Adem`in hayal gücünden hayat gücüne inkılabı
Her fert hâyal gücünün değil, bizatihi hayat gücünün tesiri ile bir dine, bir iddiaya yahut bir kurama eklemlenerek eylem alanı içerisinde yerini ve konumunu belirler.
Ya aksiyonerdir veya yanlış konumlanma sebebi ile sırf muhalefet etme cehdi içerinde reaksiyoner bir muarız hükmündedir. Elbette burada kullandığımız hüküm kelimesi reaksiyoner her eylemin neticeye götürmeyecek bir nafile çaba oluşu ile ilgili bir tespit, bir tutanaktır.
Özelde her Müslim, genelde ise her vicdan sahibi bireyin kendi hayat görüşü ve bu görüşü tutarlı bir biçimde yaşama aktarma ameliyesi mevcuttur. Bu çaba yekdiğerinin görüşü ve tutarsızlığı ile ilgili cephe alınacak bir durum değildir. Malum olduğu üzere her teslim olan ya da teslim olmaya namzet hür birey doğru olanı yapmak ve yaymakla mükelleftir. Yoksa yanlış kodlanmış bir düşünce ya da ideolojiyi manipüle etmek ya da hayat sahasından çıkarıp atmakla ilgili yükümlülüğü yoktur.
Bu meyanda çağımızın (özelde insanımızın ) meselelerine eğilirken getirilen her yeni bakış açısı “çağa yabancı bir zihni yapı” nın uzantısı olması muhtemeldir. Ancak hak ve hakikat sahasında donanıma sahip kafalardır ki genel geçer doğruları aşıp hakikatin yönüne yüzlerini çevirirler. Adeta, modernist ve post-modern medeniyet algılarından yüz çevirip kıblesini adalet, hürriyet ve eşit yurttaş olma menziline çevirerek gerçek pusulasını sefinesinin rotasına sabitler.
Dinin, insanların nisbi değerlendirmelerine göre bir yere sahip olamayacağını, belli bir zaman dilimi içerisinde anlam kazanamayacağını, bir kavmin, bir etnisitenin kültürel varlığının tamamlayıcı cüzü olarak anlaşılamayacağını idrak, dinin gerçekliğinin anlaşılması için ön şart, bu dinin müntesiplerinin hayat tarzı olarak sözlü ve fiili olarak tenakuza düşmeden yaşayabileceğinin teminatı sayılmalıdır.
İnsanın yaşadığı hayatın inancının gerektirdiği kaideler bütünü içerisinde yaşamasına izin vermediğini düşünerek; yaşayışında bir denge unsuru bulabilmek, yaşadıklarını ahenkli kılmak için birçok bahaneler üretip kendilerini mazur gösterme gayreti içinde kalıyorlar.
İslam`ı inanç ve tatbikat sahası olarak bir bütünlük içerisinde hayatlarına tatbik edememeleri üzerine, içerisinde yaşadıkları düzen, sistem ve devlet anlayışı ile anlaşma zemini oluşturuyorlar. Hayat nizamları toplum işleyişinin kurallarına tamamen uygun olmasına ve kendi bireysel hedefleri, toplumun tenkit ettiği hedefleri ile hiç de önemli farklılıklar arz etmemesine rağmen; kafa ve yüreklerinde İslam`ı “mahfuz” kılınan ütopik bir dünya ile tezahür ettiriyorlar.
Bunlar “muhafazakâr”, “gelenekçi”, “solcu” , “liberal” , tanımlarını dinleri ile birlikte tanımlamada bir beis görmemektedirler. Kapitalizm, Sosyalizm ve diğer ideolojiler ile uyumlu yanlarına sarılmak bir nev`i komformist kafa yapısının memnuniyeti ile harekete sevk ve tebâ olma arayışı olarak arz-ı endam etmektedir.
Hülasa aksiyoner olamayıp reaksiyoner olma çabası dinin gerçekliği ve gerçek Müslümin var olma sorunu ve sorumluluğu olarak önümüzde aşılması güç bir engel olarak durmaktadır. Ötekileştirenlere özenip ötekileşmenin dayanılmaz hafifliği bu olsa gerek…