• DOLAR 32.318
  • EURO 35.111
  • ALTIN 2300.388
  • ...

İslamda aile; meşru dairede bir araya gelmiş, iki kişinin nikâh akdiyle kurduğu hayat birlikteliği ve bu birliktelik neticesinde onlardan meydana gelen neslin veya topluluğun adıdır. Büyük baba, nine, torunlar da ailenin kök ve dalları olarak bu tanıma dâhildirler.

İnsanlık tarihinde ilk aileyi, ilk insan Hz. Âdem (a.s.) ile Hz. Havvâ kurmuştur. Onlardan sonra her peygamber döneminde gelişen ve olgunlaşan aile müessesesi son peygamber Muhammed aleyhissalatu vesselamın şeriatında mükemmel İslam toplumunun en önemli faktörü olmuştur. Aile islami toplum düzenine girişin ilk basamağıdır.

Bazılarının sandığı gibi İslam'daki aile düzeni bir şans eseri olarak meydana gelmiş değildir. Bilakis ilahi bir lütuf olarak insanın ruhuna yerleştirilen fıtri bir duygudur. Yüce Yaratıcı, kadın ve erkekte her birinin diğerinin ihtiyacını karşılayacak ve birbirinde huzur ve sükûnet bulacak şekilde yaratmıştır. Aralarına koyduğu fıtri duygu bu gayenin gerçekleşmesi içindir. Böylelikle bir taraftan insan neslinin devamını sağlamak, diğer taraftan da sağlıklı bir insan medeniyetini meydana getirmek suretiyle mükemmel bir düzen kurmuştur.

Eğer bu her iki cins değişik tasarım ve şekillerde yaratılmış ve her ikisine de beraber oldukları vakit duydukları ahenk ve huzur duygusu yerleştirilmemiş olsaydı, insan nesli koyun ve keçiler gibi üreyebilirdi. Ama bu durumda bir medeniyetin doğması ihtimali sıfır olurdu. Hayvan türlerinin hepsinin aksine bir insan medeniyetinin ortaya çıkmasını sağlayan asıl özellik, Halıki hâkimin her iki cinse, birbirlerine karşı bir arada olmadıklarında tahmin edemeyecekleri bir sevgi istek ve arzu yerleştirmiş olmasıdır. Onları birlikte bir yuva kurmaya zorlayan etken, fıtratlarında bulunan bu huzur ve sükûnet arzusudur.

İşte bu arzu aileleri ve kabileleri oluşturarak insan için sosyal hayatı olağan hale getirmiştir. Şüphesiz toplumsal hayatın gelişmesinde insanın zihinsel özellikleri de yardımcı bir rol oynamıştır. Fakat bunlar asıl itici güçler değildir. Toplumsal hayatın oluşmasını sağlayan asıl itici güç, kadın ve erkeğe yerleştirilen ve onları bir yuva kurmaya zorlayan evlilik arzusudur. Sağduyu sahibi bir kimse kalkıp da bu hikmet eseri durumun tabiat güçlerinin etkisi sonucu veya şans eseri olarak meydana gelmiş olduğunu söyleyebilir mi?

Bunun ilahi bir lütuf, bir rahmet olduğunu Kur`an-ı Kerim şöyle haber vermektedir: "Ve aranızda (eşler arasında) bir sevgi ve rahmet kılması da onun ayetlerindendir." (Rum: 21)

Burada "sevgi" kelimesinden kasıt, erkek ile kadın arasındaki cazibenin itici gücü olan cinsel sevgiden ziyade ilahi lütuftur. "rahmet" kelimesinden ise, evlilik hayatında gelişen, eşlerin birbirlerine karşı nazik, hoşgörülü ve düşkün olmalarını sağlayan duygusal ilişkidir. Eğer öyle olmasaydı şehevi arzuların kesildiği yaşlılık dönemlerinde birbirinden soğur uzaklaşırlardı; ama tam aksine cinsel sevginin asgariye düştüğü yaşlılık döneminde bu tabii rahmet sayesinde her iki eş, birbirlerine gençliklerinde olduğundan daha fazla bağlı ve düşkün olurlar.  

Bu arzu sadece huzur ve tatmin arar. Bundan sonra bu iki güç (sevgi ve merhamet) ortaya çıkar. Hatta onları öyle birbirlerine bağlar ki, hayatın birçok zorluklarına rağmen birlikte yaşamaya devam ederler. Milyonlarca insanın kendi hayatında yaşayıp tecrübe ettiği bu sevgi ve merhamet, ölçülüp tartılabilen maddi bir şey değildir. Bu iki özellik ne insan vücudunu oluşturan yapısal elementlere bağlanabilir ne de bir laboratuvar da incelenebilir. Bunun tek açıklaması, hikmet sahibi yaratıcının yukarda bahsettiğimiz gayeyi gerçekleştirmek için insanın gönlüne yerleştirmiş olmasıdır.

Tabi buraya kadar anlattıklarımızı ancak bunu hayatında yaşayan Müslümanlar anlayabilir. Hayatlarında bunu yaşamaktan yoksun olan ve dinden uzak bir hayat sürmeye kendilerini mahkûm eden zavallılar bunu nereden anlayabilirler? Asıllarını unutup vahşi bir hayvandan geldiklerini söyleyen beyinsizler bunu nasıl idrak edebilirler? İnsan olduklarını inkâr eden bu akılsızlar nasıl insanca düşünebilirler?

Bugün çağdaş insan toplumunun içine yuvarlandığı bataklığın temelinde, aile düzeninin çökmüş olması vardır. İslam'ın ön gördüğü büyüklere saygı; küçüklere sevgi anlayışının kaybolması yüzünden fertler arasında kopukluk, sorumsuzluk, ilgisizlik, başıboşluk gibi toplumsal hastalıklar zuhur etmiş, sılayı rahim unutulmuş gitmiştir. Bundan kurtulmanın tek çözüm yolu ise, izzet ve vakarla yeniden İslami aile düzenine dönmektir. Bunun başka hiçbir çözüm yolu yoktur.