Paralel Devlet, İsrail`e dokunanı yakmış!
Paralel kumpas insanların hayatlarını karartmaya devam ediyor. Resmi başvuru ile kurulan, tüzüğünün dışında hiçbir faaliyeti tesbit edilmeyen Adıyaman Vahdet-Der üyeleri, kanunların suç olarak saymadığı eylemlerinden dolayı ağırlaştırılmış hapisle cezalandırıldılar.
Dernek yöneticilerine, ABD ve İsrail`i protesto etmek, cenazeye katılmak, düğün tertip etmek, Kutlu doğum haftası programı düzenlemek, öğrencilere barınma yeri konusunda yardımcı olmak, yardım toplamak, fakirlere yardımcı olmak fillerinden dolayı ağır ceza verildi.
Medya destekli paralel kumpas, insanların hayatlarını karartmaya devam ediyor. Türkiye`de paralel yapıya alternatif olabilecek grup ve cemaatler Fethullah Gülen`in meşhur konuşmasının ardından bir bir tuzağa düşürüldü.
Tahşiye, İhya-Der`den sonra, Adıyaman`da kurulan Vahdet-Der üyeleri de terör örgütü üyeliği suçlamasıyla ağırlaştırılmış hapis cezasına çarptırıldılar.
Kahta Mustazaf Der. Şube başkanı Mustafa YETİŞ 10 yıl 6 ay hapis cezasına, Adıyaman VAHDET-DER yöneticisi Ahmet YILDIRIM 9 yıl hapis cezasına, diğer VAHDET-DER üyeleri Ahmet KALAN, Hüseyin DEMİR, İsmail ALPAYDIN ve Kamil DEMİRAL 7`şer yıl 6`şar ay hapis cezasına çarptırıldı.
Dosya Yargıtay 9. Ceza Dairesi 2012/3149 esas ve 2012/7494 karar No`suyla 12.06.2012 tarihinde onaylanarak şahıslar hükümlü hale getirildi. Şuan Adıyaman E Tipi Kapalı ceza evinde hükümlü olarak yatıyorlar.
Konuyla ilgili konuşan, Vahdet-Der Davası avukatı Abdulgani Orhan, Paralel`in izlerini sürmek isteyen herkesin ibreti alem için bu dosyayı incelemesini istedi. Orhan, hukuk kullanılarak hukuka aykırı bir şekilde polis, savcı ve hakim işbiliği ile masum insanları ve sivil toplum kuruluşlarının mağdur edildiğini açıkladı.
PARALEL MEDYA HEDEF GÖSTERDİ RESMİ KURUMLAR HAREKETE GEÇTİ
Adıyaman`da valiliğe verilen dilekçe ile kurulan ve faaliyetleri sürekli kontrol edilen Vahdet-Der`in, terörle ilişkilendirilmesi 27.10.2009 tarihli Emniyet Müdürlüğü`nün istihbarat raporuyla başlatıldı. 20 Nisan 2009 tarihinde Cemaatin yayın organı olan Aksiyon dergisi, Hizbullahın Sızma planı başlığıyla yayınlanan yazının hazırlanış mantığıyla aynı olan bu rapor Cemaatin hedef seçtiği gruplar Hizbullah ile ilişkilendiriliyordu. Cemaatin yazarları açıkça köşelerinde, bir dönem kurulmuş, faaliyetleri deşifre olmuş bir örgüt üzerinden diğer grupları sindirme, resmi makamlara hedef gösterme işlerini yerine getirdiler.
HUKUKİ GEÇERLİLİĞİ OLMAYAN İSTİHBARAT RAPORU
Mezkur İstihbarat Raporu`nun sonunda, raporun istihbari operasyon için hazırlandığı, başka delillerle desteklenmediği sürece hukuki delil olarak kullanılmayacağı yazıldığı halde. Mahkeme, raporu hukuki dayanak olarak kullandı. Bu rapora dayanarak insanların telefonları dinlendi. Telefonlarda hayatın normal akışı içinde yer alan konuşmalar suç unsuru olarak gösterilerek delillendirme gerçekleştirildi. Tapelerde ise, pikniğe nasıl gidecekleri, cenaze veya düğüne davet gibi hayatın normal akışı içinde olan hususlar suç delili sayıldı. Oysa raporda Hizbullahn silahı bıraktığı, legalleşme sürecine girdiği. Cebir ve şiddet eylemini terkettiği ve legalleşmek için dernek ve sivil toplum faaliyetleri yürüttüğü açık açık yazıyordu. Her nedense bu ibareler gözardı edilerek, cebir ve şiddete yönelik hiçbir faaliyeti, mahkeme dosyasında delil olarak çakı bıçağı bile bulunmayan insanlar Terör örgütüne üyelik suçuyla cezalandırıldı.
VAHDET-DER`LİLERİN İŞLEDİKLERİ SUÇLAR
1) Hayatın olağan akışına uygun olarak arkadaşlık ilişkisi çerçevesinde müvekkil tarafından tanınan Seyit Ali Demiryol`u hasta iken ziyaret etmek ve vefat ettikten sonra ailesine taziye ziyaretinde bulunmak.
2) Adıyaman Eğitim Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği olan Vahdet-Der isimli derneği açmak
3) “Esnaf Ve Sanatkârlar Komisyonu” ile başlayıp, “Aile İlişkilerinin Geliştirme Komisyonu” ile biten dernek komisyon raporu.
4) Üniversiteyi yeni kazanan yabancı ve yardıma muhtaç öğrencilere yardım edip, onların öğrenci evine yerleşmesine yardımcı olmak.
5) 03.09.2010 günü Vahdet-Der organizesinde “Kudüs Günü” konulu basın açıklamasına katılmak.
6) İsrail ve Amerika`yı protesto etmek amacıyla 17.09.2010 günü Kâhta`da, 18.09.2010 günü ise Adıyaman`da bir basın açıklaması yapmak.
7) İsrail ve Amerika`yı protesto etmek amacıyla “Kutsal Kitabımız Kur`an-ı Kerim`in yakılması ve çirkin bir şekilde ayaklar altına alınması” konulu 17.09.2010 günü Mustazaf-Der tarafından Adıyaman Kâhta İlçesi Devlet Hastanesi önünde 150 kişilik bir grubun katılımıyla basın açıklamasıyapmak.
8) 0811/2009 günü Adıyaman Merkezde bulunan 23 Nisan İlköğretim Okulu bahçesinde yapılan düğünü organize etmek ve buna katılmak.
9) 10.04.2010 günü Samsat İlçesinde, 11.04.2010 günü ise Kâhta İlçesinde, 16.04.2010 günü ise Adıyaman İl Merkezinde Peygamber Sevdalıları Platformu adı altında Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle etkinlik düzenlenmek ve katılmak.
10) 04-05.06.2010 günü Adıyaman ve Kâhta İlçesinde bayanlara yönelik Hz. Fatma`yı anma şeklinde etkinlik düzenlemek.
11) Kurban Bayramında Mustazaf-Der Kâhta Şubesi aracılığı ile kurban derisi toplamak.
12) Yapılan yasal ve izinli etkinliklerde sunucu olarak görev almak.
13) Gazzeliler için Gıyabi cenaze namazı kılınması, protesto gösterileri, mitingler, dini önemi olan gün ve gecelerde düzenlenen kapalı yer toplantıları organize etmek.
14) 09.05.2010 günü öğrencileri Safvan İbn-i Muattal Türbesine ziyarete götürmek.
15) 13.12.2010 tarihinde Yeni Mahalle İsmetpaşa Caddesi üzerinde bulunan Mustazaf-Der Kâhta Şubesinde yatsı namazından sonra komisyon toplantısı yapmak.
16) Adıyaman Merkez, Besni ve Gölbaşında bulunan öğrenci evlerine eşya temin etmek ve beyaz çullarla evde kalan muhtaç öğrencilere gıda yardımı yapmak.
17) Adıyaman`da Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle düzenlenen etkinliklerde tertip komitesinde yer aldıkları ve etkinliklerde görevli olarak bulundukları,
“DELİLSİZ ÖRGÜT ÜYELİĞİ”
Avukat Abdulgani Orhan, Dernek ve müvekkillerinin Hizbullah örgütü ile bağlantısının bulunduğuna dair dosyada hiçbir delil bulunmadığını belirterek, “Zira müvekkillerin STK olarak düzenledikleri bu etkinliklerin örgüt faaliyeti çerçevesinde yapıldığına, örgütün toplantısına dönüştüğüne, propagandasının yapıldığına ya da herhangi bir yasadışı eylem yapıldığına dair dosyada herhangi bir delil bulunmayıp, bu hususta sunulan tape kayıtlarının da bu faaliyetlerin örgütsel nitelik taşıdığına dair bir sonuç çıkarmadığı ortadadır. “Bu ülkede bazıları için hukuk uygulanırken bazılarına uygulanmıyor. Bazılarına açılım hakkı verilirken, alnı secdeye değen insanlara açılım hakkı ve kendini ifade etme hakkı verilmiyor” “ Kanunlarda suç olmayan şeyler polis tarafından ben yaptım oldu diye suç sayılıyor. Sen suçlu değilsen bile ben sana suçlusun dediysem mesele bitmiştir” şeklinde bir durumun algılanmasına sebep olunmaktadır. Hukuka uygun olarak bu dernekler tarafından etkinlikler düzenlenmiş. İzin verilmeyen etkinlikler ise iptal edilmiş, izin verilince etkinlik yapılmış. Basın açıklamaları ve kitlesel etkinlikler hukuki olmalarına rağmen sanki hukuk dışı bir şey yapılmış gibi bu insanlar farklı bir muameleye tabi tutuluyor. Bu da emniyet tarafından hukukun ayaklar altına alınıp çiğnendiğinin bir delili olarak karşımıza çıkmaktadır.
Diyarbakır da özel yetkili mahkemelerde dağdan silahı ile gelen ve terörist olduğunu kabul eden militanlara, herhangi bir eyleme katıldığı tespit edilmediği için alt sınırdan örgüt üyeliği cezası verilmekte ve Yargıtay da bunu onamaktadır. Dosyamıza baktığımızda ne silah var, ne örgüt var, ne de örgüt üyeliği söz konusu ve ne de tespitli yasa dışı bir faaliyet söz konusu buna rağmen alt sınırdan uzaklaşılarak ceza verilmesi de bizce manidardır.
Kişilerin yaşam haklarının ihlali, bombalama, şiddet uygulamaları hukuken suç olarak karşılık bulmakta ise de, baskı, cebir ve şiddet uygulamaları dışından kalan ideolojik taleplerin sırf bir örgütünde talebi olması halinde, sırf sivil bir vatandaşında aynı talep veya fiili yapması halinde buda örgütün amacına yönelik çalışma olarak değerlendirilip cezalandırılma gerekçesi yapılabilmektedir. Bu, hukuk açısından meşru mudur?
KANUN`DA YAZMAYAN SUÇLAR ÜRETİLDİ
Orhan sözlerini şöyle sürdürdü, “Avrupa Konseyi, terör eylemi için “şiddeti” zorunlu bir suç unsuru olarak tanımlamaktadır. AHİM de kararlarında: “ne şiddete, ne silahlı direnişe, ne de ayaklanmaya teşvik etmeyen, düşmanca bir anlam verilemeyen eylemleri” düşünce ve ifade özgürlüğü sınırları içerisinde görmekte, aksi yorumları “Hakkın ihlali” saymaktadır. Yine AHİM, çarptırılan cezanın ağırlığının ve türünün, müdahale oranının ölçülü olmasını, yaptırımın hedeflenen amaca uyması ve demokratik bir toplumda gerekli olması temel ölçülerini de aramaktadır. TC Yasaları, şiddetin dışındaki fiilleri de suç kapsamına almakta, AHİM kararındaki temel ölçüleri hiçe sayacak, kişiler ve basın için ağır hapis ve para cezaları getirmekte, ciddi ihlalleri barındırmaktadır.
Türkiye` deki illegal örgütlerin hak ve özgürlükleri ihlal eden cebir-şiddet kullanılarak yapılan faaliyetleri zaten ağır şekilde cezalandırılabilmektedir. Derneklerin yaptığı faaliyetleri dolayısıyla dernek üye ve yöneticilerinin usule ve yasalara uygun yaptığı faaliyetleri uygun görüp görmemeden bağımsız olarak, önyargıyla suçlamak doğru değildir.
Neticede şiddet çağrısı yapmadığı sürece ifade özgürlüğü, baskı, cebir ve şiddet kullanılmadığı sürece her türlü faaliyeti yapma ve örgütlenme özgürlüğü korunmalıdır. Meşru haklar kimin tarafından ya da hangi yöntemle istendiğine bakılmadan herkese eşit olarak verilmelidir. Uygulanan yöntemdeki zulüm ile haklar karıştırılmamalı, zulüm varsa o engellenmeli, meşru haklar ise korunup, sağlanmalıdır.
Yukarıda yapılan değerlendirme ışığında somut olayda-dosyada mevcut delillere göre müvekkillerimin durumu değerlendirildiğinde; müvekkillerimin örgütün amacı doğrultusunda toplantılara katıldıklarına, örgütsel ders alıp verdiklerine, kendilerine kod adı verildiğine ve buna benzer eylemlerde bulunduklarına dair dosyada herhangi bir delil bulunmadığı gibi yasadışı örgütle ilgili olarak kesintisiz sürekli ve uzun zaman devam eden bir faaliyetin de saptanamadığı, faaliyetlerin örgüt üyesi olduğunu gösterir belli bir yoğunluğa ulaşmadığı açıkça ortadadır. Bu durumda müvekkillerimin üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair her türlü şüpheden uzak yeterli, kesin ve inandırıcı delil dosyada bulunmadığından tüm müvekkillerin beraat etmeleri adalete uygun olacakken ceza almaları hukukun, hukuk ve yargı eli ile nasıl çiğnendiğini açıkça göstermektedir.
VAHDET-DER Genel Sekreteri Mustafa Yetiş, kendi halinde bir kitapçı dükkanı işlettiğini, gazetecilik mesleğiyle iştigal ettiğini, ve bazı gazetelerin dağıtım işini yaptığını belirterek, “2010 yılında Adıyaman`da Vahdet-Der Eğitim ve yardımlaşma derneğini kurduk. Biz kimsenin talimatı ile bu derneği kurmadık. Hiçbir şubemiz bulunmamaktadır. Yasal olmayan hiçbir faaliyete girmedik. Buna rağmen terörle ilişkilendirilmemize bir anlam veremiyorum. Şeklinde konuştu. (Millat)