7 Ekim 2023 sabahı, Hamas’ın askeri kanadı olan İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın Aksa Tufanı Operasyonu kapsamında Gazze çevresindeki israil yerleşimlerine girmesiyle birlikte, “modern israil efsanesi”nin ilk sahneleri şekillenmeye başladı. Bu operasyonun ardından yaşanan saatler yalnızca askerî, güvenlik ya da siyasi boyutlara sahip değildi. Aynı zamanda, tanklardan ve uçaklardan daha gelişmiş araçlarla — yalanlar, uydurma görüntüler ve sahte tanıklıklarla — sömürgeci benliğin yeniden inşa edildiği bir andı.
Saatler içinde israilin anlatısı dünyaya servis edildi: kafası kesilmiş bebekler, tecavüze uğramış kadınlar, binlerce sivil katliamı ve varoluşsal bir saldırı altındaki bir devlet... Savaş henüz sahada başlamadan, medya cephesinde çoktan kazanılmıştı. Bu algı savaşı bir yıl boyunca sürdü; Gazze’de öldürülen sivillerin görüntülerine, kopmuş çocuk uzuvlarına ve sivillerin üzerine çöken evlere rağmen. Ancak zaman geçtikçe, bu anlatının duvarlarında çatlaklar oluşmaya başladı ve neyin gerçekten yaşandığı değil, neyin uydurulduğu sorgulanır hale geldi.
Yalan 1: 7 Ekim’de “Kafası Kesilen Bebekler”
Bu hikâye, başarılı bir propaganda örneğiydi. israilin "i24 News" kanalının muhabiri, bir subayın kendisine bir kibutzda 40 bebeğin öldürüldüğünü, bazılarının kafalarının kesildiğini söylediğini iddia etti. Bu haber hızla CNN, Sky News ve BBC’ye yayıldı. ABD Başkanı Joe Biden bile, olayın görüntülerini gördüğünü söyledi. Ancak birkaç gün sonra Beyaz Saray geri adım attı. Görüntü yoktu, tanık yoktu, ceset de yoktu. Muhabir Sarah Sidner, kamuoyundan özür dileyerek, “Daha dikkatli olmalıydım” dedi. israil gazetesi Haaretz ise, politikacıların ve askerlerin kamuoyunun öfkesini körüklemek için yanlış hikâyeler yaydığını ortaya koyan bir araştırma yayımladı.
Bu yalan, yalnızca yanlış bir haber değil, aynı zamanda ideolojik bir simgeye dönüştü. “Kesilmiş bebek” imgesi, Filistinliyi vahşi olarak sunmanın ve israilin "medeniyet savunması" adına yaptığı katliamları meşrulaştırmanın bir yolu oldu. Böylece bu kurgu, Gazze’ye düşen her bombadan önce gelen bir siyasi mecaza dönüştü.
Yalan 2: “Tecavüz Bir Savaş Silahı”
New York Times, Kasım 2023 ortasında yayınladığı uzun bir araştırmada, Filistinli savaşçıların israile saldırıları sırasında cinsel saldırıda buulnduklarını iddia etti. Haber, ne kurbanların ne de sağlık görevlisinin ismini veriyordu. Avrupa’daki kadın milletvekilleri mavi şallar takarak “tecavüz mağduru israilli kadınlarla” dayanışma gösterdi. Birleşmiş Milletler, “cinsel şiddetin savaş aracı olarak kullanılmasını” kınayan açıklamalar yaptı.
Ancak zamanla bu iddialar çürütüldü. Be’eri Kibbutz sözcüsü, saldırıya uğradığı iddia edilen iki genç kızın böyle bir şeye maruz kalmadığını açıkladı. Kızların büyükannesi de bu iddiaları yalanladı. Kibbutz sakinleri, o gün orada sadece iki genç kızın öldürüldüğü tek bir evin bulunduğunu belirtti. O evde yapılan soruşturmaya katılan Nili Bar Sinay, “Bu hikâye yalan,” dedi. Haaretz gazetesi de, adli tıp incelemelerinde cinsel saldırıya dair hiçbir bulguya rastlanmadığını aktardı.
New York Times bile kendi haberine şüpheyle yaklaşmaya başladı. Gazetenin haberini destekleyen israilli bir sağlık görevlisinin ifadeleriyle çelişen yeni görüntüler ortaya çıktı. Hatta gazete, planladığı podcast bölümünü yeterli kanıt olmadığı gerekçesiyle iptal etti.
Yine, bu yalan da bir propaganda aracına dönüştü. Kadın bedeni, Filistinlilere yönelik şiddeti meşrulaştırmak için kullanıldı. Burada sözde tecavüzcü “Arap öteki”, mağdur ise “Batılı beyaz kadın” olarak kurgulandı. Bu, sömürgeciliğin en eski anlatılarından birinin yeniden üretimiydi: “Kadınları kurtarın ki erkekleri öldürebilesiniz.”
Yalan 3: Sürekli Değişen Kurban Sayısı
7 Ekim sonrası israil hükümeti, Hamas saldırılarında 1.400 kişinin öldüğünü açıkladı. Bu rakam kısa süre içinde 1.200’e, ardından 1.195’e indirildi. Ulusal Sigorta Enstitüsü, sivil ölü sayısını 885 olarak duyurdu. AFP ise bu sayının 815 olduğunu belirtti. Bu tutarsızlık rastlantı değildi. Gerekirse empati toplamak için sayılar abartılıyor, ordu sorgulandığında ise düşürülüyordu. israil, sivil ve askerleri de birbirine karıştırdı. Bazı siyonistlerin fotoğraflarının, aslında askeri üste görevli kadın askerler olduğu ortaya çıktı.
Batılı medya kuruluşları, bu yalanların yayılmasında merkezi rol oynadı. “Independent” gazetesinin çocukların kafasının kesilmesi haberinden, “Washington Post”, “CNN” ve “Associated Press” gibi medya organlarının israil ordusunun açıklamalarını sorgulamadan yayımlamasına kadar birçok örnek verilebilir. Bu sadece siyasi bir taraf tutma değil, aynı zamanda kültürel bir tutumdu: israili “demokrasi”, Filistin’i ise “doğu barbarlığı” olarak yeniden üretme arzusu.
israilin 7 Ekim sonrası yalanları geçici propaganda değil, sömürgeci bir inşa sürecinin parçasıydı. Kuruluşundan bu yana, israil, kendini Holokost’tan kurtulanların “boş bir toprak”a geldiği bir mağduriyet anlatısı üzerine kurdu. Bugün aynı hikâyeyi internet çağının teknolojisiyle güncelliyor. Ama özü aynı: Filistinliyi insanlıktan çıkarmak, direnişi terörle eşitlemek ve israile yöneltilen her eleştiriyi antisemitizm olarak damgalamak.
7 Ekim’in ikinci yılında, israilin inşa ettiği anlatı yavaş yavaş çökmeye başladı. Batı medyasına olan güven dip seviyelere indi. Büyük medya kuruluşlarında çalışan gazeteciler istifa etti. Bağımsız teyit kuruluşları, israilin birçok iddiasının temelsiz olduğunu belgeledi. israil içinde bile bazı sesler, "Kendi uydurduğumuz hikâyeye fazla mı inandık?" diye sormaya başladı. Ancak bu anlatının çöküşü, savaşı durdurmaya yetmedi. Katliam sürüyor; demek ki hakikat tek başına öldürme makinesini durduramıyor.
Yine de bu yalanların çöküşü, özellikle genç nesillerin gözünde derin bir iz bırakıyor. Artık israil, “Ortadoğu’daki tek demokrasi” değil, medya destekli bir apartheid rejimi olarak görülüyor. Bu çatlak Batı kültürüne de sızdı. ABD ve İngiltere üniversitelerinde öğrenciler, Gazze’deki çocukların fotoğraflarını taşıyarak medyanın yalanlarını protesto etti. Film festivallerinde yönetmenler, israil hükümeti destekli yapımlarla aynı sahneyi paylaşmayı reddetti.
Hatta Hollywood’da bile sessiz değişimler başladı. Oyuncular israile destek bildirilerini imzalamayı reddetti. Netflix ve Amazon Prime gibi platformlar, içerik taraflılığı nedeniyle boykot kampanyalarına maruz kaldı.
Sonuç olarak, 7 Ekim’e dair yalanlar sadece anlık medya hataları değil, sistematik bir dezenformasyon düzeniydi. Hayali çocuk görüntülerinden uydurma tecavüz hikâyelerine, değişen ölü sayılarından Batı medyasının işbirliğine kadar, israil büyük anlatısını ördü: Biz kurbanız, Filistinli ise sonsuz suçlu. Bugün elimizde daha net bir anlatı var: Bu bir soykırımdır ve fail bellidir.