ve ittifak edersek değil rüzgâr fırtına da çıkarabiliriz.

İktidara haddinden fazla angaje olmuş dindarlar, yeri geldiğinde ona yol göstermeli veya olmadıysa yol da vermeli değil mi? En azından bu irademizi açık ve canlı tutmalı değil miyiz? Ki çokluğumuzun ve reyimizin bir kıymeti harbiyesi olsun.

Ümmetin en büyük davası olan Kudüs ve dolayısıyla tarihin en büyük soykırımı ve vahşetin yaşandığı Gazze için toplananlara bakın hem çok azız hem de çok az genç var. Peki tezgahta ve tedrisattan geçen milyonlarca genç nereye gidiyor? Hem büyümeyi bilmeyen hem de aslında büyüyüp başına bela almadan mevcut ile iktifa edip gül gibi geçinen camiaların yuvadan uçurup kurda kuşa yem ettikleri milyonlarca genç heba oluyor. Zaten çağa hitap eğitim altyapısı olmayan bu süreçlerden geçen gençler dışarı çıktığında haz ve hızın zehabına kapılıyor.

Elbette karar vericilerin, milliyetçi, ulusalcı, Kemalist, laik, Batıcı evrilmesinin de bu güdük ve kadük kalmışlıkta payı büyüktür. Ancak külahını önüne koyacak olan ve derviş'e yeni külah giydirecek olan bizler olmalı değil miyiz? Aksi halde bozulma ve çürüme artarak devam edeceği gibi ümmetin umut devşirdiği bu coğrafyanın dindar iradesi, siyonist çete ile ticari angajmanları ile tarihteki yerini alacaktır.