Türkiye'nin doğusu, kırk yılı aşkın süredir yalnızca çatışmaların değil, aynı zamanda hayal kırıklıklarının da sahnesi oldu. Bu coğrafya, şiddetin acısını yaşadığı kadar, umutla başlayan barış girişimlerinin boşa çıkmasının da yorgunluğunu taşıyor. Ve bugün, halkın zihninde aynı soru tekrar tekrar yankılanıyor:
“Barış gerçekten mümkün mü?”
Cevap: Evet, barış mümkündür. Ama ancak samimiyet, adalet ve gerçek yüzleşmeyle mümkündür.
PKK, geçmişte birçok kez “çözüm” söylemiyle sahneye çıkmış, ancak her defasında bu süreci kendi lehine kullanarak derinleştirdiği örgütsel yapılanmalarla karşı pozisyon almıştır. 1993, 1999, 2013… Her süreçte benzer bir tablo yaşanmıştır:
- Silah bırakma vaadi,
- Zaman kazanma,
- Sözde siyasi söylemler,
- Sonrasında ise şehir çatışmaları, çukurlar, sabotajlar, infazlar.
PKK'nın gerçek anlamda bir barış niyeti taşıdığına inanmak, hem bu tarihsel gerçekliği hem de örgütün ideolojik kodlarını göz ardı etmek olur. Bugün YPG üzerinden farklı bir kimlik sergileyen yapı, hâlâ aynı figürleri, aynı söylemleri ve aynı hedefleri taşımaktadır. Bu değişim değil; makyajdır.
Ancak yalnızca PKK’yı sorumlu tutarak bu tablonun bütününü kavrayamayız. Devlet de geçmişte bölgede hatalı politikalar izlemiştir. Kürt kimliğinin inkârı, kültürel baskılar, adil olmayan güvenlik uygulamaları, ağır insan hakları ihlalleri, bölgedeki güven ilişkisinin kırılmasına neden olmuştur.
- Kürtçe konuşmanın cezalandırıldığı dönemler,
- Masum insanların faili meçhullerle kaybolduğu yıllar,
- Siyasi temsilde adaletsiz sınırlar,
- Camiden çıkan köylü ile dağdan ineni aynı kefeye koyan zihniyet…
Barışın dili bu yanlışları görmezden gelerek kurulamaz. Gerçek barış, sadece silahların susması değil; adaletin konuşmasıdır.
Halkın vicdanı, hem PKK'nın çifte yüzlü tavırlarını hem de geçmişte devletin kör noktalarını unutmadı. O nedenle barışa dair her yeni adım, bu iki gerçekle birlikte atılmalıdır.
“Silahı bırakmak yetmez. Samimiyet gerekir. Ve devletin de adaletle, geçmişin yükünü hafifletmesi gerekir.”
Bu halkın kardeşliğe, barışa ve huzura özlemi vardır. Ama aynı halk, bir daha kandırılmak istememektedir.
Barış talebini sürdüren her ses değerlidir. Ancak bu ses, ne PKK’nın propaganda araçlarına ne de geçmişte yapılan inkâr hatalarına teslim edilmemelidir. Doğu’daki bir annenin gözyaşı, Batı’daki bir askerin yası, siyaset üstü ve ideolojiler dışı bir değerdir.
Devlet, halkıyla helalleşerek; PKK ise önce kendisiyle yüzleşerek bir adım atmadıkça, barış yalnızca bir manşet, bir seçim vaadi ya da bir oyalama süreci olmaya mahkûmdur.
Barışa evet diyoruz.
Çünkü barış, sadece çatışmasızlık değil; karşılıklı güvenin yeniden inşasıdır. Ve bu, ancak gerçeği tüm çıplaklığıyla konuşmakla mümkündür.